Dünyayı Kana Bulayan iki Siyasi Gücün Benzerlikleri SİYONİZM ve HAÇLILAR

Tarih bire bir tekerrür etmez belki, ama tarihte birbirine çok benzeyen olaylar vardır ve bu benzerliklere dayanarak gelecek hakkında tahminler yürütmek mümkündür. Siyonizm ile Haçlılar arasındaki benzerlikler bu düşünceyi desteklemektedir. İki taraf arasındaki bu benzerliği daha ayrıntılı olarak görebilmek için, öncelikle Haçlıların tarihine kısaca bir göz atalım.

Haçlıların Kanlı Mirası
Dünya tarihinin önemli olayları arasında yer alan Haçlı seferlerinin ilki, 1095 yılında başlamıştı. Papa II. Urban’ın 25 Kasım 1095 günü Clermont Konseyi’nde yaptığı çağrı ile, “Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak” ve asıl olarak da Doğu’nun efsanevi zenginliğine ulaşmak üzere yüz binin üzerinde insan, Avrupa’nın dört bir yanından Filistin’e doğru yola çıktı. Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlarla yaptıkları kanlı çatışmalardan sonra 1099 yılında Kudüs’e vardılar. Zorlu bir kuşatmanın ardından şehir düştü ve içindeki sivillerin büyük bölümü katliamdan geçirildi. Bu ilk Haçlı ordusu, Kudüs’ü kendisine başkent yaptı ve sınırları Filistin’den Antakya’ya kadar uzanan bir Latin Krallığı kurdu.
Haçlılar Filistin ve civarını ele geçirdikten sonra, bu coğrafyada hayatta kalabilmenin yollarını aramaya başladılar. İlk yapılması gereken, milyonlarca Müslümanın ortasında bir ada gibi duran Haçlı Krallığını askeri yönden güçlendirmekti. Bunun için Avrupa’dan Filistin’e sürekli olarak yığınak yapıldı. Kurulan askeri tarikatlar, Avrupa’dan çok sayıda insanı Filistin çöllerine getirdiler ve profesyonel birer asker olarak eğittiler. Öte yandan muhtemel Müslüman akınlarına karşı dayanabilmek için güçlü kaleler inşa edildi. Avrupa ülkelerinde sürekli yardım kampanyaları düzenleyen “Haçlı lobisi” yoluyla, Filistin’de kurulan Krallığın yaşatılması için on yıllar süren bir uğraş verildi.
Ama tüm bu askeri çabalar, Ortadoğu’daki temel stratejik gerçeği değiştirmedi. Bölge Müslüman bir coğrafyaydı ve Müslümanların ortasında bir ada gibi yaşayan, hem de uyguladığı terör nedeniyle o Müslümanların kinini kazanmış bir devletin yaşamını sürdürmesi mümkün değildi. Askeri takviyeler, profesyonel ordular, güçlü kaleler, tüm bunlar Haçlıların bir süre daha ayakta kalmalarını sağlayabilirdi belki, ama bir gün kaçınılmaz son gelecekti. Tek sorun, Müslümanların Haçlılara karşı ortak bir cephede birleşememeleriydi. Eğer bu birleşme gerçekleşirse, Haçlı Krallığı gün saymaya başlayacaktı.

Müslüman Orduların Zaferi
Nitekim öyle oldu. Haçlılar Kudüs’ü 80 yıldan fazla ellerinde tuttular. Ama bu sürenin sonlarında Ortadoğu’daki tüm Müslüman emirlikleri Selahaddin Eyyubi’nin “cihad” bayrağı altında birleşti. Bu birleşik İslam ordusu, 1187’deki ünlü Hıttin Savaşı’nda tüm Haçlı Ordusunu bozguna uğrattı. Hıttin’in hemen ardından -tam da Peygamberimiz (sav)’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e götürüldüğü kutsal Miraç günü- ordu Kudüs’e girerek 88 yıldır Haçlı işgali altında olan şehri kurtardı. Haçlılar, 88 yıl önce Kudüs’ü aldıklarında içindeki tüm Müslümanları katletmişlerdi ve bu yüzden bu sefer de Selahhaddin Eyyubi’nin aynı vahşeti kendilerine yapacağını bekliyorlardı. Oysa Selahaddin Eyyubi Kudüs’te yaşayan Hıristiyanların hiçbirine zarar vermedi. Kudüs, bu tarihten sonra 8 asır daha Müslümanların egemenliğinde yaşayacaktı.
Haçlılar, Selahaddin Eyyubi’nin zaferinden sonra Filistin’de tamamen yok olmadılar. Hıttin’den kurtulan şövalyeler önce Sur kentinde toplandılar, sonra Akra kalesini ele geçirdiler ve Haçlı Krallığı, bir daha hiçbir zaman Kudüs’ü alamasa da, bir yüzyıl daha Akra’da ve çevresinde yaşadı. Ancak bu umutsuz inat, 1291 yılında tamamen kırılacak ve tüm Haçlılar, bu kez genç Memluk emiri El-Eşraf Halil tarafından denize döküleceklerdi.
1291’deki bu vakadan sonra, 20. yüzyıla dek bir daha hiçbir Batılı güç -Napoleon’un 1800’lerin başındaki başarısız seferi hariç- Ortadoğu’ya girmeye cesaret edemedi. Bölge tam anlamıyla içine yabancı bir unsurun girmesine izin vermemişti. Büyük bir askeri ve finansal güce dayanarak Filistin’i ele geçiren Haçlılar, bölge tarafından reddedilmiş, dışarı atılmışlardı. Bu, Hıristiyanlar için iyi bir ders olmuştu; bir daha o homojen bünyenin içine girmeye çalışmadılar.
Ancak 1291’deki “denize dökülme”den tam 6.5 asır sonra bu kez bir başka dinin mensupları aynı şeyi denemeye karar verdiler. Filistin’e “dışarıdan” girip orada bir devlet kurmayı hedeflediler. Hıttin’deki bozgundan sonra geçen yüzyılların ardından, Kudüs’ü Müslümanların elinden almak için yeni bir sefer başlatmaya karar vermişlerdi. Bu kez sefer, Siyonistlerin seferiydi.

Siyonizmin Yeni Haçlı Seferi
Arapların çeşitli isyanlarına, saldırılarına, direnişlerine rağmen, Siyonist proje 1947 yılında gerçeğe dönüştü. İngiltere’nin Filistin’den çekilerek ülkenin geleceğini Birleşmiş Milletler’e havale etmesinin ardından, ülkenin Araplarla Yahudiler arasında yarı yarıya paylaşımını öngören BM planı uygulamaya kondu. 19 yüzyıl aradan sonra dünya üzerinde ilk kez bir “Yahudi Devleti” kurulmuştu. Bir başka açıdan da, altı buçuk yüzyıl sonra ilk kez Ortadoğu’nun Müslüman coğrafyasında “yabancı” bir devletin bayrağı dalgalanmaya başlamıştı.
Hem Filistin’deki hem de komşu ülkelerdeki Araplar bu “yabancı” unsuru bölgeden çıkarabilmek için harekete geçtiler ve 1948 yılı içinde iki taraf arasında kanlı bir savaş yaşandı. İsrailliler, “Bağımsızlık Savaşı” adını verdikleri mücadeleyi kazandılar ve Araplar’ı püskürterek BM’nin kendilerine verdiğinden daha da büyük bir toprağı ele geçirdiler. Filistin; Şeria (Ürdün) nehrinin Batı kısmı -sonradan “Batı Şeria” olarak anılır oldu- ve Akdeniz kıyısındaki Gazze kentinin etrafındaki küçük cep -sonradan “Gazze Şeridi” olarak anılır oldu- hariç, tümüyle İsrail’in egemenliği altına girdi.

Yeni Haçlı Seferi
İsrail Devleti, kurulduğu günden itibaren Filistin’deki varlığını sağlamlaştırmaya yönelik bir siyaset izledi. Üzerinde en çok durulan hedef, ülkedeki Yahudi nüfusunun artırılmasıydı. Bu amaçla, Diaspora Yahudilerini Filistin’e taşımak için yüzyılın başından beri yürütülen transfer işlemlerine hız verildi. Nazi toplama kamplarındaki, Avrupa’daki, Kıbrıs’taki İngiliz “bekleme kampı”ndaki ve İslam dünyasının farklı yörelerindeki Yahudi toplulukları büyük bir kampanya dahilinde Filistin’e göç ettirildiler. 5 Temmuz 1950’de Knesset (İsrail Parlamentosu) tarafından çıkarılan Geri Dönüş Kanunu ile, “dünya üzerindeki her Yahudi’nin bir oleh (göçmen) olarak İsrail’e yerleşmeye hakkı vardır” hükmü kabul edildi.
İsrail, aynı Haçlıların 9 asır önce yaptıkları gibi, Ortadoğu’daki varlığını sağlamlaştırmak için Filistin’e dışarıdan kendi halkını getiriyordu. Haçlılar, Kudüs’e gelirken yalnızca bir ordu olarak değil, aynı zamanda bir halk olarak gelmişlerdi. (I. Haçlı Seferi’nde, profesyonel askerlerin yanısıra, çok sayıda sivil insan da gelmişti.) Kudüs’ü aldıktan sonra da Avrupa’nın dört bir yanından insanlar götürülmüş, bunların bazıları da bu kutsal topraklara yerleşmeye karar vermişlerdi. (Harun Yahya, Filistin)
Siyonistler ile Haçlı Krallığı arasındaki önemli bir benzerlik de, uyguladıkları terör ve hatta “vahşet”ti. Haçlılar, Ortadoğu’ya öldürerek girmişler, öldürerek ilerlemişler ve Kudüs’ü de içindeki Müslümanları toplu katliamlardan geçirerek almışlardı. Antakya Kalesi’nde ve Kudüs’te sivillere karşı uyguladıkları vahşet, Batılı kaynakların da onayıyla, tarihin gördüğü en büyük kıyımlardandı.
Vahşet, Haçlıların gözünde “stratejik” bir gereklilikti aslında. I., II. ve III. Haçlı Seferleri sırasında korkunç sivil kıyımları gerçekleştiren Franklar, sayıca kendilerinden çok olan Müslümanların arasında korku ve ümitsizlik yaymak ve bu psikolojik avantajı askeri alanda kullanmak istiyorlardı. İngiliz tarihçi Karen Armstrong’a göre, Haçlı terörünün -örneğin III. Haçlı Seferi sırasında 1191’de Aslanyürekli Richard’ın Akra Kalesi içindeki 3 bin Müslüman’ı kadın-çocuk ayrımı yapmadan öldürmesinin- amacı, hem asker hem de sivil Müslümanlar arasında korku ve panik yaratmaktı.

Siyonizm Vahşeti
Aynı strateji, yeni “Haçlı Krallığı”nın sahibi olan Siyonistler tarafından da izlendi. 1948 Savaşı sırasında ve sonrasında, Arap nüfusa karşı bilinçli bir terör uyguladılar. Amaç, büyük bir korku ve panik yaratarak Arapları evlerini terk edip göç etmeye zorlamaktı.
Bu şekilde altı ay içinde Arap köylerine düzenlenen sayısız baskınlarla 400 bine yakın Arap, yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı. Deir Yassin Katliamı bu baskınların sadece birisiydi. İsraillilerin yıllar içinde terör yoluyla boşalttıkları köy sayısı, Siyonizmin “muhalif” entelektüellerinden biri olan Israel Shahak’ın tespit ettiği rakama göre, 385’ti. Bu köylerin arasında, korkutma yöntemiyle boşaltılanların yanında, Deir Yassin’le aynı sona uğrayanlar da vardı.
Tüm bu vahşet, başta da belirttiğimiz gibi, stratejik bir amaç taşıyordu. Siyonistler, aynı Haçlılar gibi kendilerinden sayıca çok üstün bir düşmanla karşı karşıyaydılar. Bu düşmana karşı üstün gelebilmek ve kendi varlıklarını korumak için büyük bir askeri güce ve psikolojik üstünlüğe sahip olmalıydılar. Uyguladıkları abartılı vahşet, bu ikinci faktörü sağlamak içindi.
Siyonizmin son 50 yıllık tarihi, bizlere “Hıttin Korkusu”nun, ya da denize dökülme korkusunun, Siyonistler için daimi bir endişe olduğunu göstermektedir. Yahudi Devleti, kurulduğu günden bu yana tehdit altındadır ve bunu ne savaşla ne de barışla aşamamaktadır.
Bugüne kadar tüm girişimler Hıttin Korkusu’nu hafifletmek için düzenlenmiş birer “taktik geri adım” olarak düşünülmektedir. Siyonistlerin içine girdiği ve çok ciddi bir biçimde zarar verdiği bölge insanı da bunun farkındadır.
Son gelişmelere bakıldığında bölge ülkelerinin çoğunun, hiçbir zaman Siyonist felsefeyi kabul etmeyeceği anlaşılmaktadır. Zaman zaman ortaya atılan barış süreçlerinin de zaman kazanmak için yapılmış taktikler olduğu belirtilmektedir.

Siyonist Devletin En Büyük Korkusu
Günümüzde Siyonistlerin en büyük endişesi, Müslüman ve Ortadoğu’lu bir devletin, kendisiyle boy ölçüşecek bir güce sahip olmasıdır.
Bu, “yeni bir Selahaddin” anlamına gelir ki, “yeni Haçlı Krallığı” kimliğindeki Yahudi Devleti’nin en büyük korkusudur.
İşte Siyonistlerin, Ortadoğu’daki ve hatta tüm dünyadaki İslami hareketlere karşı son derece katı bir politika savunmasının nedeni de yine budur.
Samuel Huntington’ın öngördüğü “Medeniyetler Çatışması” tezinin asıl olarak Siyonistler tarafından destek görmesinin anlamı da budur. Siyonistler, kendisi için en büyük tehdit olarak gördükleri İslam dünyasını Batı ile çatıştırmak istemektedirler. Ya da, Kudüs İbrani Üniversitesi’nden Israel Shahak’ın deyişiyle, “Anti-İslami bir Haçlı Seferi”nin liderliğini yapmaya soyunmaktadır ve “İslami düşmana karşı girişilecek olan savaşta, Batı’nın öncülüğünü yapmak hedefinde”dir.

Bu Korku Neden?
İşte Siyonistlerin tüm bu uzun vadeli stratejisinin temeli, bu global denkleme dayanmaktadır. Ancak düşünmek istemedikleri muhtemel durum, “bünye”ye dışardan girmiş olan unsurun “doku uyuşmazlığı” nedeniyle reddedilmesi ve dışarı atılmasıdır. Siyonistler, bu tarihsel gerçeğe meydan okumaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle, Siyonistler “Hıttin Korkusu”nu aşamamaktadırlar.
Sonuç olarak; İsrail’in Ortadoğu’ya bakışını anlamak için öncelikle “Hıttin Korkusu”nun farkında olmak gerekir.

KILIÇ ARSLAN (1092-1107)

Kiliç Arslan Iznik’e gelip Anadolu Selçuklu tahtina oturduktan sonra Bizans imparatorunun tahrik ve kiskirtmasiyla Izmir emiri Çaka Bey ile ugrasmak zorunda kaldi.

Tesis ettigi kuvvetli bir donanma ile pekçok zafer kazanan ve Peçenek Türkleri ile isbirligi yaparak Bizans’i ortadan kaldirip büyük bir devlet kurmak niyetinde olan Çaka Bey Bizans imparatoru için büyük bir tehlike teskil ediyordu. O tarihlerde Bizans imparatorlugu Marmara kiyilarinda Anadolu Selçuklulari, Edirne’de Peçenekler, Ege’de de Çaka Bey tarafindan kusatilmis durumdaydi. Ege denizinde ve adalarda hakimiyet Çaka Bey’in idi. Bu durumdan oldukça rahatsiz olan Bizans Avrupa’daki hristiyan dünyasindan bir an önce Haçli seferlerini baslatmasini istiyordu. Bizans imparatoru Alexios Komnenos Hristiyan dünyasindan acil yardim alamadiysa da Kumanlarla anlasarak onlarin 40.000 süvariyle Bizans ordusuna katilmasini sagladi. Meriç nehrinin sol kiyisinda Umur Bey mevkiinde Peçenekler’e saldirarak onlari tarih sahnesinden sildi (29 Nisan 1091). Bu zaferle cosan Haçlilar da birkaç yil sonra hazirliklarini tamamlayarak hem Bizans imparatorluguna hayat verdi, hem de Anadolu ve Ortadogu’yu bir kan gölüne çevirdi.

Alexios simdide Çaka Bey’i bertaraf etmek için plânlar yapiyordu. Kiliç Arslan Çaka Bey’in kizi ile evlenerek onunla akrabalik kurmustu. Fakat onun giderek güçlenmesi aslinda Kiliç Arslan’i da endiselendiriyordu. Imparatorun Kiliç Arslan’a “Çaka Bey senin devletini ele geçirmek istiyor” tarzinda yazdigi mektup sultanin endiselerini daha da arttirmisti. Sonunda Kiliç Arslan ile impaator Alexios Çaka Bey’e karsi bir ittifak yaptilar ve Kiliç Arslan bir ziyafet sirasinda kayinpederini öldürdü (1095). Böylece Çaka Bey’i bertaraf eden ve imparatorla anlasarak batiyi emniyet altina alan Sultan Kiliç Arslan daha sonra Malatya seferine çikti. Selçuklu hakimiyeti sirasinda Gabriel adli bir ermeninin yönetiminde olan sehir hem Danismendliler’in hem de Türkiye Selçuklulari’nin hedefi olmustu. Danismendliler’den daha erken davranarak sehri muhasaraya baslayan Kiliç Arslan Haçlilarin Selçuklu sinirlarina yaklastigini haber alinca kusatmayi kaldirip süratle geri döndü.

KILIÇ ARSLAN VE HAÇLILAR

Ortadogu Islâm dünyasinin taht kavgalari ve mezhep çatismalari ile mesgul oldugu bu dönemde hilâl-haç, dogu-bati mücadelesinin en hareketli ve en mühim bir safhasini teskil eden haçli istilasina maruz kalmistir. XI. yüzyilin sonlarinda baslayan bu hareket asirlarca devam etmistir. Devrimizi alâkadar eden bu haçli harekâtinin hedef ve plânlarindan ana hatlariyla bahsetmemiz uygun olacaktir.

XI. asrin son yillarina dogru bilhassa dini, ictimaî ve iktisadî sebeplerle ortaya çikan bu hareket bati Avrupa’da Vatikan kilisesinin önderliginde baslatilmistir. Din perdesi altinda Papalik müessesesinin tesviki ile geri medeniyetli ve ilkel halk kitleleri harekete geçirilerek müslümanlara karsi büyük bir istilâ harekâti baslatilmistir. Papazlar Hz. Isa’nin dogum yeri Kudüs’ün ve kutsal saydiklari makamlari müslümanlar tarafindan kirletildigini, Kudüs’e giden hristiyanlara zulüm ve iskence yapildigini öne sürerek böylesine mukaddes bir sehrin müslümanlarin elinden alinmasi gerektigini ifade ediyorlardi. Halbuki uzun süredir kutsal topraklar hristiyan haci adaylari tarafindan ziyaret ediliyor ve bu konuda onlara müslümanlar tarafindan mani olunmak söyle dursun zorluk bile çikarilmiyor, hatta yardim ediliyordu. Filistin’de kendilerine ayrilmis hastahaneler ve ikamet merkezleri bulabiliyorlardi. Kiliseleri, manastirlari hatta kitapliklari bile vardi.

Kesislerin hristiyanlari istedikleri yöne sevketmek için kullandiklari çok etkili bir silâh vardi. Bu da affettirmekti. Onlarin bu defa ayni silâhi kullanarak günahkâr halk kitlelerini kendi maksatlarina alet ettiklerine sahit oluyoruz. Zavalli halk bu kutsal yolculuga çikmakla günahlarinin affedilecegine inaniyordu. Bunun yaninda bati Avrupa’nin ekonomik kriz içine düsmesi ve bu sikintidan ancak dogunun baharat ve diger ticaret yollarini ele geçirmekle kurtulacaklarina dair propagandalarda bu konuda etkili olmustur. Fakat en önemli sebep Islâmin giderek hristiyanlik aleyhine evrensel bir din haline gelmesi, Malazgirt zaferinden çok kisa bir süre sonra Anadolu, Suriye ve Filistin’in müslüman Türk hakimiyetine geçmesi, Iznik’in baskent oldugu bir Türk devletinin kurulmasi, Çaka Bey’in Izmir’de tesis ettigi kuvvetli bir donanma ile Bizans’i tehdit etmesi, dogudan bir sel gibi akan Türkmen kitlesinin bastiklari yeri vatan yapma düsünceleridir. Müslüman Türkler büyük bir ihtimalle Bizans engelini asacak ve Avrupa’ya da hakim olacaklardi. Türklerin Rumeli’ye geçmelerini önlemek, Anadolu, Suriye, Filistin ve Akdeniz’den onlari temizlemek gerekiyordu. Bunu da ancak bütün hristiyan dünyasinin birlikte hareket etmesi halinde basaracaklardi. Hilâl’e karsi haçin savunulmasi görevini üzerine aldigi kabul edilen Bizans artik müslüman Türkler karsisinda bu görevini yerine getiremeyecek gibiydi. O halde hristiyan dünyasi kendini Türk tehdidine karsi güvenlik altina almak için kutsal topraklarin fethine çikmaktaydi.

Papa II. Urbanus 18-28 Kasim 1095 tarihleri arasinda bütün bati Avrupa’nin ileri gelen din adamlarinin katildigi bir toplantida bu büyük harekâta süratle hazirlanmalari gerektigini anlattiktan sonra ilk büyük haçli kitlesinin harekete geçmesini temin etmistir. Ertesi yil yani 1096’da Pierre l’Ermitte ile Walter sans Avoir idaresinde heyecanli fakat disiplinsiz bir haçli kitlesi düzensiz bir vaziyette Belgrad, Nis, Sofya, Filibe ve Edirne üzerinden Istanbul’a gelmis ve Bizans imparatoru Alexios Komnenos tarafindan 6 Agustos 1096 tarihinde Anadolu yakasina geçirilmistir. Bir savas disiplininden uzak bu haçli kitlesi Eylül 1096’da Sultan Kiliç Arslan’in kardesi Davut tarafindan bozguna ugratilmis ve kurtulanlar Istanbul’a siginmislardir. Bu haçli sürülerinin Kiliç Arslan tarafindan imha edilmesi üzerine Avrupa’da prens ve dükler zirhli askerlerden mütesekkil ordularla yeni bir harekâti baslatmislardir. Bu ikinci harekâta katilan prens ve dükler sunlardir.

1. Fransa krali I. Henri’nin kardesi Vermandois kontu Hugues.

2. Toulouse kontu Raimond de Saint Gilles.

3. Asagi Loren kontu Godefrooi de Boullon, kardesleri Boudouin ve Eustace.

4. Flandr kontu II. Robert.

5. Fatih William’in oglu Normandia kontu Robert.

6. Toranto hakimi Bohemund, kardesi Roger, yegeni Tancred ve amcasi Sicilyali Roger.

Birincinin aksine tam bir disiplin içinde bulunan bu ordular savas kabiliyeti yüksek sövalyelerden olusuyordu. Bu askerler yukarida isimlerini yazdigimiz komutanlarin idaresinde 4 kol halinde harekete geçmislerdi.

1. Tuolouse kontu Raimond’un idaresindeki kitalar Güney Fransa ve Italya üzerinden Istanbul’a gelecekler.

2. Boudouin, Pirre de Toul, Godefroi de Bouillon ve kardesi Boudouin emrindeki kuvvetler kuzey Fransa ve Rhen nehri üzerinden hareketle Almanya’yi geçip Balkanlar üzerinden Istanbul’a geleceklerdi.

3. Bohemund ve yegeni Tancred’in komutasinda güney Italya’daki Normanlardan tesekkül eden kuvvetler Adriyatik denizinden Epir’e oradan da kara yolu ile Trakya üzerinden Istanbul’a ulasacaklardi.

4. Hugues de Vermandois, Normandiya dükü Robert ve Flandr kontu Robert baskanligindaki bir grup da Fransa, Italya ve Dalmaçya üzerinden Istanbul’a geleceklerdi.

Bu yeni haçli kuvvetleri 1097’de imparator Alexios tarafindan karsiya geçirildi. Mayis 1097’de Iznik’i kusatan Haçlilar müstahkem surlarla çevrili sehri sikistirmaya basladilar. Anadolu Selçuklu sultani Kiliç Arslan bu sirada Malatya’da bulunuyordu. Üstün haçli kuvvetleri karsisinda basarili olamayacaklarini anlayan Türk askeri sehri Bizans kumandani Butumites’e teslim etmek üzere müzakerelere basladiklari sirada Kiliç Arslan gelince teslimden vazgeçerek Haçlilarla kanli bir mücadeleye giristiler. Selçuklu sultani ordusunu Iznik hisari önündeki ovada savasa soktu. Çok çetin geçen bu çarpismalar sirasinda her iki taraf da agir zayiat verdi. Sonunda Iznik’i kendi mukadderatina birakarak Haçlilari daglik bölgelerde ve geçitlerde sikistirmak gayesi ile geri çekilmeye karar verdi. Haçlilar siddetli hücumlar sonunda Iznik’i ele geçirerek Bizans’a teslim ettiler (19 Haziran 1097). Kiliç Arslan böylece yalniz baskentini degil oradaki asker ve hazinelerini de kaybederken haçli kuvvetleri de Eskisehir istikametinde ileri harekâta devam ettiler. 30 Haziran 1097’de Eskisehir ovasinda Haçlilari tekrar sikistiran Kiliç Arslan arkadan yetisen zirhli birlikler karsisinda geri çekilmek zorunda kaldi.

Kiliç Arslan Anadolu içlerine çekilirken muhtelif yörelerdeki Türk birliklerini kendisine katilmaya çagirdi. Bu arada Danismendli Gümüstekin Gazi ve Kayseri bölgesi emîri Hasan ile ittifak yapti.

Haçlilar Eskisehir ovasinda bir kaç gün dinlendikten sonra Bizanslilarin tavsiyesine uyarak Konya’ya dogru yola çiktilar. Türk birlikleri zaman zaman yaptiklari baskinlarla Haçlilara agir zayiat verdirdiler. Haçlilar Agustos ortalarinda Konya’ya varip Meram’da bir süre dinlendikten sonra Eregli’ye hareket ettiler. Kiliç Arslan bu sirada tekrar haçlilarin karsisina çikti, fakat savasa girmeye cesaret edemedi. Haçlilar Eregli’de iki kola ayrildilar. Bir kismi Kilikya istikametinde yola devam ederken büyük bir bölümü de Kayseri’ye yöneldi. Emir Hasan yol boyunca Haçlilarla kahramanca savastiysa da Türklerin Kayseri’yi bosaltmalarina engel olamadi. Haçlilar Kayseri’yi geçip Göksun ve Maras yolu ile Antakya’ya dogru ilerlediler. Haçlilar Kilikya’ya varinca, Ermeniler’den gördükleri yardimlar sayesinde oldukça rahatladilar. Burada Godefroi de Bouillon’un kardesi Boudouin Ermeni Thoros’un daveti üzerine haçli ordusundan ayrilarak Urfa’ya gitti ve bir süre sonra onu öldürterek Urfa Haçli Kontlugu olarak bilinen ilk haçli devletçigini kurdu (10 Mart 1098). Haçlilar daha sonra 27 Haziran 1098’de Büyük Selçuklu hakimiyetindeki Antakya’yi isgal ederek ikinci Haçli devletini teskil eden Antakya prinkepsligini kurdular. Böylece Suriye’nin en önemli sehrini ele geçirdikten sonra asil hedefleri olan Kudüs’e dogru ilerlemeye basladilar. O sirada Fatimî valisi Iftiharü’d-Devle’nin hakimiyetindeki Kudüs’ü zaptederek binlerce müslümani kiliçtan geçirdiler ve Kudüs’te ilk Haçli Kralligi’ni kurdular (15 Temmuz 1099).

Birinci Haçli seferinin Kudüs’ün zaptiyla (15 Temmuz 1099) sonuçlanmasi Avrupa’da büyük bir heyecan uyandirdi ve Urbanus’un halefi II. Pascalis yeni bir sefer için yogun bir faaliyet baslatti. Clermont konsilinden sonra Avrupa’da araliksiz sürdürülen haçli propagandasi bazi küçük gruplarin kara veya deniz yoluyla akin etmelerini saglamaktaydi. Hristiyan dünyasinin Kudüs ve hakim olduklari diger topraklari ellerinde tutmak için hiç süphesiz çok sayida insana ihtiyaci vardi. Nitekim Godefroi de Bouillon ve kral I. Baudouin Avrupa’dan sürekli insan istemislerdi. Doguya gidenler dinî duygularini tatmin etmekten çok oraya yerlesmek niyet ve düsüncesindeydiler. Ancak sayilari yeterli olmadigi için Dogu’da istedikleri üstünlügü saglayamiyorlardi. Bu sebeple de güçlü ordularin bölgeye intikali için çaba sarfediyorlardi. Fakat büyük ordulari harekete geçirmek için sadece dinî propaganda yeterli olmuyor, oradaki zenginlik ve serveti de dile getirmek gerekiyordu.

Papa II. Pascalis yeni bir haçli seferi için Avrupa’nin güçlü krallarina çagrida bulunmus, ancak olumlu cevap alamamisti. Fakat Birinci haçli seferi nasil onlarsiz basariya ulastiysa bu sefer de tecrübeli liderlerin idaresindeki askerlerle basariya ulastirilabilirdi. Gerçekten de 1101 yili haçli seferine katilan üç büyük ordu da dükler, kontlar ve kilise ileri gelenlerinin liderliginde yola çikmisti. Birbirlerinden ayri olarak hareket eden üç ordunun birincisi Milano baspikoposu Anselm’in idaresindeki Lombardlar, Kont Etiennne de Blois’in emrindeki Fransizlar ve Konrad’in kumandasindaki Almanlar’dan olusuyordu. Ikinci ordu Nevers kontu II. Guillaume’un kumandasindaki Fransizlar, üçüncü ordu ise Aquitania dükü IX. Guillaume’un kumandasindaki Fransizlar ve Bavyera dükü IV. Welf’in idaresindeki Almanlardan mütesekkildi.

1101 yili haçli seferine katilan ilk ordu Lombard ordusu idi Baspiskopos Anselm’in idaresindeki büyük bir Lombard ordusu 13 Eylül 1100’de Milano’dan yola çikti. Ordu Subat sonlarinda Istannbul’a vardi ve surlarin disinda karargâh kurup Fransiz ve Alman birliklerini beklemeye basladi. Lombardlar Istanbul’a geldiklerinde Italyan Normanlarinin reisi ve Antakya prinkepsliginin kurucusu Bohemund’un yaklasik bir yil önce Danismendli Gümüstekin Gazi tarafindan esir alindigini ögrendiler. Burada onu esaretten kurtarip bölgeyi istilâ etmeye karar verdiler. Imparator Alexios Komnenos, Raimond ve Etienne de Blois onlari bu karardan vazgeçirmeye çalistilarsa da basarili olamadilar. Lombardlar ve müttefikleri Izmit yakinlarindaki Kivetot’ta toplandiklari sirada durumdan haberdar olan I. Kiliç Arslan dört yil öncesine göre daha hazirlikli görünüyordu. Anadolu’da gelismekte olan Danismendli Beyligi ile en azindan Haçlilara karsi birlikte mücadele edecek kadar iyi iliskiler içindeydi. 3 Haziran 1101’de Kivetot’tan hareket eden ordu Iznik, Osmaneli, Gölpazari, Nallihan ve Ayas üzerinden Ankara’ya vardi. Ankara kalesi Anadolu Selçuklu sultani I. Kiliç Arslan’a bagli bir Türk garnizonu tarafindan müdafaa edilmekteydi. Fakat bu küçük birlik Haçlilara mukavemet edecek kadar güçlü degildi. Haçlilar 23 Haziran 1102’de kaleyi ele geçirdiler ve anlasma uyarinca Bizans temsilcisine teslim ettiler.

Birinci ordu daha sonra Amasya ve Niksar’a gitmek üzere Ankara’dan ayrildi. Haçli ordusunu izledigi anlasilan Sultan I. Kiliç Arslan Danismendli Gümüstekin Gazi’yi yardima çagirdi. Haçlilarla yapilan savas gözönünde bulundurulursa Kiliç Arslan’in Haleb Selçuklu meliki Ridvan ve Harran emiri Karaca’dan da yardim istedigi anlasilmaktadir.

Sultan Kiliç Arslan Haçli ordusunun önünde geri çekilirken araziyi tahrib ettigi için Haçlilar yol boyunca yiyecek sikintisi çektiler. Çankiri’nin güçlü bir Türk garnizonu tarafindan korundugunu gören Haçlilar çaresizlik içinde etrafi yagmaladilar. Kiliç Arslan’in hemen saldiriya geçmemesi muhtemelen bekledigi yardimin gelmemesinden dolayi idi. Bundan dolayi da Haçli birliklerinin yürüyüslerini zorlastirmak ve zaman zaman da baskin tarzinda taarruzlarda bulunmakla yetiniyordu.

Haçlilar Çankiri’dan itibaren sürekli olarak Türk birliklerinin saldirilarina maruz kalinca, öncü ve artçi kuvvetleriyle kendilerini korumaya çalistilar. Fakat Türkler ordunun gerisinin 700 kisilik bir kuvvetle korundugunu görünce ani hücuma geçtiler. Lombardlar panige kapilip dagildilar. Amasya istikametindeki yürüyüslerini devam ettiren Haçlilar Amasya yakinindaki bir yerde ordugâh kurdular. Kiliç Arslan, Gümüstekin Gazi, Karaca ve Ridvan’in kumandasindaki 20.000 kisilik Türk ordusu 2 Agustos Cuma günü haçli kampini kusatmis, fakat Lombardlar ve Fransizlar’in birlikte sikica teskil ettikleri saflari yaramamislardi. Ertesi gün Konrad ve yegeni Bruno kumandasindaki 3.000 kisilik Alman birligi yiyecek aramak için ordugâhtan ayrilmislar, iki mil uzakta Türklere ait bir kaleye saldirip içindeki esya ve erzaki almislardi. Geri dönerlerken Türklerin kurdugu pusuya düserek hem elde ettikleri ganimet hem de 700 kisiyi kaybetmislerdi. Haçlilar ertesi gün Türklerle savasa girmek niyetinde olduklari halde sonradan gece karanligindan istifadeyle kaçip gitmeye karar vermislerdir ki bu durum sövalyelerin kahramanlik ve fedakârlik gibi meziyetleriyle bagdasmamaktadir. Sövalyelerin zoru görünce kadin, çocuk ve yaslilari terkedip telâs ve korku içinde dagildiklari anlasilmaktadir. Türkler haçlilarin gece karanligindan istifadeyle kaçtiiklarini ögrenince önce ordugâha gelip burada kalanlari esir aldi veya öldürdü. Daha sonra Kiliç Arslan, Gümüstekin ve Belek Gazi kaçan orduyu takibe koyuldular. Kisa bir süre içinde onlara yetiserek hepsini kiliçtan geçirdiler. Haçlilar büyük zayiat verdiler. Ordunun yüzde seksenini kaybetmislerdi. Ancak liderlerin hepsi sag salim Istanbul’a dönmüstü. Böylece 1101 yili haçli seferine katilan birinci ordunun harekâti hezimetle sona ermisti.

Kiliç Arslan ve müttefikleri bu zaferi kutlarken ikinci bir haçli ordusunun Anadolu’yu geçerek Konya’ya dogru yol aldigini ögrendiler. Bütün Türk kuvvetleriyle birlikte tepeler ve ovalar üzerinden bu haçli ordusunu takibe koyuldular. Yol boyunca araliksiz Türk hücumlarina maruz kalan sövalyeler Konya’ya gelmis fakat sehrin güçlü bir Türk garnizonu tarafindan korundugunu görmüslerdi. Muhasaradan bir sonuç alamayinca Eregli’ye hareket eden Haçlilar yol boyunca siddetli susuzluk çektiler. 300 kisi yolda ölürken digerleri de çok bitkin ve perisan düsmüslerdi. Konya’dan ayrildiktan 3-4 gün sonra 13-16 Agustos’ta Kiliç Arslan ve müttefikleri tarafindan kusatilip imha edildiler. Kurtulabilenler sefalet içinde ve büyük zorluklarla yollarina devam edip Antakya’ya ulasabildiler.

Kiliç Arslan’in müttefikleriyle birlikte kazandigi bu zaferden hemen sonra Aquitanyalilar ve Bavyeralilardan olusan üçüncü bir haçli ordusunun Anadolu’ya girdigi ögrenildi. Kiliç Arslan Lombardlar’a yaptigi gibi bu orduyu da yürüyüsleri sirasinda yipratmak için Haçlilarin geçecekleri bölgeleri tahrib etti. Sultan Eregli’ye dogru geri çekilirken bütün Türk birliklerini toparladiktan sonra bu büyük haçli ordusuyla savasa girmeyi düsünüyordu. Haçlilar Eylül ayi basinda Eregli yakinlarina kadar geldiler. Eregli suyunun kenarinda kismen bataklik olan arazide cereyan eden savasta Haçlilar agir bir bozguna ugradilar. Canlarini kurtarabilen az sayidaki kisiler daglara çekildiler. Aquitanyali Fransizlar ve Bavyerali Almanlardan olusan üçüncü haçli ordusunun da bu sekilde pusuya düsürülerek imha edilmesiyle 1101 yili haçli seferi Türklerin kesin zaferiyle noktalanmis oluyordu. Kazanilan bu zafer Türklerin Anadolu’daki varliklari açisindan bir dönüm noktasi teskil etmekttedir. Kiliç Arslan, Gümüstekin Gazi, Ridvan ve Artuklu Belek Gazi gibi çok sayida Türk emiri üç haçli ordusunu da birbiri arkasindan bozguna ugratmakla Anadolu’nun Türk vatani oldugunu kesin olarak ortaya koymus oluyorlardi. Artik Anadolu topraklari Haçli tehdidinden kurtulmus ve haçlilarin Anadolu’da toprak ele geçirme emelleri yikilmisti.

KILIÇ ARSLAN VE DÂNISMENDLILER

Dânismendliler 1071-1178 yillari arasinnda Sivas, Amasya, Tokat ve Malatya ile civarlarinda hüküm süren bir Türk beyligidir. Sultan I. Kiliç Arslan’in Haçlilarla mesgul oldugu sirada Danismendli Gümüstekin Gazi 1100 yilinda Ermeni Gabriel’in elinde bulunan ve daha önce Sultan Kiliç Arslan tarafindan da muhasara edilmis olan Malatya’ya hücum etti. Zor durumda kalan Gabriel haçli reislerine haber gönderip acil yardim istedi. Bunun üzerine Antakya prinkepsi (prens) Bohemund yola çikarak Dânismendli Gümüstekin Gazi üzerine yürüdü. Fakat maglûp oldu ve esir alinarak önce Sivas’ta daha sonra da Niksar’da hapsedildi. Bu durum Islâm dünyasinda büyük bir sevinç uyandirdi. Haçlilar ise çok büyük endiseye kapildilar. Bohemund’u kurtarmak için harekete geçen bir haçli ordusu yukarida temas edildigi gibi 1101 yilinda Ankara’yi zaptederek yol boyunca pekçok köy ve kasabayi tahrip ve yagma etti. Ayni maksatla harekete geçen baska bir haçli ordusu da Anadolu topraklarina girmisse de Dânismendli Gümüstekin Gazi Halep Selçuklu meliki Ridvan ve diger emîrlerle isbirligi yapan Sultan Kiliç Arslan bu haçli ordusunu Merzifon yakinlarinda tamamen imha etmistir. Ne yazik ki bu gelismeler Anadolu Selçuklulariyla Dâ-nismendliler arasindaki isbirligi ve ittifakin bozulmasina sebep olmustur.

Müsterek düsmanin imhâ edilmesinden sonra 1102 yilinda Malatya’yi ele geçiren Danismendli Gümüstekin Gazi ile Sultan Kiliç Arslan arasinda rekabet basladi. 1103 tarihinde Maras yolu ile Antakya üzerine yürümekte olan Kiliç Arslan Danismend Gazi’nin Bohemund’u 100 bin dinar fidye karsiliginda serbest biraktigini, esirler arasinda bulunan Richard’in da saliverilmesi maksadiyla imparator Alexios Komnenos ile müzakereye giristigini ögrenince hem Anadolu Selçuklu Sultani hem de müttefiki olmasi itibariyla alinan fidyeniin yarisinin kendisine verilmesini istedi. Fakat Gümüstekin Gazi bu teklifi reddedince onun üzerine yürüdü ve 1103 yilinda maglûp ettti.

Gümüstekin Gazi’nin 1104 yilinda ölümü üzerine Kiliç Arslan Malatya’yi muhasaraya basladi. Ona mukavemet edemeyecegini anlayan Gümüstekin Gazi’nin oglu Yagisiyan 2 Eylül 1106 tarihinde (bazi rivayetlere göre 2 Eylül 1105 tarihinde) sehri teslim etmek zorunda kaldi. Bu olay Dânismendliler’in Anadolu’da giderek artmakta olan nüfûzunu kirdi ve Anadolu Selçuklulari’nin doguda yayilmalari için müsait bir ortam hazirladi.

Kiliç Arslan doguda istilâ harekâtina geçmeden önce bati sinirlarini emniyet altina alma ihtiyacini hissettti. Bu maksatla Bizans imparatoru Alexios Komnenos ile haçlilara karsi anlasti ve gönderdigi birliklerle Bizans ordusunun Bohemund’u maglûp etmesine yardimci oldu.

BÜYÜK SELÇUKLULARLA ÇATISMA VE KILIÇ ARSLAN’IN ÖLÜMÜ

Kiliç Arslan’in doguya dogru yayilma politikasi onu Büyük Selçuklularla çatismaya itti. Sultan Berkyaruk ile Muhammed Tapar’in uzun yillar devam eden mücadelelerinden sonra Berkyaruk’un 1104 yili sonlarinda ölümü ve Musul’da meydana gelen olaylar Kiliç Arslan’in Büyük Selçuklu topraklarini ele geçirme ümidini artirdi. Kiliç Arslan’in genisleme politikasi Arslan Yabgu ve Mikailogullari arasindaki ailevî rekabetin yeniden alevlenmesine sebep oldu. Kiliç Arslan’i sarka dogru genislemeye sevkeden baska bir sebep de Islâm medeniyeti sinirlari içinde gelismekte olan dogunun bu dönemde Anadolu’ya göre çok ileri seviyede olmasiydi. Bu sirada Meyyâfarikîn (Silvan) emîri Ziyaeddin Muhammed Sultan Kiliç Arslan’i ülkesine davet ederek ona baglilik arzetti. Anadolu’daki diger beyler de ona itaatlerini bildirdiler (1105).

Sultan ertesi yil Urfa’yi kusatti. Fakat sehir müstahkem surlarla çevrili oldugu için netice elde edemedi ve Çökürmüs’ün adamlarinin daveti üzerine Harran’a gitti. Haçlilar karsisinda zor durumda kalan müslüman halk Kiliç Arslan’in Urfa’yi kusatmasini ve Harran’a gelisini sevinçle karsiladilar. Fakat sultan hastalanip Malatya’ya dönünce Urfa muhasarasi da sarka yayilma harekâti da neticesiz kaldi.

Büyük Selçuklu hükümdari Muhammed Tapar emîr Çökürmüs’ün vaad ettigi hizmet ve malî yardimdan vazgeçmesi üzerine Musul ve civarini Huzistan ve Fars arasindaki bölgeyi istilâ edip halka zalimce davranan Emir Çavli Sakavu’ya iktâ etti. Çökürmüs Çavli’nin Musul’a dogru yola çiktigini duyunca ona karsi asker toplamak için harekete geçti. Dostlarina da haber gönderip yardim istedi. Erbil hakimi Ebü’l-Heyca cevabinda çabuk davranirsa kendisi ile birlikte hareket edebilecegini aksi halde Çavli’ya katilmak zorunda kalacagini bildirdi.

Çökürmüs bu tavsiyeyi yerinde bulup hemen yola koyuldu ve Erbil’e bagli bir köyde Ebü’l-Heyca’nin askerlerinin kendisine iltihak etmesini sagladi. Çavli’nin yaninda 1000 kisilik Çökürmüs’ün ise 2000 kisilik süvari birligi vardi. Çökürmüs galip geleceginden süphe etmiyordu. Savas baslayinca Çavli Çökürmüs’ün merkezde bulunan kuvvetlerine saldirdi ve onlari perisan etti. Çökürmüs tek basina kaldi, felç oldugu için ata binemiyor ve bir sedye içinde tasiniyordu. Nihayet esir alinarak Çavli’nin huzuruna götürüldü. Çökürmüs’ün esareti ve askerlerinin yenik düstügü haberi Musul’a ulasinca oglu Zengî’yi onun yerine emîr tayin ettiler. Sehrin ileri gelenleri ittifakla onu destekleme karari aldi. Kale müstahfizi Kizoglu Çökürmüs’e ait at ve mallari askerlere dagitti. Hille Arap emîri Seyfü’d-Devle Sadaka’ya, Kiliç Arslan’a ve Bagdat sahnesi Aksungur el-Borsukî’ye haber gönderip Çavli’yi sehre sokmamak için kendisine yardimci olmalarini istedi. Kizoglu mektubunda yukarida adi geçen sahislarin hepsine yardima geldikleri takdirde sehri kendilerine teslim edecegini bildirmisti. Seyfü’d-Devle Sadaka bu teklifi kabul etmemis ve sultan Muhammed Tapar’a bagli kalmayi uygun görmüstü. Çavli yanindaki emîrlerle Musul’u muhasaraya basladi. Askerler Emîr Çökürmüs’ü her gün katir sirtinda dolastiriyor ve “Sehri teslim edin beni de bu durumdan kurtarin” diye nida ettiriyorlardi. Fakat Musullular onun bu sözlerine hiç aldirmiyorlardi. Nihayet bir gün atilmis oldugu çukurdan Çökürmüs’ün cesedi çikarildi. Çökürmüs’ün esareti üzerine adamlarinin Sultan Kiliç Arslan, Hille Arap emîri Sadaka ve Emîr Aksungur’a davetiye çikardiklarini görmüstük. Kiliç Arslan bu teklifi kabul edip ordusu ile Musul istikametinde harekete geçti. Kiliç Arslan’in Musul seferine katilan emîrler arasinda Inalogullarindan Ibrahim, Siirt emîri Kizil Arslan, Artukoglu Ilgazi, Harput emiri Çubukoglu Mehmet, Hani emiri Sahruh ve Erzen emiri Togan Arslan da vardi. Nusaybin’e ulastiginda Çavli Musul’dan ayrilmak zorunda kalmisti. Kiliç Arslan bir süre Nusaybin’de kaldi ve ordusuna bir hayli iltihaklar oluncaya kadar orada bekledi. Kiliç Arslan’in yaklastigini gören Çavli Sincar’a gitti. Artukoglu Ilgazi ve Çökürmüs’ün adamlarindan bir grup da ona katilinca 4.000 kisilik bir süvari kuvvetine sahip oldu. Öte yandan Musul halki ve Çökürmüs’ün askerleri Nusaybin’de bulunan Kiliç Arslan’dan kendilerine dokunmayacagina dair yemin aldi. Hep birlikte Musul üzerine yürüdüler ve Sultan Kiliç Arslan 22 Mart 1107 tarihinde sehre hakim oldu. Çökürmüs’ün oglu ve adamlari onu merasimle karsiladilar. Kiliç Arslan da onlara hil’at giydirdi. Musul’da tahta oturan Kiliç Arslan Büyük Selçuklu hükümdari Muhammed Tapar adina okunmakta olan hutbeye son verip kendi adina hutbe okuttu. Askere ve halka çok iyi davrandi. Kaleyi Kizoglu’ndan teslim alan Kiliç Arslan halka zulüm gibi gelen bazi vergileri kaldirdi. Fitne ve fesada sebep olan jurnalciligi yasakladi. Kim jurnale tevessül ederse öldürürüm diye ferman çikardi. Sehre kendi memurlarini da tayin ederek Musul’u tamamen kontrolü altina aldi.

Kiliç Arslan Nusaybin’e geldigi sirada Musul’dan ayrilan Çavli Artukoglu Ilgazi ile birlikte Sincar’a oradan da Rahbe’ye geçmisti. Halep Selçuklu meliki Ridvan bu sirada Emîr Çavli’ya bir mektup göndererek haçlilara karsi isbirligi teklif etti. Çavli da Ridvan’a ulaklar göndererek Musul’a yeniden hakim olabilmesi için kendisine askeri yardimda bulunmasini ve bu gerçeklestikten sonra Haleb’i tehdit etmekte olan haçlilara karsi birlikte hareket edebilecegini bildirdi. Bu sartlarla yapilan anlasmayi kabul eden Ridvan Antakya hakimi Tancred ile baris yaptiktan sonra derhal askerleri ile birlikte ona katildi.

Musul’daki islerini tamamlayan Sultan Kiliç Arslan bir miktar asker ve bazi emîrlerle 14 yasindaki oglu Meliksah’i burada vekil birakip Çavli ile savasmak üzere 4.000 kisilik süvari birligi ile yola çikti. Çavli’nin güçlü bir orduya sahip oldugunu duyan bazi emîrler ordudan ayrilmaya karar verdiler. Buna ilk tesebbüs eden Emîr Inaloglu Ibrahim çadirlarini ve agirliklarini birakip ordudan ayrildi. Daha sonra diger bazi emîrler de ayni sekilde hareket ettiler. Bunun üzerine Sultan Kiliç Arslan Bizans Imparatoru Alexios Komnenos’a yardim için gönderdigi birliklerini geri çagirmak zorunda kaldi. Sultan Habur’a geldiginde yanindaki süvarilerin sayisi 5.000 idi. Emîr Çavli’nin ise 4.000 süvarisi mevcuttu. Haleb Selçuklu meliki Ridvan ve bir grup askeri de Emîr Çavli’ya katilmisti. Kaynaklarin ifadesine göre Çavli’nin askerleri daha mert ve daha cesurdu. Çavli Sultan Kiliç Arslan’a bagli emîrlerin birlikleriyle ayrilip gittiklerini görünce takviye kuvvetleri gelmeden hemen hücuma geçmeyi düsündü. 9 Sevval 500 (3 Haziran 1107) tarihinde meydana gelen savasta Sultan Kiliç Arslan olaganüstü bir cesaret göstermis ve düsman üzerine bizzat kendisi yürümüstür. Çavli’nin sancaktarinin kolunu kesmis, hatta bizzat Çavli’ya yetisip kiliç sallamis, fakat Çavli zirhli oldugundan ona bir zarar verememisti. Bu sirada Çavli’nin ordusu taarruza geçip Kiliç Arslan’a bagli kuvvetleri bozguna ugratti ve agirliklarini yagmaladi. Kiliç Arslan askerlerinin maglup oldugunu görünce kendisine karsi saltanat davasina giristigi Büyük Selçuklu hükümdari sultan Muhammed Tapar’in eline esir düsmekten korktu ve onlara ok yagdirarak atini Habur nehrine sürdü. Ati ve kendisi zirhli oldugundan ve arkadan da sandallarla devamli ok yagdirildigindan nehri geçmeyip boguldu. Cesedi birkaç gün sonra Habur’a bagli Semsâniyye köyünde bulundu. Cenaze önce burada defnedildiyse de daha sonra Meyyâfarikîn’e (Silvan) götürüldü (Temmuz 1107).

Sultan Kiliç Arslan’in atabegi Mehmed Meyyafarikîn’de onun için Kubbeetü’s-Sultan adiyla meshur bir türbe yaptirdi. Sultan Kiliç Arslan’in oglu Mesud 1143-1144 yillarinda cenazeyi Konya’ya götürmek istedi, sultanin tabutu bu maksatla Âmid’e getirildiyse de Gürcülerin Islâm topraklarina saldirmalari dolayisiyla bu mesele ile ilgilenemeyip cenazeyi tekrar Meyyafarikîn’deki türbeye naklettirdi. Kiliç Arslan’in kahramanca çarpismasina ragmen feci bir sekilde ölmesi Türkler arasinda unutulmaz acilar birakti. Ibnü’l-Esîr: “Bazi ölüm olaylari Araplar arasinda nasil meshur ise Kiliç Arslan’in ölümü de Türkler arasinda öyle meshurdu” diyor. Hatta bu olayin Osmanli hanedaninin mensup oldugu Kayi boyunun hafizasinda derin izler biraktigi ve Süleymansah’in Firat’ta bogulmasiyla karistirildigi görülmektedir. Hristiyan tarihçilerden Willermus da Kiliç Arslan’i çok cesur, ileri görüslü ve mahir bir kumandan olarak tanitir. Gerçekten de Kiliç Arslan Anadolu’ya geldiginde bir yandan bagimsizlik sevdasinda olan Türkmen beylerini Anadolu Selçuklu devletinin semsiyesi altinda toplamak, bir yandan Bizans imparatorlugu diger taraftan da Haçlilarla ugrasmak zorunda kalmisti.

Kiliç Arslan Haçlilarin Anadolu’dan geçmesine mani olamadiysa da daha sonra gelen birliklere Anadolu’yu mezar yaparak devletin varligini korumayi basarmistir. Kiliç Arslan halk ve askerleri tarafindan çok sevilen adil bir hükümdardi. Hayirsever oldugu için ölümüne sadece müslümanlar degil hristiyanlar da üzülmüslerdir. Çagdas Ermeni tarihçisi Urfali Mateos onun çok âlicenap ve hayirsever bir insan oldugunu, ölümünde hristiyanlarin da yas tuttugunu söyler.

KILIÇ ARSLAN’DAN SONRA ANADOLU SELÇUKLU DEVLETI

Türk-Islâm tarihi için büyük bir istikbal vaad eden Anadolu Selçuklu sultani Kiliç Arslan’in genç yasta ölümü, ogullari arasinda Danismendliler’in de müdahale ettigi taht kavgalarina sebep oldugu gibi bunu firsat bilen Bizans’in da Anadolu topraklarini geri alabilmek için harekete geçmesine müsait bir zemin hazirladi. Kiliç Arslan’in ölümü Anadolu Selçuklularini Süleymansah’in ölümüyle ortaya çikan buhranlardan daha büyük karisikliklara sürükledi. Onun ölümü bütün dogu dünyasini etkiledigi gibi Bizans’i da Bohemund’un Balkanlar’dan saldirmaga hazirladigi sirada muhtemel bir tehlikeden kurtarmis oluyordu. Öte yandan kudretli hükümdarin vefati Büyük Selçuklular’in Iran’da uzun bir süre daha tutunmalarini saglamakla beraber müslüman Suriye’yi kendisini birlestirmeye muktedir yegâne kuvvetten de mahrum birakiyordu. Bu tarihten itibaren Bizans, Haçli ve Ermenilerle birçok cephede birden savasmak zorunda birakilan Anadolu Türkleri bir ölüm-kalim mücadelesine gireceklerdir.

Kiliç Arslan’in ölümü üzerine Emîr Bozmis tarafindan Malatya’ya götürülen oglu Tugrul Arslan’in annesi Ayse Hatun, nüfuzlu bazi Türk emîrleriyle evlenerek sehri elinde tutmaya çalisiyordu. Önce Il-Arslan adli bir emîrle evlenen Ayse Hatun daha sonra onu tevkif ettirerek devrin meshur ve kahraman emîrlerinden Belek Gazi ile de evlendi ve onu ogluna atabeg tayin etti.

Öte yandan sultan Kiliç Arslan’in Konya’daki nâibi durumunda olan Kayseri Emîri Hasan, Sultan Muhammed Tapar ile iyi iliskiler içindeydi. Sultan Muhammed Tapar kendisini metbu taniyacagina dair sadakat yemini aldigi Sahinsah’i muhtemelen Emîr Hasan’in da tesvik ve yardimlariyla 1109 yilinda serbest birakti. Veya o Ibnü’l-Kalânisî (s. 158)’nin dedigi gibi 503 yili baslarinda (1109) ordugâhtan kaçarak gelip Konya’da Selçuklularin basina geçti. Sahinsah Konya’da idareyi ele aldiktan sonra Emîr Hasan ile birlikte Bizans sinirlarina basarili taarruzlarda bulundu. Bu seferin basariya ulasmasindan Sultan Muhammed Tapar’in gönderdigi ileri sürülen yardimlarin da büyük rolü oldugu söylenebilir. Ancak bu yardimlarin hangi yolla ve nasil gerçeklestirildigini bilmiyoruz. Deguignes, Albertus ve Anna Comnena’ya istinaden (s. 59 vd.) Rumlarin Anadolu’da Türklerden üstün duruma gelmeleri üzerine Muhammed Tapar’in Emîr Mevdûd’u buraya gönderdigini ve bu ordunun Stamirie sehrini muhasara, zabt ve yagma ettigini, daha sonra da Kudüs’ü ziyaretten dönen hristiyan hacilari öldürdügü, bir kismini da esir aldigini söyler. Sayet bu hadise dogruysa bunu Büyük Selçuklu sultanlarinin Anadolu’ya yaptiklari son müdahale olarak kaydedebiliriz. Büyük Selçuklu ordularinin Suriye’de haçlilara karsi baslattigi cihad ile ayni devreye rastlayan bu harekât Büyük Selçuluklar ile Anadolu Selçuklularini müsterek düsmana karsi müttefik hale getirmisti. Ancak bu ittifak ve karsi taarruza ragmen Türklerin Anadolu içlerine dogru geri çekilmelerine engel olunamadi. Sahinsah taarruz halindeki Bizans’a karsi Alasehir üzerine bir ordu gönderdi. Fakat sehrin valisi Konstantin Gabras, Efes civarinda onlari maglub etti. Bunun üzerine Sahinsah, imparatora elçi göndererek sulh teklifinde bulundu. Imparator da kabul etti ve iki taraf arasinda bir anlasma imzalandi.

Sultan Muhammed Tapar’in 504/1110-1111 tarihinde haçlilara karsi Imparator Alexios ile bir anlasma yapmasi Türkler ile Bizans arasindaki eski düsmanliklari tamamen ortadan kaldirmamisti. Nitekim 1113 yilinda Anadoolu Selçuklu sultani Sahinsah’in Emîr Monolug (Monolycus) ve Emîr Muhammed gibi bazi kumandanlariyla beraber Bizans’in Ege bölgesindeki topraklarina taarruz ettigini görüyoruz. Dönüste Kütahya önlerinde Imparator Alexios tarafindan pusuya düsürülerek maglûp edilmelerine ragmen Bizans, 1116 yilinda Emîr Monolug’un yeni bir sefere çikmasina engel olamadi. Ancak Alexios bundan sonra Antakya princepsi Roger ile anlasmak suretiyle Türklere karsi takib ettigi politikayi degistirdi ve onlar üzerine daha siddetli saldirilar tertip etmeye basladi. Bunun üzerine kardesi Mesud’un saltanati ele geçirmek üzere isyan ettigini haber alan Anadolu Selçuklu sultani Sahinsah ve Emîr Monolug imparatora basvurarak sulh istemek zorunda kaldilar. Alexios Komnenos’un Afyonkarahisar’daki ordugâhina giderek Bizans lehine bazi sartlari muhtevi bir anlasmayi imza ettiler. Anna Comnena’ya göre (s. 405) bu anlasmayla Türkler ülkelerini adeta imparatorun rizasiyla ellerinde tutar bir hale getirilmek isteniyordu. Böylece Türkler Bizans sinirlarini zorlamayacaklar ve Bati Anadolu güvence altina alinmis olacakti.

Konya Selçuklu tahtini ele geçirmek üzere harekete geçen ve Emîr Gazi’nin kiziyla evlenerek Danismendliler’in de destegini elde eden Mesud, Afyonkarahisar’da imparatorla sözkonusu anlasmayi imzaladiktan sonra ihttiyatsiz bir sekilde dönmekte olan kardesi Sahinsah’a saldirdi. Halbuki Imparator ona Mesud’un isyani bastirilincaya kadar beklemesini tavsiye etmisti. Sahinsah’in bir süre önce öldürdügü Emir Hasan’in oglu Gazi babasinin intikamini almak için bizzat Sahinsah’a hücum etti. Fakat Sultan onu bertaraf etti ve Imparatora iltica etmek üzere geri kaçti. Ancak Mesud’un askerleri Aksehir yakinlarindaki bir kalede ona yetistiler ve yakalayip gözlerine mil çektiler (1116). Mesud kardesinin yerine Konya’da tahta çikti. O Konya’ya münhasir kalan hakimiyetini kayinpederi Emir Gazi’nin himayesinde sürdürüyordu ki bu Anadolu’da üstünlügün yeniden Danismendliler’e geçtigini gösterir. Daha sonra kardesi Sahinsah’in tamamen kör olmadigini ögrenen Mesud basina yeni gaileler açmasindan endise ederek onu yay kirisiyle bogdurarak öldürttü. Süryani Mikhail ise Mesud’un daha önce kardesi Sahinsah tarafindan hapsedildigini, Sahinsah’in imparator ile görüsmek üzere Mesud’u hapisten çikardigini ve Danismendli Emîr Gazi’nin yanina götürüp onu sultan ilân ettiklerini ve Istanbul’dan (aslinda Afyonkarahisar’dan) dönmekte olan Sahinsah’i pusuya düsürüp gözlerine mil çektiklerini anlatir. Bar Hebraeus ise Muhammed Tapar’in Meliksah (Sahinsah)’i Malatya’ya gönderdigini, onun küçük kardesi Tugrul Arslan’i azlettikten sonra diger iki kardesi Mesud ve Arab’i da hapsettigini, burada yillarca kalan Meliksah (Sahinsah)’in Danismend oglu tarafindan rahatsiz edilmesi üzerine Imparator Alexios’dan yardim istemek üzere yanina gittigini ve Meliksah (Sahinsah)’in pek çok altin ve hediye ile dönerken yolda Danismend oglu tarafindan pusuya düsürülerek gözlerinin kör edildigini, bunun üzerine Malatya’daki emîrlerin de Mesud’u hapisten çikardiklarini, onu ve kardeslerini Malatya’da birakip Konya’ya giderek burayi baskent yaptigini söyleyerek Mesud’un saltanati ele geçirmesinde Danismend oglu Emir Gazi’nin önemli rol oynadigini ortaya koymaktadir. Ancak O, Sahinsah’in 1109’dan 1116’ya kadar Konya Selçuklu tahtini isgal ettiginden habersiz gibidir. Sibt ise Sultan Kiliç Arslan’in Musul’da biraktigi oglunun Mesud oldugunu, onun 503’e (1109) kadar Sultan Muhammed Tapar’in yaninda mahbus kaldigini ve sonra kaçarak Malatya’ya geldigini ve Anadolu’ya hakim oldugunu söyler. Mesud’un da diger kardesleri gibi babasinin yaninda bulunmasi ve onun ölümünden sonra Sultan Muhammed Tapar’in yanina gönderilmis olmasi gayet tabiidir. Ancak Kiliç Arslan’dan sonra Anadolu Selçuklu tahtina önce Sahinsah’in sonra da Mesud’un geçtigini kabul etmek gerekir. Zira gerek Anna Comnena ve gerekse yukarida sözünü ettigimiz diger kaynaklar bu görüsü teyid eder mahiyettedir.

Batı ( Daha Çok Avrupali ) Türkleri Neden Sevmez …


İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi Alman asilli Prof. Naumark ile bir kısım talebesi Boğaziçinde geziye çıkarlar. Talebelerden biri prof. Naumark’a su soruyu sorar:

– Avrupa bizi neden sevmez hocam ? prof. Naumark su cevabi verir:

– Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir, Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:

1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza laik söyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.

2.Sizler farkında değilsiniz ama, onlar su gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3. Avrupanın pazarı idiniz. Simdi Avrupayı pazar yapmaya başladınız.

4. En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.

5. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.

6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine

benzeterek hakimiyet sağladılar.önce ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar giyiminizden yaşantınıza kadar sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar A-B-C-D gibi

7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi, Kaldı ki Vahhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığının adamlarıdır. Bati her yerde İslamiyeti, sapık inançlara kanalize etti.Ama Osmanlı, Asr-i Saadet’i devam ettirdi.

8. Kilise size kin kusmaktadır. Ve sebepleri yukarıdadır.

9. Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, simdi 19 üniversite var. (O tarihte öyle idi simdi ise çok daha fazla.) Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı tarihinize bakin her medresede bilim eğitimi vardı ilk denizaltını Osmanlının yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de ama Avrupa bunu biliyor

10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupanın refahı ve medeniyeti yıkılır.Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor.

11. Yine sizler, Avrupanın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.”

Evet, almasını bilene ders ve ibretlerle dolu bir itirafname…

I. Kılıç Arslan (1093-1107)

Sultan I. Kılıç Arslan İznik’te Selçuklu tahtına geçtiği sırada Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Saltuk, Danişmend, Mengücük-oğulları ve İzmir’de Çaka Bey müstakil hükümdar gibi hareket ediyorlardı. Dolayısiyle Anadolu Türk birliğinden söz edilemezdi.

İzmir’i devletine merkez yapan Çaka Bey, Adalar denizinde meydana getirdiği ilk Türk donanması ile bir çok zaferler kazandıktan sonra Balkanlar’daki Peçenek Türkeleri ile ittifak yaparak Bizans imparatorunu ortadan kaldırmak tasavvurunda idi. Kılıç Arslan bu kudretli Türk beyi ile münasebete girişmiş ve onun kızıyla evlenmişti. Anadolu sultanı sıfatiyle kendisine tâbi olması gereken Çaka’nın bu derece kuvvetlenmesi Selçuklu sultanını endişelendiriyordu.

Kılıç Arslan ile Çaka arasındaki durumdan maharetle faydalanmasını bilen Bizans imparatoru, çeşitli entrikalarla Kılıç Arslan’ı onun aleyhine tahrik etti ve ittifak yapmayı başardı. Nihayet iki hükümdar müştereken Çaka’ya karşı harekete geçtiler. İkisine karşı koyamayacağını farkeden Çaka, Kılıç Arslan’ın yanına gitti. Kılıç Arslan onu görünüşte iyi bir şekilde karşıladı, fakat tertiplenen ziyafette daha önce hazırlanan plân gereğince idam ettirdi (1094).

Çaka’nın ortadan kaldırılması ve Bizans imparatoru ile anlaşma yapılmasıyla batı hududlarını emniyete alan Sultan Kılıç Arslan, doğuya yönelerek Ermeni Gabriel’in elinde bulunan Malatya’yı muhasara etti. Muhsara devam ederken Haçlı ordularının Anadolu’ya doğru ilerlemekte olduklarını haber alınca muhasarayı kaldırmak zorunda kaldı (1096).

Haçlılarla Mücadele Devresi

Anadolu’nun ve arkasından da Filistin ve bilhassa Kudüs’ün Selçuklular tarafından fethi, Bizans imparatorlarının papalar nezdindeki teşebbüsleri, yavaş yavaş Avrupa’da Müslümanlara karşı bir hareketin başlamasına sebep oldu. Bilhassa Aleksios Komnenos’un 1091 yılında Papa II. Urbain’e müracaat ederek yardım istemesi ve onun da çalışmaları neticesinde o zamana kadar tarihin en büyük askerî harekâtı olan Haçlı Seferleri başlamıştır.

1095 yılında Papa II. Urbanus, Kudüs’ü kurtarılması için bir konferans düzenlemiş, bütün Hıristiyanlara savaş için çağrı yapmış ve gerçekten onları etkilemişti. Haçlı ordusunun ilk toplanma yeri Fransa oldu. Sonra bu ordu Almanya’da toplananlarla birleşti. Macaristan’da ve Balkanlar’da toplananlar da yolda onlara katıldı.

Bunların manevi liderleri aynı zamanda rehberleri iki keşiş idi. Bizans kapılarına dayandıkları zaman onların bir çoğu çapulcu alayından başka bir şey olmadığını gören imparator, kurtarıcı olmaktan ziyade batırıcı, yağmalayıcı olacaklarını anlayarak korktu. Hiç bekletmeden, Boğazdan Anadolu yakasına geçmelerini sağladı. Pierre L’ermit idaresindeki çapulcu Haçlı grubu İzmit yakınlarında Kılıç Arslan’ın kardeşi Davud tarafından imha edildiler. Fakat kısa bir süre sonra kontların, düklerin ve şövalyelerin idaresindeki muntazam Haçlı birlikleri gelince Türkler geri çekilmek zorunda kaldılar.

Haçlılar Anadolu Selçuklu devletinin merkezi İznik’i muhasara ettiler. Muhasara devam ederken Kılıç Arslan yetişti, ancak sayı ve techizat bakımından çok üstün olan Haçlı kuvvetleri karşısında, düşmana ağır kayıplar verdirmesine rağmen muhasarayı kıramadı. Muhasaranın uzamasının daha büyük kayıplara mal olacağını farkeden Türkler, Bizans imparatoru ile anlaşarak şehri ona teslim ettiler (Haziran 1097). Kılıç Arslan da savaş taktiğini değiştirerek Eskişehir’e doğru çekilmeğe karar verdi.

Haçlılar’ın ilerleyişi karşısında Dânişmend Gazi ve Kayseri hâkimi Emir Hasan ile ittifak yaparak onların kuvvetleriyle birlikte Eskişehir ovasına çıkan vadiyi tuttu. Eskişehir ovasında Temmuz ayında cereyan eden bu tarihî meydan savaşında her iki taraf da kahramanca döğüştü. Fakat düşmanın büyük üstünlüğü ve özellikle Türk silahlarının zırhlı Haçlı şövalyelere tesirsizliği karşısında Kılıç Arslan daha fazla kayıp vermemek için savaş sahasını terk etti. Bundan böyle Haçlılarla meydan savaşı yerine, onların geçeceği bölgelerde su kuyularını kapatarak, ekinleri tahrip ederek ve meskun yerleri boşaltarak yıpratma taktiğine başvurdu.

Haçlılar Orta Anadolu’yu geçerken çok zayiat verdiler. Kılıç Arslan, Dânişmend Gazi ve Emir Hasan ile birlikte Ereğli’de yeniden Haçlıların karşısına çıktı, fakat yine başarılı olamadı. Haçlıların İznik’i zabtetmesi üzerine Konya’yı kendisine merkez yapan Kılıç Arslan, bu sırada harekete geçen Bizans imparatoru Aleksios’a karşı gerekli kuvvetleri gönderememiş ve Eskişehir-Antalya hattına kadar olan topraklar Bizans’ın eline geçmişti.

I. Haçlı Seferinde elde ettikleri bu başarı ile Avrupalılar bazı Türk-İslam ülkelerinde küçük Frank devletlerinin kurulmasını sağladılar: Urfa Kontluğu (1098-1114), Antakya Prensliği (1098-1268), Trablus Kontluğu (1109-1289) ve Kudüs Krallığı (1110-1268) gibi.
Bununla beraber Antakya Kontu Bohemond’un Dânişmendliler tarafından esir edilmesini müteakip Kılıç Arslan 1101 yılında harekete geçen Haçlı birliklerini birbiri arkasından Amasya yakınlarında ve Ereğli’de imha etti (1102).

Haçlılara karşı kazanılan bu son zafer, Selçuklulara, sarsılan emniyet ve itimatlarını iade ettiği gibi Haçlılara ve Bizanslılara Anadolu’dan geçmenin zorluklarını gösterdi. Bununla beraber daha önce Haçlılara karşı ittifak yapmış olan Kılıç Arslan ile Dânişmend Gazi’nin arası açıldı. Danişmend Gazi, Kılıç Arslan’ın meşguliyetinden faydalanarak Malatya’yı zabtetti (1102).

Bu arada Bohemond’dan alınan fidye meselesi de aradaki soğukluğu iyice artırdı. Nihayet 1104 yılında Danişmend Gazi’nin ölümü üzerine Kılıç Arslan iki aylık bir kuşatmadan sonra Malatya’yı zabtetti (2 Eylül 1106).

Bundan sonra Bizans imparatoru ile sulh yapıp batı hudutlarını emniyete aldıktan sonra Harran’ı ve Suriye meliki Dokak’ın elinde bulunan Meyyafarikin’i ülkesine kattığı gibi Diyarbekir ve Musul bölgelerine de hâkim oldu.

Bu gelişmeler karşısında Emir Cavlı, Artukoğlu İlgazî ve Melik Rıdvan, Kılıç Arslan’a karşı ittifak yaptılar. İki taraf Habur nehri üzerinde karşılaştı. Haziran 1107 tarihinde meydana gelen muharebede Kılıç Arslan’ın birlikleri mağlûp oldu; kendisi de esir olmamak için atıyla birlikte Habur suyuna daldı, fakat zırhların ağırlığı sebebiyle boğuldu.

Sultan I. Kılıç Arslan, Türkiye Selçuklu devletinin gerçek kurucusudur. Bütün ömrü Bizans, Haçlılar ve Anadolu’da Türk birliğini sağlamak için mücadele ile geçmiştir. Devrin Müslüman ve hristiyan kaynakları onun âdil ve cesur bir hükümdar olduğunda ittifak hâlindedirler.

Yildirim Bayezid DÖnemi

Babasi, Murad Hüdavendigâr’in tahta cülûs etikleri 761 (1360) yilinda dünyaya gelen Bâyezid, âdil, yigit, bilginlerle yoksullari seven, zenginlere sefkat, zahidlerle iyi insanlara saygi gösteren bir hükümdar idi. Ela gözlü, arslan simali, kumral sakalli, görünüsü kirmiziya mail, ak, müdevver ve berrak idi. Heykel gibi saglam ve güçlü kuvvetli idi. Cenk ve savas günlerinde korkusuz bir padisah idi. Giydigi elbise genellikle Bursa kadifesindendi. Annesi Gülçiçek hatundu.
Osmanli pençesinin kavradigi Rumeli agacinda, harp sahasinda hükümdar ilân edilip babasinin tahtina oturan Yildirim’in bâzusu, daha nice meyvelerini Osmanlilarin etegine düsürmek üzere bekleyici idi. O, harp sahasinda hükümdar ilân edildiginden muharebeye devam etmekten geri durmadi. Ayrica komutanlardan Pasa Yigit’i Bosna, Firuz Bey’i de Vidin taraflarina akina gönderdigi gibi bizzat kendisi de Kratova gümüs madenlerini zapt ile Üsküp sehrine Türk göçmenlerini iskân ettirdi.
Avrupa’nin siyaset aktörleri, Yildirim ünvani ile anilan Bâyezid’in fikir ve düsüncelerini pek de bilmez sayilmazlardi. Babasinin biraktigi hududu, mucizeli ordusuyla gögüsleyip alabildigine açan, açarken de karsilastigi sayisiz müsküllere yutkunmadan katlanan, özellikle kilise için bir Isa düsmani sayildigi halde, feth ettigi Hiristiyan ülkelerinin halkina bu kilise mensuplarindan, hatta papalardan daha müsfik ve anlayisli davranan koca Hüdâvendigâr gibi, oglu da acaba ayni siyaset ve insanlik yolu üstünde mi yürüyecekti?
YAKUB ÇELEBI OLAYI
Sultan Murad’in, Kosova Savasi’nda sehid olmasindan sonra devlet adamlari ile askerî erkânin ittifaki üzerine yerine büyük oglu Bâyezid geçti. Askerî hareketlerdeki sür’ati yüzünden “Yildirim” ünvanini alan Bâyezid, Kosova savasinda Rumeli askeri ile sag cenaha kumanda etmisti. Savasin kazanilmasinda da büyük bir rol oynamisti. Bâyezid, henüz düsmani kovalamakla mesgul olan kardesi Yakub’u çagirtarak hükümdarliga ortak olur endisesiyle onu öldürtmüstü. Böylece yeni bir buhranin çikmasina da engel olmustu. Bu olay, bazi devlet adamlari ile askerler arasinda ve Osmanli sinirlari disinda kalan Anadolu Beylikleri arasinda Yildirim Bayezid’e karsi bir hosnutsuzlugun dogmasina sebep olur. Âsikpasazâde, bu olayla ilgili olarak “Ol gece askere izdirap düstü” diyerek, askerin bu hadiseden nasil müteessir oldugunu anlatmaya çalisir.
Gerçekten bazi yazarlar, Yildirim Bâyezid’in bu hareketini çok dramatik bir sekilde vermekte ve bunu, Yildirim’in Timur karsisindaki maglubiyetinin sebeplerinden biri olarak görmektedirler. Bu cümleden olarak Fatma Aliye sunlan söyler:
“Sehzadeler ve askerî komutanlar, hezimete ugrayanlan takib ediyorlardi. Yildmm Bâyezid’e haber verildi. Hemen gelip zât-i sâhâneye mahsus olan ak sancak altina oturdu. O ak sancak, Selçuklu Sultani’nin Osman Gazi’ye vermis oldugu sancakti ki o zaman o sancagin altina zat-i sâhâneden baskasi oturamazdi. Yildirim Bâyezid, o sancagin altina oturmakla ilan-i saltanat etmis oldu.
Zavalli Yakub Çelebi, hadiseden habersiz olarak ordugâha geldiginde yorgunlugunu geçirmeye ve rahat bir nefes almaya firsat bulamadan “pederin seni istiyor” diyerek Hüdâvendigâr’in mübarek cesedi üzerine kurulan çadira götürülüp orada bogduruldu. Bu vak’a, bütün tarih kitaplarinda mühim bir konunun açilmasina sebep olmustur. Bunu, Yildirim’in maglubiyet sebeplerinden biri ve belki birincisi olarak kayd edenler de olmustur. Savci Bey de buna bir örnek teskil etmiyor. Çünkü Savci Bey, isyan bayragini çekmisti. Andronikos ile birlikte bir eskiya grubunun basina geçmisti. Yakub Çelebi ise o zaman önemli bir vilayet olan Karesi’yi çok iyi idare etmis, harplerde zaferler kazanmis ve herkesi kendinden memnun etmisti.”
Murad Hüdâvendigâr’in sehadeti üzerine meydana gelen saltanat degisikligi, Anadolu Beylerinin ve özellikle kendisini Selçuklularin mirasçisi sayan Karamanlilarin ortadan kalkmis gibi görünen düsmanligini tekrar ortaya çikardi. Sehzade Yakub’un öldürülmesini bahane ederek, güya onun intikamini almak üzere Bâyezid’e karsi harp açip her taraftan tecavüze kalktilar. Karamanaoglu Alaeddin Bey tarafindan kiskirtilan bu beylikler, Aydinli, Saruhanli, Germiyanli, Menteseli ve Hamideli beylikleri idi. Nitekim Germiyanogullari’ndan Sah Çelebi oglu Yakub Bey, daha önce Osmanlilar eline geçmis olan Germiyan kasaba ve bölgelerini geri aldigi gibi Karamanlilar da Beysehri’ni zapt ettiler. Anadolu’da Kara Tatar denilen Mogollarin reisi Mürüvvet Bey de Kirsehir’i zapt edip Sivas emiri Kadi Burhaneddin’e teslim etti. Diger beylerin her biri, bu karisikliktan istifade ederek bir takim yerlerin zaptina kalkistilar. Bu durum, Osmanli Devleti’ni çok zor durumlara sokmustu. Babasi tarafindan saglanmaya çalisilan Anadolu birligi yeniden tehlikeye girmisti. Sultan Yildirim Bayezid’in bunlara süratli bir sekilde çare bulmasi ve isleri düzeltmesi gerekiyordu. Bunun için Bâyezid, Anadolu’ya geçmeden önce Rumeli’deki durumu derhal düzeltmek gerektigini düsünerek kendisine muhalefette bulunan emir ve askerleri yeniden kendine bagladi. Sonra Sirp Krali Lazar’in henüz küçük yastaki oglu Istefan Lazaroviç’in vasisi olan annesiyle anlasti. Bu yeni Sirp despotu da vergi (harac) ve gerektiginde muharebelerde bütün askeri ile birlikte padisahin maiyetinde bulunmayi taahhut ettigi gibi her yil Osmanli padisahini ziyaret etmeyi de kabul ediyordu.
Kosova maglubiyetinden sonra gerek Istefan Lazaroviç, gerek Pristine hakimi Vuk Brankoviç yerlerinde kalabileceklerini hiç ümid etmiyorlardi. Onlar, Yildirim’la anlasmayi canlarina minnet bildiler. Bu antlasmayi kuvvetlendirmek için yeni Osmanli hükümdari, maktul Lazar’in kizi Marya Despina’yi nikahlamisti. Bayezid’in bu sekildeki genis müsamahasina Anadolu’daki vaziyetin kritik durumu sebep olmustu. Bu baris sayesinde Rumeli’de, disardan gelebilecek ve özellikle Macarlar tarafindan yapilacak tahrik ile meydana gelmesi muhtemel bir muhalefet önlenmis oluyordu. Böylece meydana gelen dostluk, samimi bir sekilde Bâyezid’in vefatina kadar devam edecekti. Sirplar, Kosova’da hâkimiyetlerine son veren darbeyi yemis olmalarina ragmen, dinî ve millî degerlerine karsi gördükleri genis müsamaha ve müsaade yüzünden fatihlerin (Osmanlilarin) idaresine tereddüdsüz katildilar. Hele Arnavud, Macar ve Dalmaçyalilara karsi yapilan akinlarda ganimetlere istirak etmeleri, anlari yeni idareye çarçabuk isindirdi.
Yildirim Bayezid, Balkanlar’da kuvvetli kalabilmek için akinci teskilatini yeniden canlandirmak ihtiyacini hissederek Evrenos Bey, Pasa Yigit Bey ve Firuz Bey gibi komutanlarin, basta Bosna olmak üzere Eflak ve Tuna’nin kuzey taraflarina kadar akinlar düzenlemelerini emr etti. Daha önce de kisaca temas edildigi gibi bu akinlar esnasinda Üsküp alinarak sehre Türk ahali yerlestirilmisti. Bu sirada Edirne’ye dönen Bâyezid, Anadolu’ya hareket etmeden önce burada dinî ve sosyal müesseselerin kurulmasini emr etti. Böylece Edirne bir kültür merkezi haline gelmeye basladi. Gerçekten de hâlâ bu gün Yildirim adi ile anilan mahallede bir imâret ile kubbesi dört kemer üzerinde durmakta olan caminin temellerini atti. Bu arada kendisini tebrike gelen Venedik ve diger Italyan siteleri ile olan ticaret antlasmalarini yeniledi. Yeni hükümdar, Venedik ticaretini himaye etmeyi kabul ediyorsa da gelecek için fazla teminat vermiyordu. Bu antlasma, daha sonraki Anadolu seferi için büyük bir önem tasiyacakti. Zaten bu yüzden Bâyezid müsamahali davranmisti.
Bâyezid, Bursa’ya dönmeden önce hemen hemen bir sehir devleti haline gelmis olan Bizans gailesini de ber taraf etmek istiyordu. Bunu gerçeklestirebilmek için de Bizans’taki taht kavgalarindan istifade etmeyi düsünüyordu. Böylece Anadolu’da girisecegi faaliyet esnasinda Bizans tarafindan gelebilecek tehlikelerden emin olmak istiyordu.
Osmanli Sultani, vaktiyle Savci Bey ile müstereken isyan edip fesat çikarma suçundan dolayi hapse atilmis olan Imparator Ioannis’in oglu Andronikos ile onun oglu Ioannis’in müracaatlarini kabul ederek bir miktar askerle Edirne’den Istanbul’a yürür. Imparator Ioannis ile saltanat ortagi olan Manuel’i hal’ ederek hapse attirir. Bu arada hapisteki prensleri de kurtarip hükümdar yapar ve bir vergi ile kendine baglar. Fakat kisa bir müddet sonra iki mahpus hapisten kurtularak sultana iltica ederler. Onlar, daha önceki vergiden baska belli bir miktarda asker vererek seferlere katilmayi da taahhüd ederler. Bunun üzerine Bâyezid, onlari tekrar hükümdarliga getirir. Bununla beraber Bâyezid, Andronikos ile oglunu hapse attirmayip kendilerine Bizans topraklarindaki Silivri, Eregli, Selanik vs. gibi yerlerin hâkimiyetini verir.
BATI ANADOLU’DA TÜRK BIRLIGININ KURULMASI
Osmanli tahtinda meydana gelen degisiklikten istifadeyi düsünen ve Yakub Çelebi’nin öldürülmesini bahane eden Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, komsu beylikleri de Osmanlilar aleyhine kiskirtmaktan geri kalmiyordu. O, bununla da yetinmeyerek Osmanlilara ait bazi yerleri de isgal etmisti.
Bâyezid, Balkanlar’da gerekli tedbirleri aldiktan sonra Anadolu harekâtina baslamak üzere eski taht sehri olan Bursa’ya gelir. O, burada, Rumeli’de bulunup devletin sinirlan üzerinde gerekli tedbirleri almakla mesgul olan komutanlarin islerini bitirip gelmelerine kadar bekledi. Bu esnada Bursa’da imar faaliyetlerine devam ederek sehirde cami, medrese, imâret, misafirhane, dâru’s-sifa gibi hayir eserleri yaptirir. Ayrica Seyh Ebu Ishak dervisleri için de büyük bir zaviye insa ettirdi. Sükrullah, onun Bursa’da insa ettirdigi hayir müesseselerinden bahs ederken söyle der:
“Bursa’da bir Dâru’l-hayr, bir hastahâne, Ebu Ishakhâne, iki medrese, bir cami yaptilar. Onlarin evkafini tayin buyurdu. Daru’l-hayrin evkafindan olmak üzere as ve yemden baska her yil bilginlere ve yerli yabanci yoksullara 600 müd bugday verilmek, her gün konuga ve yerliye et ile birlikte 300 çanak as eristirilmek üzere vakiflarini tayin buyurdu. Hastahâne, Ebu Ishakhâne, medreseler ve caminin her biri için ayrica vakiflar tayin buyurdu. Görenek oldugu üzere bunlara seyh, tabib, imam, müezzin ve müderris dikip akçalarini tayin ettirdi. 30 hafiz, daru’l-hayra, 30 hafiz, camiye tayin buyurdu ki, her gün biri Tanri kelamindan bir cüz okuya.” Keza o, kaynaklarin ifadesine göre üç degirmen çalistiracak kadar bol ve lezzetli içimi ile taninan Akçaglayan adindaki suyu kapali künklerle Uludag’dan sehre indirterek yaptirdigi imâret yaninda kemerler üzerinden geçirip cami, medrese ve hamama taksim etmisti. Artan suyu da mahallelere taksim edip çesmelerden akitmisti. Bütün hayir ve sosyal tesisler için de vakiflar tahsis etmisti.
Rumeli ve Bizans islerini yoluna koyan Bâyezid, Sirp kralini maiyeti ile birlikte ordusuna çagirip harekete geçmek istiyordu. Bizans Imparatorunun oglu Manuel de kuvvetleri ile birlikte Sultan’in ordusuna katilir. Padisah, bundan sonra Kastamonu emîri Candarogullari’ndan Kötürüm Bâyezid’in oglu Süleyman Pasa’yi da ittifaka çagirir. Bu arada Edirne’de muhafiz olarak kalan Beylerbeyi Kara Timurtas Pasa’yi da Rumeli kuvvetleri ile birlikte Anadolu’ya getirtir. Bu kadar büyük bir kuvvet toplamis olan Bâyezid, bir taraftan Bizans Prensi Manuel’i Rum kuvvetleri ile Alasehir üzerine göndererek Bizans Imparatorlugu’na tabi olan bu sehri zapt ettirir. Bütün Osmanli kaynaklan ve özellikle bu olayin meydana geldigi anda yasayan Ahmedî bu sehrin Bâyezid zamaninda feth edildigine isaretle:
“Ne Alasar kodi vü ne Saruhan Ne Aydin u ne Mentese ne Germiyan” der.
Öbür taraftan Saruhan üzerine yürüyen Sultan Bâyezid, burayi harpsiz denecek bir sekilde almis ve emir Hizir Sah ile kardesi Orhan’i Bursa’ya gönderip haps ettirmisti. Bundan sonra Aydin iline giren Bâyezid, Isa Bey’in fazl, kemal ve yasina hürmet ederek ona kendinin ve ecdadinin evkafina mutasarrif olmak üzere kayd-i hayat ile (ölünceye kadar) kendisine Tire’yi ikta olarak vermisti. Bu arada Yildirim, Isa Bey’in kizi Hafsa Hatun ile evlendi.
Sultan Bâyezid, daha sonra kayin biraderi olan Germiyan oglu Yakub Bey’in de üzerine yürüyerek basta Kütahya olmak üzere bütün ülkesini alir. Anadolu birligini kurma gayretinde olan Bâyezid, bütün islerini tamamlamadan bu hareketten vaz geçecege benzemiyordu. Onun için Ahmed ve Mehmet Bey ismindeki iki kardesin idaresinde bulunan Mentese üzerine de yürüdü. Burayi da kendisine baglayan Sultan, aldigi bu yeni yerlerin her birine kendi ogullarini vali olarak tayin etti. Bu arada Kütahya merkez olmak üzere meydana getirdigi Anadolu beylerbeyligine Kara Timurtas’i getirmisti. Bundan sonra Hamidogullari beyligine ait yerlerin pek çogunu ele geçiren Bâyezid, bu arada beylige bagli olan Antalya’yi da Osmanlilara bagli bir sancak haline getirdi. Bütün bu hareketleri ile Yildirim Bayezid, Anadolu’yu bir Osmanli vilayeti haline getirerek merkeziyetçi bir devlet kurmak düsüncesinde oldugunu gösteriyordu.
OSMANLI DONANMASININ EGE VE AKDENIZDEKI FAALIYETLERI
1390 senesinin yumusak geçen sonbahar ve kis mevsimleri, Osmanlilarin faaliyetlerini daha rahat bir sekilde yapmalarina sebep olmustu. Bati Anadolu’daki beyliklerin Osmanli hâkimiyetine girmesi ile Osmanlilar, Ege ve Akdeniz kiyilarinda uzun sahillere sahip olmuslardi. Latinlerin idaresinde bulunan Izmir hariç olmak üzere bütün bir Ege sahilinin alinmasi ile özellikle Aydin ve Mentese Beyligine bagli bulunan deniz kuvvetleri de Osmanlilara geçmis oluyordu. Bu da Osmanli deniz gücünün gelismesine sebep oluyordu. Nitekim Osmanlilarin ilk mühim deniz faaliyeti bu zamanda yapilmis ve Sarica Pasa komutasindaki 60 parça gemiden mütesekkil bir Osmanli filosunun, Sakiz ve Egriboz adalari ile Yunanistan sahillerini vurmasi üzerine Venedikliler, adalardaki garnizonlan ve istihkamlari takviyeye baslamislardi. Sarica Pasa’nin faaliyetlerinden bahs ederken Hammer: “Bu siralarda Azepler komutani Sanca Pasa da Edirne’de baska bir cami yaptirmaya basladi. Bir kara kuvveti firkasinin (tümen) komutanligi ile Osmanli donanmasi komutanligini elinde toplamis olan bu vezir, Akdeniz Bogazi (Çanakkale) girisinde bir Frenk gemisini esir etmisti. Bu geminin içinde Imparator Manuel’le evlendirilecek olan bir prenses bulunuyordu. Sarica Pasa bu nisanli prensesi sultana takdim edince Bâyezid, onun güzelligine hayran olarak kendisiyle evlendi.” diyorsa da gerçekte böyle bir olay cereyan etmemisti. Çünkü Yildirim Bâyezid, sadece üç hanimla evlenmistir ki bunlar da Germiyan oglu Süleyman Sah’in kizi ve Mevlânâ Celaleddin Rumî’nin torunu olan Devletsah Hatun, Sirp Krali Lazar’in kizi Maria Despina ve Aydinoglu Isa Bey’in kizi Hafsa Hatun’dur.
KARAMAN SEFERI
Sultan Bâyezid, Bati Anadolu’daki beylikleri ortadan kaldirip kendine bagladiktan sonra Karamanogullari üzerine yürür. Çünkü Karaman Beyi Alaeddin Ali Bey, Sultan Murad’in vefatini müteakip Hamideli taraflarindaki Osmanli topraklarindan bir kismi ile Beysehri’ni alarak o taraflari vurmustu. Sultan Bâyezid, önce Hamideli’ne geçti, oradan da Teke yani Antalya taraflarina indi. Antalya’yi alip Firuz Bey’e tevcih etti. 1391 senesinde meydana gelen bu hadiseler esnasinda daha önce Osmanli müttefiki olan Candaroglu II. Süleyman, Osmanli’yi kendisi için tehlike saymis olacak ki Osmanlilarla olan ittifakini bozup Sivas’ta hüküm süren Kadi Burhaneddin ile görüsmelere baslamisti. Bâyezid, Karamanogullari topraklarina girince Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, Osmanlilara karsi koyabilmek için Kadi Burhaneddin ile Candaroglu Süleyman’dan yardim istedi. Fakat Bâyezid, bu birlik ve yardimlarin birlesmesine firsat vermeden Karamanogullari’na ait bazi yerleri alip Konya’yi muhasara altina aldi. Bu arada Bâyezid ile basa çikamayacagini anlayan Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, Taseline çekilmisti. Kusatma, hasad zamanina tesadüf etmisti. Yildirim Bayezid de babasinin yaptigi gibi halkin mahsulüne asla el dokundurulmamasini emr etti. Sehir halkindan, kale disinda mahsulü olanlara teminat verilerek onlarin rahatlikla disari çikabileceklerini söyledi. Bu teminat üzerine sehir halki kaleden disari çikabiliyor, hasad edebiliyor ve istedikleri bedel ile Osmanli ordusuna satis yapabiliyorlardi. Gerçekten Bayezid, babasi gibi bölge halkina çok iyi davranmis ve satis yapmak isteyen halkin herhangi bir korkuya kapilmadan zahiresini getirip satabilecegini bildirmisti. Halk sattigi esyanin karsiligini tamamen aldiktan sonra çavuslar refakatinda yerlerine gönderiliyordu. Hammer, Aksehir, Aksaray ve Nigde gibi sehirlerin sirf bu sekildeki bir muamele üzerine teslim olduklarini ve kapilarini tekrar Osmanlilara açtiklarini yazar.
Alaeddin Ali Bey, Kadi Burhaneddin ile Candaroglu Süleyman’dan yardim gelmedigini görünce, kayinbiraderi olan Yildirim Bayezid’den baris istemek zorunda kalir. Bunun üzerine Yildirim Bâyezid, barisi kabul ederek zaten Osmanlilara ait olan ve Karamanoglunun eline geçmis bulunan Beysehir, Aksehir ve diger bazi yerleri almak suretiyle antlasma yapar. Böylece iki devletin arasinda Konya Ovasi’ndaki Çarsamba Suyu sinir olarak kabul edilir. Yapilan antlasmadan sonra buralarin idaresi Sari Timurtas Pasa’ya birakildi. Böylece, daha sonra da devam edecek olan Karaman seferinin bu ikinci safhasi bitmis oldu. Bu seferde Bizans Imparatoru V. Ioannes’in oglu Manuel de Yildirim’in ordusunda bulunuyordu.
ISTANBUL’UN MUHASARASI VE SEHIRDE TÜRK MAHALLESININ KURULMASI
Yildirim Bâyezid, Anadolu’daki seferlerle mesgul oldugu sirada Bizanslilar, bu durumdan istifade ile bazi tedbirler almaya basladilar. Bu meyanda Bizans Imparatoru loannis, ayagindaki agrilara ve yatalak bir halde bulunmasina ragmen, Istanbul surlari ile kulelerinin bazi yerlerini tamir ettirmeye basladi. Bu durumdan haberdar olan Yildirim Bâyezid, bu harekete çok sert bir tepki göstererek tamir ettirilen yerlerin derhal yiktinlmasini ister. Imparator, Yildirim’in yaninda bulunan ve tahtin yegane varisi olan Manuel’i düsünerek tamir edip yaptirdigi yerleri tekrar yiktirir. Ancak Imparator, surlarin yiktirilmasindan kisa bir müddet sonra ölünce, Osmanlilarla birlikte Anadolu seferlerine istirak eden ve Bursa’da bulunan Manuel, bir yolunu bularak Bursa’dan kaçip Istanbul’a gelir ve babasinin yerine tahta oturur.
Âdet oldugu üzere, babasinin matem günlerini geçirdikten sonra Bâyezid’in kendisine ve sehre karsi takindigi tavri düsünmeye baslar. Bâyezid, yeni imparatordan (II. Manuel) vergi artirimi, Istanbul’da bir Müslüman mahallesinin kurulmasi ve bir cami insasi ile bir kadi tayin etmesini ister. Bizans tarihçisi Dukas bu konuyu su ifadelerle dile getirir:
“Bâyezid, Imparator Manuel’e elçiler göndererek, Istanbul içerisinde Türklerin “kadi” tabir ettikleri bir hâkimin devamli olarak bulunmasini arzu ettigini bildirdi. Bu kadi, Istanbul’da ticaretle istigal eden veya o maksatla oraya gidecek olan Müslümanlar arasinda meydana çikacak olan muamelat ve ihtilaflari muhakeme ve hallu fasl edecekti. Bâyezid, Müslümanlarin gâvur mahkemesinde muhakeme olunmalarinin caiz olmadigini, müslümani, kendi hâkiminin muhakeme etmesi icab ettigini, iftiralar ve haksizliklari, daha bir çok seylerle beraber bildirmis, nihayet sunu da ilave etmisti: “Sana emr ettiklerimi yapmak ve taleplerimi yerine getirmek istemezsen, kapilari kapa ve sehrin içinde hükümdarligini yap. Hariçte bulunan her yer ve her sey kâmilen benim olacaktir.” Yildirim’in bu talebi redd edilince, Istanbul’u teslim almak için uzaktan muhasaraya basladi. 1391 senesinde baslayan bu tazyik sonucunda Bâyezid, Istanbul surlarina kadar olan bütün Bizans köylerini muhasaraya basladi. Bu kusatma sonunda Manuel, Istanbul’da birkaç yüz ev ile cami ve mahkemesi olan bir Müslüman mahallesinin kurulmasini ve Haliç’in kuzey tarafinda bir Türk garnizonunun bulunmasini kabul etti. Ayrica her sene Osmanlilara vermekte oldugu vergiyi de artirdi.
YILDIRIM BAYEZID’lN ANADOLU SULTANI ÜNVANINI ALMASI ve diger OLAYLAR
Abbasî Halifeligi döneminde Islâm dünyasinda ortaya çikan yeni devletler, Memlûk hükümdarlarinin yaninda (Misir) bulunan ve fakat siyasî etkinligi fazla olmayan Abbasî halifelerinin kendi hükümdarliklarini tasdik etme arzusunu bir gelenek olarak devam ettiriyorlardi. Böylece devletlerinin taninmasi, mesrulugu ve siyasî nüfuzlarinin artacagina inaniyorlardi.
Filhakika, daha Murad Hüdavendigâr zamaninda baslayan Osmanli-Memlûk münasebetlerinin iyi bir sekilde devam ediyordu. Bu iyi münasebetler, Yildirim zamaninda da devam eder. Bu sebeple 794 senesi Rebiülahir (Subat 1392) ayinda, Rum ülkesinde (Anadolu) sultan olmak için halifeden “tesrif” isteyen Bâyezid’e, Karak Naibi Âmir Hüsameddin Hasan el-Kuckunî’yi birçok hediye ile gönderen Sultan Berkuk’un bu vesile ile dostluk hislerini izhar ettigi görülür.
Kendisine, halife tarafindan gönderilen tesrifi, Bursa’da giyen ve kiliç kusanan Bâyezid, bundan sonra Rum ülkesinin sultani ünvanini almis olur. Bu arada adi geçen elçinin ricasi üzerine Bâyezid, Karamanoglu gibi Kadi Burhaneddin Ahmed ile dostça geçinmeye razi olur. Bununla beraber Bâyezid ile Kadi Burhaneddin arasinda mücadele uzun süre devam edecektir.
Bâyezid’in, halifeden sultan ünvanini almasi, onun Anadolu’daki Türkmen beylikleri üzerine yapacagi seferleri bir mânâda mesrulastiriyordu. Bu, ayni zamanda Anadolu birliginin saglanmasi için de gerekli idi.
Bâyezid, gerek bu hadiseden önce, gerekse sonra Anadolu isleri ile mesgul olmaya baslar. Bu maksatla daha önce kendisine bagli olan, fakat sonradan Kadi Burhaneddin tarafina geçmis bulunan Kastamonu’daki Çandaroglu Süleyman Pasa’yi ortadan kaldirmak ister. Bir taraftan da Anadolu’da Kadi Burhaneddin’e düsman olan beyleri ve özellikle Amasya’da hüküm süren Haci Sadgeldioglu Emir Ahmed’i kendi tarafina çekmeye çalisir. 1391’de Kastamonu üzerine gerçeklestirilen bu harekette Bâyezid, Kadi Burhaneddin’in tarafsiz kalmasini ister. Fakat bu konuda ondan müsbet bir cevap alamaz.
Ancak tam bu sirada Bâyezid, Eflâk voyvodasi Mirçe’nin daha önce kendisine karsi yapilmis bir akinin intikamim almak üzere, Tuna’yi geçip ‘Karin Ovasi (Karinâbâd)’ni yakip yiktigini ögrenince Kastamonu seferini birakarak Rumeli’ye geçer. Arkus Ovasinda yapilan siddetli bir muharebede voyvoda esir edilerek kendisinden agir bir fidye alinmis ve Osmanli tabiiyetini kabul ettikten sonra yine memleketine gönderilmisti. Ayni sene hudud beyleri de büyük akinlar yapmislardi. Bu akinlar sonucunda Bosna’ya girerek Naglazinze’ye kadar ilerlemislerdi.
Yukarida belirtilen hadiseden sonra tekrar Anadolu’ya dönen Bâyezid, Kadi Burhaneddin’in, Candaroglu ile birlesmesine meydan vermeden tekrar Kastamonu üzerine yürür. Fakat bu defa da mevsimin kis olmasindan dolayi geri çekilmek zorunda kalir. Zira böyle bir mevsimde hareket üssünden uzak bir mintikada, düsman ülkesinde kalmak dogru bir hareket olmazdi. Bu sebepten dolayi Bâyezid, tekrar Bursa’ya döner. Nihayet 794 (1392) ilkbaharinda Kastamonu bölgesine giren Bâyezid, Candaroglu Süleyman Pasa’nin ölümü ile sonuçlanan savasta, beyligin Kastamonu kolunu ortadan kaldirir. Bununla beraber Süleyman Pasa’nin kardesi olan ve Sinop’ta hüküm süren Isfendiyar Çelebi, Osmanlilarla dost geçindigi için kendisine dokunulmadigi gibi Sinop’ta ayni sekilde kalmasina müsaade edildi.
Bâyezid’in, Kastamonu’yu ilhak etmesi ve Osmancik’i kusatmasi üzerine bir kismi açiktan açiga, bir kismi da istemeyerek Kadi Burhaneddin’e bagli görünen Kelkit, Yesilirmak ve Canik bölgelerindeki beylerin, birer birer Osmanlilara iltihak ettikleri görülür. Bu vaziyet, Osmanlilar ile Kadi Burhaneddin Ahmed arasindaki münasebetleri oldukça gergin bir safhaya soktu. Iki tarafin öncü kuvvetleri arasinda Çorumlu sahrasinda meydana gelen savasta Osmanli askeri bozguna ugrayarak geri çekilmek zorunda kalir. Bu savasta, Bâyezid’in, Karesi ve Saruhan sancaklari valisi bulunan büyük oglu Ertugrul öldürülmüstü. Bu galibiyet, Anadolu’da Kadi Burhaneddin’in söhretini bir kat daha artirdi. Hatta Kadi Burhaneddin, psikolojik etkisinden istifade ile Bâyezid’in Rumeli isleri ile mesgul oldugu ani, firsat bilerek Amasya’yi kusatma altina alir. Fakat mevsimin kis olmasi ve muhtemel bir Osmanli taarruzundan çekindiginden Tokat’a döner. Bu arada Osmanli kuvvetlerinin büyük bir ordu ile Amasya üzerine dogru geldikleri haberini alinca açik bir sahrada onlarla karsilasmamak için Sivas’a çekilir. Böylece Amasya Osmanli idaresine girer. Sancak beyligine de Bâyezid’in oglu Mehmed Çelebi tayin edilir(1393).
Bu hareket üzerine Taceddinogullari, Tasan oglu ve Bafra emiri, Sultan Bâyezid’e bagliliklarini bildirerek onun idaresine girdiklerini kabul ederler. Süleyman Pasa’nin, Bâyezid ile yapilan harpte öldürülmesinden sonra Kadi Burhaneddin’e iltica eden 500 kadar Kastamonu atlisi da Taceddinogullan ve dolayisiyla Osmanlilar tarafina geçmis oluyordu. Bu arada Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, Kadi Burhaneddin’e elçi gönderip Amasya’nin Osmanlilarin eline geçmesinden dolayi taziyetlerini bildirmek ve müsterek düsmanlari olan Bâyezid’e karsi birlikte tedbir almak ve görüs ahs verisinde bulunmak üzere kendisini Nigde’ye davet etti. Alaeddin Ali Bey ile görüsüp birlesmek üzere Sivas’tan hareket eden Kadi Burhaneddin, Karaman oglu ile anlasmak söyle dursun, büsbütün bozusup harbe tutusurlar. Aralarindaki düsmanligin gittikçe büyümesi her ikisinin de zayiflamasina ve rakipleri olan Bâyezid’in daha fazla kuvvetlenip Anadolu’daki kuvvetini daha saglamlastirmasina sebep oldu. Rakiplerinin arasinda meydana gelen anlasmazligi gören Bâyezid, artik kendisinin Anadolu’da durmasina gerek kalmadigini anlayarak yeniden Rumeli’deki faaliyetlerine baslar.
Sultan Bâyezid’in bu dönemdeki faaliyetlerini inceleyen Mükrimin Halil Yinanç, kaynaklarin verdigi bilgilere dayanarak söyle der:
“1393 senesi Nisaninda Venedik Senatosu, Türklere karsi birlikte harp etmek üzere Macar Krali ile bir antlasma yapmaya karar vermis ve Macar Kralini harbe tesvik etmeye baslamisti. Diger taraftan uzun zamandan beri Istanbul’da kusatilmis olan Imparator Manuel, Hiristiyan devletlere müracaat ediyordu.”
“Macar Kralinin, Tuna kenarina gelmis olmasi ve Bulgarlarin bunlarla birlesme ihtimali, Bâyezid’i endiselendirdiginden Bulgar kralliginin son kisminin da ortadan kaldirilmasina karar verir. Bunun için büyük oglu Süleyman komutasinda bir ordu gönderdi. Bu ordu, Bulgarlarin payitahti olan Tirnova’yi uzun ve siddetli bir muhasaradan sonra feth etti. Daha sonra Tuna sahilinde birer müstahkem mevki olan Silistre, Nigbolu ve Vidin zapt olundu. Nigbolu’ya kapanan Bulgar Krali Sisman, oglu Aleksandr ile birlikte esir edildi. Rivayete göre kral öldürülmüs, oglu da Müslüman olarak Bâyezid’in maiyetine girmistir. Macar Krali Sigismond, Bulgar ülkesinin Türkler tarafindan alinmasi üzerine Hiristiyan devletlere müracaat etmis ve Türklere karsi müsterek bir Haçli hareketi yapilmasi için papayi tesvik etmisti.”
YENI BIR HAÇLI ITTIFAKI VE NIGBOLU SAVASI
Osmanli sinirlarinin Macaristan’a kadar dayanmasi, Macar Krali Sigismond’u korkutmaktaydi. Zira Sigismond, ufuktan azametle yuvarlanip gelmekte olan Osmanli dalgasinin, er geç kendi ülkesini de basacagini görmekteydi. Tek basina altindan kalkamayacagini bildigi bir tehlikeye karsi gece rüyalarini, gündüz hülyalarini tutan ümid, her seye ragmen yine de bir Haçli ordusunun yardiminda görüyordu. Fakat imdadina çagirabilecegi devletlerden Venedik, bu Katolik dindasina müzaheret eder görünmekle beraber, Sigismond’un zaferinin Balkanlarda bir Macar hegemonyasina yol açacagindan da endiseleniyordu. Cenevizliler ise siyasî ve iktisadî hayatlarinin saglikli bir sekildeki devamini Osmanlilarin teveccühünü kazanmakta gördüklerini gizlemiyorlardi.
Sigismond, Osmanli tehlikesini bertaraf etmek ve hatta Kudüs’e kadar gidebilmek için Avrupa’nin muhtelif memleketlerine elçiler göndererek yeni bir Haçli ittifakinin kurulmasini istiyordu. Bu ittifakin kurulmasi için Papalik makami da, yogun bir faaliyete giriserek kiliselerde Müslüman Türkler aleyhinde vaazlar verdirmeye basladi. Bu tesebbüsler, hedef Türkler oldugu için kisa bir süre içinde olumlu bir sonuç verdi. Böylece Sigismond ile isbirligi yapan Avrupa, heyecan ve ümid içinde idi. Yalniz Fransizlar degil, Ingiltere, Iskoçya, Lehistan, Avusturya, Italya, Isviçre ve Güneydogu Avrupa ülkelerinden gelen kuvvetler, Bulgaristan’da Sigismond ‘un komutasi altinda toplanmaya basladi. Avrupa’nin her kösesinden süzülüp gelen cengaver, cesur ve tecrübeli sövalyeler, Osmanli ordusunu aramaya basladi.
Birlesik Avrupa kuvvetlerinden meydana gelen bu birlikler, Sigismond’un kendilerine bildirdigi gibi, karsi tarafta bir tecavüz hareketi göremeyince, arastirmaya basladilar. Onlar, bu salib (haç) düsmanini bulup tepelemek istiyorlardi. Onlara göre bunu yapmak bir zaruret idi. Zira bu bir haç seferi idi. Ona tapmayani ezmek yolunda gecikmek olmazdi. Üstelik Eflak Voyvodasi Mirçe ile Bizans Imparatoru da Osmanlilar ile olan ittifaklarini bozmus, gizli gizli hazirliklarini tamamlamislardi.
Papanin destegi ile tertiplenen bu Haçli seferine batili bütün sövalye ve asilzâdelerin katildiklari görülmektedir. Osmanlilara karsi büyük bir kin ve nefret hissi ile dolu olan Haçlilar, Avrupa’yi bunlardan (Müslüman Osmanlilar’dan) temizlemek istiyorlardi. Bunun temini için de her sey yapilabilirdi. Büyük bir birligin toplanmasi gerekiyordu ki bu da gerçeklesmisti. Nitekim, maiyetinde 1000 Fransiz sövalyesi ile 7000 civarinda yardimci ve ücretli asker bulunan Burgonya dukasi Jean de Nevers basta olmak üzere birçok asilzâdenin maiyetindeki Alman, Ingiliz, Italyan, Ispanyol ve Polonyali sövalyeler oldugu gibi, 1394 seferinin intikamini almak isteyen Eflâk Voyvodasi Mirçe ve bir kisim Erdel kuvvetlerinin istiraki ile mevcudu 100.000’i (Sükrüllah, Behçetu’t-Tevârih 130.000 kisi) bulan ve Türkleri Avrupa’dan sürmek gayesini güden bu Haçli ordusu, Tuna boyunca ilerleyerek Vidin ve Rahova’yi aldiktan sonra 12 Eylül 1396’da Nigbolu önüne gelmisti. Venedik ve Rodos gemilerinden mütesekkil bir donanmanin da yardimi ile kaleyi muhasaraya basladilar.
Osmanli tarihi bakimindan önemli olan bu zaferi, kaynaklarin müsterek dili ile kisa ve ana hatlari ile buraya almak istiyoruz. Nigbolu kalesini kusatma altina alan Haçli ordusuna karsi kale muhafizi Dogan Bey, siddetli bir müdafaada bulunur. 15 gün devam eden bu kusatma esnasinda Istanbul önlerinde bulunan Sultan Bâyezid, Haçlilarin hareketini duyar duymaz, muhasara manciniklarini yakip, Sucaeddin Evrenos Bey’i ileri göndermisti. Kendisi de Islâm âlemine müracaat edip durumu bildirdikten sonra yaninda bulunan 10.000 askerle yola çikar. Anadolu ve Rumeli kuvvetlerinin Kara Timurtas ile sehzadelerin komutasinda sür’atle toplanip Edirne’de kendisine ulasmalari üzerine 60.000 kisiden meydana gelen Osmanli ordusunun basina geçen Sultan Bâyezid, sür’atle Sipka geçidini asmis ve Timova’da Stephan Lazaroviç ile birlestikten sonra Osma vadisinde Nigbolu ovasina hakim bir tepede ordugâhini kurar. Kaynaklarin verdigi bilgilere göre kalenin erzak ve mühimmat durumunu bizzat tesbit eden Bâyezid, 25 Eylül 1396 pazartesi günü (Osmanli kaynaklarinda Cuma) Nigbolu önünde meydana gelen savasta mahirâne bir manevra ile iki kisma ayirdigi ordusunun yaya askerini yani yeniçerileri merkeze koyup onlarin etrafinda kapikulu süvarilerini tesbit ile sag ve sol kollara timarli sipahileri koymustu. Arkada da ihtiyat kuvvetleri bulunuyordu. Osmanli ordusunun harb nizami hilâl veya agzi açik kerpeten seklinde idi.
Iki ordu, Nigbolu kalesi yakininda karsilastilar. Galibiyet serefini kazanmak isteyen Fransiz süvarileri, baslangiçta Bâyezid’in merkezde yeniçerilerin önündeki ilk kademede bulunan ve Azep denilen hafif yaya kuvvetleri üzerine yüklenip onlari maglub ve imhaya basladilar. Fransizlar, teslim olanlari bile öldürdüler. Bundan sonra da Azeplerin gerisindeki Yeniçeri kuvvetleri üzerine yüklendiler. Fakat Yeniçerilerin ok yagmuruna tutularak epey telefat verdiler. Ayni zamanda da sol kanatta Anadolu askerine komuta eden Sehzade Mustafa kuvvetlerinin yandan taarruzuna ugradilar. Fakat, bunlari da bertaraf ederek ilerlediler. Plân geregince Osmanli merkez kuvveti bir miktar geri alindi. Bu çekilmeden cesaret alan Fransizlar, daha da ileri giderek kiskacin içine girdiler. Onlar, Osmanli plânini bilen Sigismond tarafindan ileri gitmemeleri ve kiskacin içine girmeyip beklemeleri hakkinda verilen emri dinlemediler. Bu defa plân geregi Osmanlilarin üçüncü hatti da ikiye ayrildi. Böylece Fransizlar tepeyi isgal etmis ve muharebenin Türklerin maglubiyeti ile neticelendigini zannettikleri sirada bizzat pusudan çikan Bâyezid’in komutasindaki kuvvetlerle karsilasinca sasirdilar. Fakat fazla zayiat vermemek için daha önce atlardan inmis ve yaya olarak harb eden Fransizlar, geri dönüp atlarina binmek istedilerse de kaçacaklari kapinin kapanmis oldugunu görerek sasirdilar. Bunlari kurtarmak için Sigismond’un gönderdigi kuvvetler ilerleyemeyerek geri çekilmek zorunda kaldilar. Tuzaga düsmüs olan kuvvetler kismen imha ve kismen esir edildiler.
Osmanli ordusunun merkezine hücum eden Fransiz kuvvetleri ile olan muharebe, üç saat kadar sürmüstür. Eflâk Voyvodasi Mirçe, muharebenin gidis seklini görünce neticeyi kestirerek hemen memleketine dönmüstü. Muharebenin en tehlikeli olan ilk safhasi bittikten sonra Türk kuvvetleri, derhal ve siddetle Sigismond’un kuvvetlerine hücum etmislerdi. Ihtiyat kuvvetlerini bile muharebeye sokmus olan Macar Krali, hiçbir basari elde edemedi. Sonunda kesin sonucun alinma zamaninin geldigini gören Yildirim Bâyezid, kendi ihtiyat kuvvetlerini taarruza geçirmek suretiyle Haçlilari müthis bir panige ugratti. Sigismond, maiyetindeki bazi adamlarin yardimi ile Tuna nehrine gelip kendini bir balikçi kayigina zor atti. Nehirdeki Venedik amirali Mocenigo’nun kadirgalarindan birine yanasarak Karadeniz yolu ile Istanbul’a gelebildi. Oradan da Marmara ve Çanakkale Bogazindan geçip Modon limanina ugradiktan sonra Dalmaçya’ya çikarak memleketine gidebildi.
Nigbolu muharebesinde Haçli ordusuyla gelen prens ve asilzâdelerden bir kismi öldürülmüs bir kismi da esir alinmisti. Muharebe sonunda savas meydanini gezen Yildirim Bâyezid, kendi hudud muhafizlarinin ve teslim olmalarina ragmen bir kisim esirlerin insafsizca öldürüldüklerini görünce fevkalâde müteessir olup gözlerinden yaslar akmisti. Kendi esirlerine yapilan bu muameleyi gören Bâyezid, buna karsilik olmak üzere düsmandan ele geçirilen esirlerin bir kismini öldürttü. Harbe istirak etmeden kaçmis olan Eflâk kuvvetleri ile Hirvat askerlerinden baska, diger bütün düsman kuvveti ya imha edilmis veya kaçarken nehirde bogulmustu.
Nigbolu’da esir düsenlerden bir kismi önce Edirne’ye oradan da Gelibolu’ya götürülüp Haçli donanmasi ile bogazdan geçmekte olan Sigismond ve maiyetindekilere teshir edildikten sonra Bursa ve Mihaliç’e nakledilmislerdi. Bunlardan bir kismi da Memlûk sultani el-Meliku’z-Zahir Ebu Said
Berkuk’a gönderilmisti. Nigbolu’da esir düsen asilzâdeler, sonradan Macaristan, Fransa ve Kibris krallarinin tesebbüsü ve Midilli prensinin kefaleti ile 200.000 altin florin fidye karsiligi serbest birakilmislardir.
Nigbolu’da elde edilen parlak zaferden sonra daha önce düsmanin eline geçmis olan kaleler geri alindigi gibi Osmanli himayesinde bulunan Vidin Bulgar kralligina da son verilmisti. Bundan sonra Macaristan’a büyük bir akin yapilarak külliyetli miktarda esir alinmisti. Bu savastan sonra Garp dünyasi bir anda en seçkin asilzâdelerini kayb etmis, süngüden kurtulan veya Tuna’da bogulmayan kiliç artiklari ise bassiz, idaresiz ve perisan kafileler halinde geldikleri yerlere dogru daglara düsmüslerdi.
Öte yandan Nigbolu muzafferiyetinden elde edilen ganimet ve fidyelerden alinan hisseler ile Anadolu ve Rumeli’de birçok hayrat yaptiran Bâyezid’in Nigbolu’da ismine izafe edilen camii de bu sirada yaptirmis olmasi muhtemeldir.
Savasi müteakip, akinci ve sekbanlar yerlestirilmek suretiyle uç beylerinin faaliyet merkezi haline getirilen Nigbolu, serhad livasi olarak Osmanli idaresinde mühim bir rol oynamistir. Genellikle Tuna geçitlerine hakim bir noktada, Eflâk’i tehdid eden bir üs özelligini tasiyan Nigbolu, Osmanli hükümdarlarinin zaman zaman Eflâk ve Macaristan seferlerine çiktiklari bir yer olarak Eflâk ve Macar krallarinin taarruzlarina hedef olmustu.
ISTANBUL KUSATMASI
Nigbolu zaferinden önce Istanbul’un Yildirim tarafindan kusatma altina alindigini, fakat zaferle sonuçlanacak olan Nigbolu hadisesi sebebiyle muhasaranin kaldirildigina daha önce temas edilmisti.
Yildirim Bâyezid, Haçli ittifakinin tesvikçisi durumundaki Imparator Manuel’e elçi göndererek Istanbul’un teslimini istemisti. Manuel bu istege cevap bile vermedi. Bunun üzerine sehrin dis dünya ile irtibati kesilerek kusatma daraltildi. O dönemlerde kale surlarini yikacak büyüklükte toplar bulunmadigindan sehir halkinin açlik sikintisi ile teslim olacagi düsünülüyordu. Gerçekten de halk, bu yüzden sehri teslim etmeye meyilli idi. Zira Istanbul halki, Manuel ve Silivri Beyi Ioannis taraftan olmak üzere ikiye bölünmüstü. Henüz deniz kuvvetleri fazla güçlü olmayan Osmanlilar, denizden bir sey yapamadiklari gibi, gelecek olan yardima da mani olamayacaklardi. Bununla beraber, Bizans’in Karadeniz ile olan baglantisini kesmek için Bogaziçi’nde müstahkem bir kale, yani Anadolu Hisan (Güzelce Hisar) insa ettirilip Istanbul’un muhasarasi siddetlendirildi. Tam bu esnada bas gösteren Timur tehlikesi üzerine Yildirim Bâyezid, muhasarayi kaldirmak zorunda kaldi. Bu arada Bizans, Yildirim’in sartlarim da kabul ediyordu. Buna göre:
1- Her sene Osmanli hazinesine verilmekte olan haracin arttirilmasi.
2- Istanbul’da bir Türk mahallesi kurularak bir cami yapilmasi.
3- Istanbul’daki Müslümanlarla Rumlar arasindaki anlasmazliklari Islâm hukuku çerçevesinde karara baglamak üzere bir kadi tayin edilmesi.
4- Silivri de dahil olmak üzere Silivri’ye kadar olan yerlerin Osmanlilara terki.
Bizans Imparatoru, bu antlasmaya riayet ederek Istanbul’da Sirkeci’de Türkler için yedi yüz hâne ile bir mescid tedarik etmisti. Padisah da Istanbul’da ikamet etmek üzere Tarakli Yenicesi ile Göynük ve Karadeniz sahili taraflarindan buraya göçmen nakl ettirerek iskan etmisti. Ayrica kadi (hakim, yargiç) ve imam da tayin etmisti.
3- KARAMANOGULLARI’NIN OSMANLILARA BAGLANMASI
Osmanlilarin, Rumeli’de yeni sefer ve fetihlerle ugrasmasini firsat bilen ve Osmanogullari’nin bütün bir Avrupa’ya karsi gelemeyecegini düsünen Karamanoglu Alaeddin Ali Bey, bu sirada Osmanlilara ait olan Ankara’ya yürüyerek orayi ele geçirdi. Burada bulunan Anadolu Beylerbeyi Sari Timurtas Pasa’yi esir aldigi gibi maiyetinden bir çok kimseyi de öldürdü. 1395 ve 1396 yillarinda Kadi Burhaneddin ile yaptigi muharebelerde yenilen ve Aksaray sehrini kayb eden Alaeddin Ali Bey’in Ankara’yi ele geçirmesi, büyük bir hata idi. Çünkü Nigbolu savasindan sonra kendisini çok daha kuvvetli gören ve Avrupa’dan hiç bir tehlike beklemeyen Yildirim Bâyezid’le tek basina karsi karsiya kalmisti. Bu hareketi ile o, Karamanlilari, Anadolu Selçuklulari’nin mirasindan da mahrum etmis oluyordu. Bununla beraber Alaeddin Ali Bey, vaziyetin kendisi için kötü olacagini anlamakta gecikmedi. Bunun üzerine derhal Sari Timurtas Pasa’yi serbest biraktigi gibi yanina bir elçi katarak af dilemek ve yeni bir antlasma yapmak üzere Yildirim’a gönderir. Baris teklifini red eden Bâyezid, Anadolu ve Rumeli’deki bütün kuvvetlerini toplayip Karamanoglu üzerine yürür. bu durum karsisinda Alaeddin Bey, bütün gücü ile Bâyezid’e mukabele edebilmek için harekete geçer. Basta Varsak, Turgutlu ve Bayburtlu asiretleri olmak üzere birçok Türkmen boyundan ve bu arada hizmetinde bulunan Kara Tatarlardan kuvvetli bir ordu meydana getirir.
Iki ordu Konya ovasinda karsi karsiya gelir. Iki günlük bir muharebeden sonra sonucu belli edecek bir netice alinmayinca ikinci günün aksami gece yarisindan sonra otuz bin kadar Osmanli askeri, Karamanoglu kuvvetlerinin gerisini çevirir. Iki ates arasinda kalan Karamanoglu, Konya kalesine kaçmak suretiyle kendini zor kurtarir. Konya, on bir gün kadar muhasara edildi. Konya halki, mal ve canlarina dokunulmamak sartiyla sehri teslim edebileceklerini gizlice Bâyezid’e bildirirler. Alinan tertibat üzerine sehir teslim oldu. Kaleden çikan Alaeddin Ali Bey, Osmanli askerleri ile çarpisti ise de muvaffak olamayacagini anlayinca kaçmaya baslar. Fakat bu esnada attan düserek yakalanir. Yakalanir yakalanmaz derhal Yildirim Bâyezid’in huzuruna getirilir. Padisah, enistesi olan Alaeddin Bey’e niçin böyle yaptigini ve kendisine niçin itaat etmedigini sorar. O da: “Niçin sana itaat edeyim, ben de senin gibi bir hükümdarim” cevabini verir. Bu söze cani sikilan Bâyezid, onu, Ankara’da basip esir aldigi San Timurtas Pasa’ya teslim eder. Timurtas Pasa da derhal onu katl eder. Alaeddin Bey’in acele katlinden müteessir olan Yildirim Bâyezid, Pasa’yi tekdir etmis, fakat onun ikna edici konusmasi ve ileri sürdügü deliller üzerine sükûnet bulmustur. Bâyezid, bundan sonra Konya’ya bir vali tayin ederek Larende (Karaman) üzerine yürüdü. Burada Yildirim Bâyezid’in kizkardesi ve Alaeddin Ali Bey’in hanimi, iki oglu ile birlikte kardesinin karargâhina gelir. Padisah, çadirindan çikarak kiz kardesini disarida karsilar. Böylece Larende 1397 yilinda Osmanlilarin idaresine girer. Padisah, kiz kardesi ve çocuklarini Bursa’ya gönderir.
Alaeddin Ali Bey’in katli üzerine Karamanlilar’a ait sehirlerin Toroslarin kuzeyindeki sehirler (Konya, Larende, Nigde, Develi, Karahisar) Osmanlilara geçmisti. Sadece Toros daglarinin güneyinde kalan Mut, Ermenek, Taseli ve Içel, Karamanoglu ailesinin diger kolundan gelen beyler elinde kalmisti.
Karaman Beyligi’nin ortadan kaldirilmasi, Anadolu tarihi bakimindan mühim bir hadise idi. Zira bu hadiseden sonra Sivas’ta bulunan Kadi Burhaneddin Ahmed, Osmanlilarla ayni siniri paylasir olmustu. Bu da onun Osmanlilardan çekinmesine sebep olmustu. Zira daha önceki bazi faaliyetleri, onu Osmanlilarla hasim hale getirmisti. Osmanlilara karsi mukavemet etmesi mümkün olmadigindan bütün gururuna ve Memlûk Devleti ile olan geçmisine ragmen bu devlete tabi olmak zorunda kaldi.
KADI BURHANEDDIN DEVLETI’NIN OSMANLI HÂKIMIYETINE GIRMESI
Karamanogullari’nin, Osmanlilar’a baglanmasindan sonra Anadolu’da merkeziyetçi bir idare kurmak ve Anadolu birligini saglamak düsüncesinde olan Bâyezid, Canik bölgesindeki bazi Türk beylerini idaresi altina almak için harekete geçer. Bu gayenin gerçeklesmesi için 1398 ilkbaharinda o taraflara dogru bir sefere çikarak Canik Beyi Kubadoglu Cüneyd’in üzerine varir. Sonunda bunun merkezi olan Müslüman Samsun’u zapt eder. Osmanli hâkimiyeti altinda bulunmak sartiyla Cüneyd Bey’e Ladik ve diger bazi kaleler birakilir. Samsun ve havalisi bir sancak itibar edilerek, Bulgar Krali Sisman’in, Müslüman olan oglu Aleksandr’a verilir.
Yildirim Bâyezid, daha sonra Bafra ve Giresun bölgesindeki beyler ile Çarsamba ve Terme havalisine hâkim olan Taceddinogullari’ni, sonra da Havza ile Merzifon’a hâkim olan Tasanogullari’ni Osmanlilara baglar. Bu bölgelerin zapti ile Karadeniz bölgesindeki Osmanli sinin, Trabzon Rum Imparatorlugu sinirina kadar dayanmis oluyordu.
Anadolu’daki bu basarilar sonucunda Yildirim Bâyezid, Kadi Burhaneddin Devleti’nin kuzey, bati ve güneybati taraflarini ele geçirmisti. Fakat Sivas merkez olmak üzere Anadolu’nun büyük bir kismi hâlâ Kadi Burhaneddin’in idaresinde idi. Yildirim Bayezid ile Kadi Burhaneddin birbirlerine bu kadar yaklasmis olmalarina ragmen müsterek bir düsmana karsi koymak için isbirligi yapmaktan çekinmediler. Bu tehlike, dogudan gelen ve daha sonra Anadolu’yu kasip kavuracak olan Timur tehlikesiydi.
Anadolu’ya gelecegi haberi alinan Timur’un, Kadi Burhaneddin’e elçi gönderdigi ve kendisine tabi olmasini istedigi anlasilmaktadir. Bunun üzerine Kadi Burhaneddin, Osmanli hükümdari ile Misir Sultani (Memlûk)na mektuplar göndererek tehlikeyi haber vermis ve “bilesiniz ki ben her ikinizin de komsusuyum ve benim memleketim sizin memleketiniz demektir. Ben, sizin hududlarinizin siperiyim ve askerlerinizin öncüsüyüm. Yoksa ben ona nasil mukavemet edip ve nasil müsademe edebilirim. Halbuki onun ahvalini isitmissinizdir. Nice ordular bozmustur. Eger siz bana imdad ederseniz ben ona karsi dururum, beni yalniz birakirsaniz beni ona karsi harcamis olursunuz. Sizin önünüzde bulunan ben, size gelecek belalara kâfiyimdir. Maazallah eger ondan bana bir zarar gelirse pek me’muldur ki size de sirayet edecektir. Benim, Timur’un mektubuna cevap vermemekligini sizden alacagim cevaba göre bir cevap olacaktir.”
Yildirim Bâyezid, Kadi Burhaneddin’in mektubundan son derece memnun olup mütalaasini begenmis ve kendisine su cevabi göndermisti:
“Eger Timur seni birakip giderse ne âla. Sayet vaz geçmezse karsi koyacak bir orduyu ona karsi sevkederiz ve onun için istedigin kadar ona mukavemet et. Basiret ve hüsnü niyet üzere olup onun askerinin çoklugundan korkma. Zira nice az cemaat (topluluk) çok cemaata galebe etmistir. Eger sizce lüzum görürseniz bizzat kendim geleyim ve askerimle oraya ineyim. Sizin bayraklariniz daima basta ve ayakta olsun. Ben, senin kilicina kol ve sana bazu olayim.” Fakat bu muhabere devam ederken, kaderin bir cilvesi olacak ki, Timur daha Anadolu’ya gelmeden Kadi Burhaneddin vefat eder.
1398 yilinda Kadi Burhaneddin’in, Akkoyunlu hükümdari Karayülük Osman Bey ile yaptigi savasta ölmesi, Osmanlilarin onun ülkesine sahip olmalarina sebep oldu.
Sivas, Kayseri ve çevresi hükümdari Kadi Burhaneddin, bir zaman kendisine tabi olan ve daha sonra muhalefete kalkismis bulunan Akkoyunlu asiretinin reisi Karayülük Osman Bey’i takib ederek onunla meydana gelen muharebede yakalanip katledilmisti. Sivas halkinin karan ile oglu Alaeddin Ali Bey (Zeynelâbidin) babasinin yerine hükümdar olmustu. Fakat Karayülük diye söhret bulan Osman Bey, Sivas’i muhasara edip almak istediginden Sivas’in ileri gelenleri Osmanli hükümdarini yardima çagirmislardi. Yildirim Bâyezid bu daveti kabul ederek oglu Süleyman Çelebi vasitasiyle Sivas üzerine yirmi bin atli ve dört bin yaya göndermisti. Bu birlik, Karayülügü maglub ederek Sivas’i kurtarmisti.
Süleyman Çelebi, Sivas’i kendisi zapt etmeyip babasini davet ettiginden büyük bir kuvvetle gelen yildirim Bâyezid, sehre girmisti. Bâyezid, Kadi Burhaneddin’in oglu Zeynelâbidin’i, enistesi olan Dulkadiroglu Nasiruddin Bey’in yanina gönderdi. Böylece Kadi Burhaneddin’in ülkesi (Sivas, Tokat, Niksar, Sarkî Karahisar, Kayseri, Kirsehir ve Aksaray), yani Orta Anadolu’nun dogu kismi da Osmanli Anadolu birligine katilmis oldu. Bâyezid, oglu Süleyman Çelebi veya Mehmed Çelebi’den birini buraya vali tayin eder. Kadi Burhaneddin’in devlet erkanini ve bütün askerlerini maiyetine alir. Böylece, Kara Tatarlar da Osmanli Devleti’nin hizmetine girerler.
Kadi Burhaneddin Ahmed’in ülkesinin alinmasindan sonra Osmanli Devleti, Anadolu’nun yarisindan fazlasina hâkim oluyor, kuvvet ve kudretçe Misir Memlûk hükümdarligina rakib olacak bir hale geliyordu. Ayni zamanda Misir Devleti’nin hâkimiyeti altinda bulunan Malatya ve çevresi ile Divrigi ve civarini da tehlikeye sokmus oluyordu. Is bu kadarla da kalmiyordu. Zira Memlûk hâkimiyetini tanimis olan Dulkadirogullari Beyligi de tehlikeye giriyordu. Bu durumdan endiselenen Memlûk hükümdari Berkuk, Bâyezid’in çok kisa zamanda kazandigi bu parlak zaferlerden ürkmeye baslamis ve bilhassa onun Hiristiyan dünyasinda elde ettigi zafer ve fetihler dolayisiyla, kendi Müslüman tebeasinin ona karsi dogacak sevgi ve hissiyatini da düsünerek, o dönemde Misir’da Malikî Mezhebi’nin bas kadisi olan meshur Ibn Haldun’a kendisinin Timur’dan çekinmedigini, asil Bâyezid’den korkmakta oldugunu söylemisti.
Yildirim Bâyezid’in Bati ve Iç Anadolu’nun tamamini idaresi altina alarak doguya dogru bir genisleme siyaseti gütmesi, Osmanli Devleti ile Timur’un Imparatorlugunu da karsi karsiya getirdi. Bu arada Osmanli Devleti tarafindan bagimsizliklarina son verilen Anadolu beyleri, bu iki Müslüman devleti karsi karsiya getirmek için gayret sarf ediyorlardi. Bunlar, savas atesini alevlendirmek için olaylarin üzerine körükle varmaya basladilar.
MALATYA’NIN ZAPTI
Sultan Bâyezid, Kadi Burhaneddin’in ülkesini kendi ülkesine ilhak ettikten sonra Bursa’ya dönmüstü. Bundan kisa bir müddet sonra 15 Sevval 801 (20 Haziran 1399) günü vefat eden Memlûk Sultani Berkuk’un bu ani vefati, gerek ülkesinde gerekse disarda bazi tesirlerin meydana gelmesine sebep olmustu. Timur’un, kendisinden çekindigi Berkuk’un ölümüne sevindigi anlasilmaktadir. Nitekim Ibn Hatib en-Nâsiriya’nin bildirdigine göre Berkuk’un ölümünden büyük bir ferah ve sevinç duyan Timur, ölüm haberini getirene 15.000 dinar vermisti. Ibn Arabsah ise, Hind seferinde iken bu haberi alan Timur’un sevinçten adeta uçtugunu tasvir eder.
Memlûk Sultani Berkuk’un ölümü üzerine yerine geçen oglu Ferec’in küçük ve tecrübesiz olmasi yaninda emirler arasinda meydana gelen ihtilaflar ayni zamanda Yildirim Bâyezid’i de memnun etmis görünmektedir. Sayet Ahmedî’nin verdigi bilgileri dogru kabul edersek Yildirim’in da buna sevindigini söyleyebiliriz. Fakat bu sevincin dogrudan dogruya ve sadece ölüm sebebiyle mi yoksa baska bir maksattan mi kaynaklandigi belirtilmemektedir. Ahmedî bu konuya bir açiklik getirmeden söyle der:
“Buni isidüb Sam’a ol kasd eyledi
Misir benüm oldi deyü söyledi.
Demedi ol öldi ben dahi ölürem.
Söyle kim ol oldi ben dahi oluram.”
Gerçekten, Ferec’in küçük ve tecrübesiz olmasi, o esnada Timur’un da Hindistan’da büyük bir istila ile mesgul olmasini firsat bilen Bâyezid, daha önce Anadolu Selçuklulari ülkesinde iken bilahare Misirlilar eline geçmis olan bölgelerin zaptina karar verir. Bunun için daha önce Kadi Burhaneddin’e ait oldugunu belirttigi Malatya’nin kendisine verilmesi için Nasirüddin Ferec’e bir elçi gönderir. Red cevabi almasi üzerine Sivas’tan Malatya’ya gider. Sehrin müdafaa edildigini görünce sehri kusatir. Bu kusatmanin devam etmesinin aleyhlerine olacagini anlayan Malatyalilar teslim olur. Yildirim, oraya bir miktar asker koyarak geri döner. Bu arada Memlûklara ait Kâhta, Besni, Divrigi ve Darende kaleleri de Osmanlilara geçmis olur. Böylece Elbistan da, Orta Firat havzasina kadar uzanan Osmanli hududu içine girmis olur.
Misir’da meydana gelen saltanat degisikliginden istifade ile Malatya ve çevresini alan Yildirim Bâyezid’e karsi kader, baska bir sekilde tecelli edecekti. Bu tecelli de Ahmedî’nin dedigi sekilde olacakti.
Misir’da meydana gelen sarsintiyi dikkatle takip edenlerden biri de süphesiz ki Timur’du. O, Osmanlilar ile Memlûklular arasindaki çatismayi çok iyi degerlendirip her iki düsmanini ortadan kaldirmak için zamanin geldigine karar verir. Timur, 1400 yilinda Azerbaycan ve Dogu Irak’ta hâkimiyetini yeniden kurduktan ve Gürcistan’i zapt ettikten sonra Pasinler’e dogru yol almaya baslar. Bu sirada Bâyezid’e itaati kabul etmeyen Erzincan Emiri Mutahharten Bey ile Bâyezid tarafindan beyliklerine son verilen Mentesoglu, Saruhanoglu Hizir Sah, Germiyanoglu Yakub Bey, Aydinoglu Isa Bey’in oglu Musa Bey, Timur’a bas vurarak kendisine olan bagliliklarini bildirip topraklarini geri almak için yardim isterler. Buna karsilik, Timur’un önünden kaçan ve Bagdad’da hüküm süren Celayirli Sultan Ahmed ile Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf, Sultan Bâyezid’e siginirlar. Bunlara büyük bir iltifat gösteren Bâyezid, Sultan Ahmed’e Kütahya sehrini, Kara Yusufa da Aksaray’i ikamet yeri olarak tahsis eder. Ayrica bu sehirlerin gelirlerini de onlara verir.
Bu iki düsmaninin, Bâyezid tarafindan kabul ve himaye edilmesi, zaten savasmak üzere Anadolu’ya gelmis olan Timur’a savas için bir firsat verir. Iki hükümdar arasinda teati edilen mektuplar müsbet bir netice vermez. Hatta Timur, Osmanli idaresindeki Sivas’a girerek (Agustos 1400), sehri savunan herkesi kiliçtan geçirtti. Timur, yalniz Sivas’i tahrib ile kalmamis, hatta kendisini mushaflar (Kur’an ve Kur’an sayfalan) ve tevhidler ile karsilamaya çikan çocuklari, ordusundaki atlarin ayaklari altinda çignetmistir. Âli’nin, Künhü’l-Ahbar (III, s. 96)’inda zikr edilen bu vak’a, Timur ile ayni zamanda yasamis olan Ermeni tarihçisi Thomas de Medzoph tarafindan da kayd edilmistir. Böyle bir katliamdan sonra Sivas adeta bir harabeye dönmüs oldu. Timur, daha sonra güney istikametinde hareket ederek Malatya ve Suriye’yi isgal eder. Gerek Haleb, gerekse Suriye’nin diger sehirlerinde büyük zulümler yapar. Sam’da (Dimask) büyük bir katliama girisen Timur, sonunda Yezid b. Muaviye’nin kabrini buldurarak açtirir. Kemiklerle birlikte kabri yaktirip içine pislik doldurur.
Timur’un güneye inmesinden istifade eden Bâyezid, Sivas ve Erzincan’i da alarak Timur’a karsi stratejik bir üstünlük saglamaya çalisti. Bir ayaginin sakat olmasindan dolayi Osmanli tarihlerinde “Timurlenk” veya “Aksak Timur” diye isimlendirilen Timur ile Bâyezid arasinda teati edilen mektup ve gönderilen hediyeler de bir fayda saglayamamisti. Zira, Timur’un teklifleri bir bakima Osmanli hükümdarinin diger beyler gibi tamamen kendisine tabi olmasini emr eden bir mahiyet tasiyordu. Nitekim o, Sultan Bâyezid’den su isteklerde bulunuyordu:
1- Kemah’in Mutahharten’e geri verilmesiyle ailesinin serbest birakilmasi.
2- Sehzadelerinden birinin kendi yanina gönderilmesi.
3- Metbuiyet alâmeti olarak kendisine gönderilecek olan külah ile kemerin kabul edilmesi.
4- Anadolu beylerinden alinan yerlerin yine eski sahiplerine iade edilmesi.
5- Kara Yusuf’un kendisine teslimi. Bu esnada Kara Yusuf, Osmanlilar’in yanindan ayrilmis oldugundan istenenin Kara Yusuf’un ailesi oldugu anlasilmaktadir. Yildirim Bâyezid gibi bir hükümdar için çok olmasina ragmen o, bu sartlan degerlendirmek için çevresiyle istisarede bulunur.
Bununla beraber, bütün bunlara karsi ihtiyatli hareket edilmesini tavsiye eden vezir-i azam Ali Pasa’ya Sultan Bâyezid söyle diyecektir:
“Serefimiz ve karsi koyacak kuvvetimiz vardir. Tâbi olamayiz ve istiklâlsiz yasayamayiz.” Bu esnada o, Timur’la meydana gelebilecek bir savasi düsünerek Bizans Imparatoru ile anlasir ve Istanbul muhasarasini kaldirip oradaki askerini geri çeker.
ANKARA SAVASI
Bâyezid ve Timur arasinda teati edilen mektuplar, ortaligi yatistirmaya kifayet etmeyince muharebe kaçinilmaz bir hal almisti. Tarihlerde tafsilatli ve genis bir sekilde verilen Ankara Meydan Muharebesi’nin bütün detaylarina temas etmeyecegimize isaret etmek gerekiyor.
Büyük bir casusluk ve haber alma teskilatina sahib oldugu anlasilan Timur, elindeki kuvvetler ile Anadolu’da fazla bir is göremeyecegini anlayarak, Orta Asya’da bulunan en güzide kuvvetlerini getirmeye mecbur olmustu. Kisi, Karabag’da geçirdikten sonra Azerbaycan ve Gürcistan’da yeniden toplayip düzene soktugu ordusuyla Anadolu’ya yürümeye karar vermisti. Böylece Timur, bu yeni ordusuyla Erzurum ve Kemah yolunu takib ile Orta Anadolu’ya dogru yol almaya basladi. Osmanlilardan aldigi topraklan tekrar Türkmen beylerine vererek onlarin destegini sagladi. Böylece, Osmanlilarin, senelerce ugrasip sagladigi Anadolu birligini de bozmus oldu.
Kirsehir’e dogru yürümekte olan Timur, o sirada Osmanli kuvvetlerinin kendi üzerine dogru gelmekte oldugunu haber alinca, durumun kendisi için müsait olmadigini anlayip telasa kapilir. Ordusunun erkâni ile görüserek Osmanli ordusunu arkada birakmak üzere Ankara yolunu tutar.
Timur, Ankara önüne gelir gelmez Ankara kalesini kusatir. Kale muhafizi Yakub Bey, burayi bütün gücü ile müdafaa eder. Timur, Bâyezid’in kendisinin geldigi yoldan gelecegini tahmin ile o cepheyi iyice tahkim eder. Ankara kalesini de kuzey dogu yani iç kale tarafindan almak istiyordu. Bu maksatla kalenin suyunu keserek Osmanli kuvvetleri gelmeden önce burayi düsürmeye çalisiyordu.
Timur, Osmanli ordusunun daha geç gelecegini de tahmin etmisti.
Fakat o, bu tahmininde yanilmisti. Çünkü Bâyezid’in kuvvetleri seri bir yürüyüsle çok daha evvel ve hem de Timur’un hiç beklemedigi bir yoldan gelip ortaya çikmislardi. Halbuki Timur, Osmanli ordusunu güney dogudan gelecek diye beklerken Osmanlilar kuzey dogudan yani Kalecik, Rayli üzerinden gelerek Çubukova’da Meliksah köyüne inmislerdi. Buna göre Timur bir baskina ugramis demekti. Bu tehlikeli durum karsisinda buhranlar geçiren Timur, itidalini muhafaza ederek bütün gece çalisip cephesini degistirmis ve kale kenarindan da çekilmisti. Timur’u bu sekilde hazirliksiz yakalayan Bâyezid ise hayatina mal olacak bir hata isliyordu. O, Timur’un bu durumundan istifade etmek için, ogullari ile komutanlarinin hemen taarruza geçilmesi hakkindaki israrlarini dinlemeyerek büyük bir firsati kaçirmis oldu. Bâyezid, mertçe bir muharebe olmasini istiyordu. Böyle bir anlayis ve bekleme, Timur’a vakit kazandirip onu düsmüs oldugu tehlikeli durumdan kurtarmisti.
Ankara Muharebesi diye meshur olan ve Anadolu’daki Osmanli hâkimiyeti ile Istanbul’un fethini yarim asir geciktiren bu savasin, gün olarak tarihi hakkinda farkli görüsler bulunmaktadir. Bununla beraber dogruya en yakin olan görüse göre 27 Zilhicce 804 (28 Temmuz 1402) tarihinde yapilmistir.
Her iki ordunun mevcudu hakkinda kaynaklar farkli bilgiler vermekte iseler de, Timur’un ordusunun daha kalabalik oldugunda (160 bin) birlesmektedirler. Bu büyük güce karsilik Osmanli ordusunun mevcudu ise yetmis bin civarinda idi. Ankara yakinindaki Çubuk Ovasi’nda yapilan savasin baslangicinda Osmanlilar üstün bir duruma gelmislerdi. Fakat Osmanli ordusundaki Kara Tatarlarin ihaneti ve Anadolu Beylerine bagli timarli sipahilerin Timur tarafina geçmeleri, harbin Osmanlilar tarafindan kayb edilmesine sebep oldu.
Bu tehlikeli hal üzerine Bayezid’e geri çekilmesi tavsiye edildiyse de o, bunu kabul etmedi. Harbin kayb edildigini gören Yildirim Bâyezid, Vezir-i Azam Ali Pasa ile Murad Pasa, Yeniçeri Agasi Hasan Aga ve Karesi subasisi Inebeye, büyük sehzade Süleyman Çelebi’yi alip kaçirmalarini emr eder. Böylece Yildirim’in basina bir sey gelse bile devleti yeniden kurmak ve toparlamak için bir sehzade kurtulmus olacakti. Bu esnada ihtiyat kuvvetlerinin basinda bulunan Çelebi Mehmed de maiyetinde bulunan bin kadar adam ile sancak merkezi olan Amasya’ya dogru gitmisti. Bundan baska Osmanli ordusunda bulunan Sirp despotu ile kardesinin komutasi altindaki kuvvetler de kaçmislardi. Bütün bunlara karsi Yildirim Bâyezid yerinde duruyor ve Minnet Bey’in kaçma teklifini red ederek serefle ölmeyi tercih ettigini söylüyordu. Fakat bulundugu yerde kalmasinin uygun olmadigini anlayarak daha gerideki Çataltepe’ye çekildi. Maiyetinde iki üç bin yaya ve atli kuvveti kalmisti. Bu kuvvetlere karsi yetmis bin kisilik Timur kuvvetleri merkezden hücum ediyordu. Çataltepe bir kaç kat Timur kuvvetleri ile sarilmisti. Bâyezid, elinde balta ile hücum edenleri orada hemen yere seriyordu. Bâyezid, bu durumdan kurtulabilmek ve Timur’un kat kat olan saflarini yarmak için ortaligin kararmasini bekliyordu. Bir ara az bir kuvvetle ilk muhasara hattini yarip firlamaga muvaffak oldu. Fakat sayisiz çenberle çevrilmis oldugundan her muhasara hattini zorlukla geçiyordu. Bâyezid’in kaçtigi haberi alininca takibi için büyük bir kuvvet gönderildi. Nihayet son müdafaa tepesinden üç saat ayrildiktan sonra ati yere yuvarlandi. Yeni bir ata binmesine meydan verilmeden yakalandi. Böylece Bâyezid, Timur’a esir düstü (28 Temmuz 1402). Böylece kaderin, savaslarda süratli hareket etmesinden dolayi, kendisine layik gördügü Yildirim ünvanina sahip olan bu mert ve cesur hükümdar, aleyhine örülen agin içine düserek esir alinmis oldu.
Mevlânâ Hatifî, Sehnâmesinde Yildirim Bâyezid’in hücumlarindan ve kahramanca çarpismasindan bahs ederken söyle der:
“Bâyezid Han, öyle bir siddetle hücum eylemis ki, önüne geleni yere düsürüp Timur’un önüne kadar varmis. Timur, kendi üzerine dogru yildirim gibi bir fedainin geldigini görünce ürkmüs ve fena halde korkmustu. O esnada Timur’un yaninda bulunan Germiyanoglu, kendisine “Han’im, gafil olma bu firsat bir daha ele geçmez. Bu fedai Yildirim Han’in kendisidir.” deyince Timur hemen kemandazlarina “Sakin Yildirim’a bir zarar getirmeyiniz, sag olarak ele geçiriniz” diye emir vermisti. Dört bir taraftan kemendler atilarak Yildirim’i attan düsürdüler. Yaya kalinca etrafini sardilar. Yildirim Han hançerle bir çok kisiyi hâk-i helâke serdi (öldürdü). Nihayet birçok kisi etrafini sarip onu yakaladilar. Yildirim teslim olmadi, silahini da teslim etmedi. Bununla beraber onu kullanamayacak sekilde her taraftan tutmuslardi.
Ankara galibiyeti ile Anadolu’yu harabeye çevirecek olan Timur, bu galibiyetini Fransa krali VI. Sari ile Ingiltere krali IV. Henri’ye bildirmek üzere mektuplar yollamis ve kendilerinin Nigbolu Muharebesinde yenemedikleri Osmanli hükümdarini yenip esir aldigini bildirmistir. Farsça metni elimizde bulunan mektuba göre Timur, Fransa kralindan büyük bir övgü ile bahs etmekte ve müsterek düsman olarak kabul ettigi Osmanli Devletini perisan ettigini bildirmektedir. Isin önemli noktalarindan biri de Fransa kralinin mektubunu getiren F. Fransiskos adindaki papaza Timur’un çok iyi davranmis olmasidir. Fransa kralina devamli iyi dualarda bulundugunu ifade eden Timur, “bizim ve sizin düsmanlarimizi müzmahil eyledim” gibi bir ifade ile âdeta Osmanlilari ortadan kaldirmak için bati ile is birligi yapmis ve belki de onlarin tesviki ile Anadolu’ya gelmis görünmektedir. Nitekim sözü edilen mektupta Timur söyle demektedir:
“Bu muhibbinin, yüz bin selam ve hayirhahligini dünyalar kadar çok hulusunu Fransa krali kabul buyursun. Ed’iye (dualar) tebliginden sonra siz emir-i kebirin re’y-i âlilerine arz olunur ki, Ferrari Fransiskos adindaki vaiz rahib tarafimiza geldi. Ve mulûkî mektuplari getirdi. Ve siz emir-i kebirin iyi adini ve azamet-i sanini bize bildirdi. Çok mesrur olduk. Su dahi beyan olunur ki, leskerenbuh ile gidüp yaver-i bari-i Teala ile bizim ve sizin düsmanlarimizi müzmahil eyledim. Bundan sonra sultaniye sehrinin murahassasi F. Cevanî’yi huzurunuza gönderdim. Her ne ki vaki oldu ise arz ve takrir eder. Simdi siz emir-i kebirden rica ederim ki, daima nâme-i humayunlarinizin irsal kilinup bize haber-i selamet ve afiyetiniz ilâm oluna…”
Timur, muharebeden sonra Osmanli kuvvetlerini takib için asker sevk ettigi gibi Osmanli sehzadesi Süleyman Çelebi’yi yakalamak üzere de torunu Mehmed Mirza’yi otuz bin kisilik bir kuvvetle Bursa üzerine göndermisti.
Ankara önünde sekiz gün kalan Timur, oradan Kütahya’ya gelir. Burayi begendigi için bir ay kadar burada kalir. Bursa üzerine hareket eden Mehmed Mirza’nin maiyetinde amcasinin oglu Ebu Bekir Mirza, Emir Cihan Sah, Emir Seyh Nureddin ve Emir Süyüncük bulunuyordu. Bursa’ya kadar olan yerleri yagmalayan bu 30 bin kisilik birlik, henüz Bursa’ya ulasamadan Süleyman Çelebi kizkardesi Fatma ile küçük kardesi Kasim Çelebi’yi yanina alarak kaçmaya muvaffak olmustu. Bursa halkinin bir kismi Uludag’a çekilmis, bir kismi da sahile dogru firara baslamisti. Kaçmaya çalisanlarin çogu esir edildi. Semseddin Cezerî, Seyyid Semseddin Muhammed Buharî ve Semseddin Muhammed Fenarî gibi Bursa’nin önemli sahsiyetleri de bu esirler arasinda bulunuyorlardi. Emir Seyh Nureddin, Bursa’yi elde edince yagmaya baslar ve mal için Bursa halkina her türlü zulüm ve iskenceyi reva görür. Bunlar, halka bir sey birakmayacak derecede onlari soyarlar. Bursa’nin çevresi de bu talihsizlikten nasibini alir. Bu soygun ve tahribattan sonra tamamen ahsab mimariye dayali olan Bursa atese verilir. Böylece Bursa tamamen yanar. Timur’un kuvvetleri, Süleyman Çelebi’nin kaçirmaya muvaffak olamadigi bütün Osmanli hazinesini ele geçirmisti. Bunca senelik seferlerin sonunda toplanan bu zengin hazine ile sarayin kiymetli esyasi Timur’un veziri Serafeddin Ali ile Müstevfî Seyfeddin Tunî tarafindan defter yapilip kayd edildi. Bu arada daha önce Sehzade Mustafa’ya nisanlanmis bulunan Ahmed Celayirî’nin kizi, Bursa’da esir alinanlar arasinda idi. Bâyezid’in zevcesi (Sirp kralinin kiz kardesi) ile iki kizi da galiplerin eline düstü. Bütün bunlar, Kütahya’da bulunan Timur’a götürülüp takdim edildi.
Timur, Kütahya’da bulundugu sirada etrafi vurdurup kendi emniyetini sagladiktan sonra Bâyezid’in, memleketlerini almis oldugu Karaman, Germiyan, Aydin, Saruhan, Mentese ve Hamid ogullari’nin beyliklerini tekrar kendilerine iade eder. Bunlar, Timur’un yüksek hâkimiyeti altinda dedelerinden kalan yerlere tekrar sahip olurlar. Timur, Bâyezid’in oglu Süleyman Çelebi’ye mektup yazarak kendisine tabi olmasini bildirmisti. Bunun üzerine o da Seyh Ramazan ismindeki elçisi vasitasiyle bu teklifi kabul ettigini bildirmisti. Buna karsilik Timur kendisine baglilik alâmeti olarak tac ve hil’at göndermisti. Böylece o, Süleyman Çelebi’ye Trakya’yi, Çelebi Mehmed’e Amasya ve çevresini, Isa Çelebi’ye de Bursa ve havalisini vererek yüksek hâkimiyeti altinda Osmanli Devleti’ni üç parçaya böldü. Bu vesile ile ileride meydana gelecek olan ve Osmanli tarihinde “Fetret devri” diye anilacak kardesler arasindaki taht mücadelelerine zemin hazirlamis oldu.
Anadolu’da sekiz ay kadar kalan Timur, birçok sehri yakip yagmalattirdiktan sonra Rumeli, adalar, Bizans imparatoru ve Memlûk sultanini nüfuzu altina aldi. Anadolu’da eski beylikleri ihya edip kurduktan ve Osmanli Devleti’ni dagittiktan sonra memleketine döndü. Giderken, Selçuklular zamaninda Mogollar tarafindan Anadolu’ya getirilip yerlestirilen Kara Tatarlari da yaninda götürmüstü.
YILDIRIM BÂYEZID’IN ÖLÜMÜ
Bazan Anadolu’da, bazan da Rumeli’de ismine yarasir bir sekilde firtina gibi esip simsek gibi çakarak Osmanli Devleti’nin lehinde olacak sekilde bütün Türk beyliklerini tasfiye eden, Bizans’i muhasara ve tehdid eyleyen, Dogu Roma tahtinin mukadderatini Müslüman Türk menfaatleri adina istedigi gibi tasarruf eden, Nigbolu’da Haçli ordularina kesin cevabi veren, bu sürekli zaferlerinden dolayi Abbasî halifesi tarafindan “Sultan-i Iklim-i Rûm” ünvani tevcih edilen Yildirim Bâyezid, Timur’un eline düstükten sonra onunla birlikte Bati Anadolu seferlerinde hazir bulunuyordu. Timur, cengaver ve bir zamanlar firtina gibi esmis olan bu esirini gittigi her yere kendisiyle birlikte götürüyordu. Onbes gün gibi kisa bir zamanda Izmir’i zapt eden Timur, dönüsünde henüz Osmanlilara bagli bulunan Uluborlu ve Egridir kalelerini zapt ettirdi. Bâyezid, Egridir’in zapti esnasinda hastalanmisti. Bunun üzerine Timur, onu Aksehir’e göndermisti. Tedavisi için de meshur tabiplerinden Izzeddin Mesud Sirazî ile Celaleddin Arabî’yi göndermisti.
Yildirim Han’in tedavisine memur edilen doktorlarin bütün çabalarina ragmen, cevval, izzet-i nefis sahibi, magrur ve zaferden zafere kosmaya alismis bir hükümdar olan Yildirim, maglubiyet ve esarete tahammül edemedi.
Zaman zaman Timur’la yapilan sohbetlerde Timur’un kendisini serbest birakacagina ve tekrar Osmanli Devleti’nin basina geçecegine dair söyledigi sözlere de inanmayan Yildirim Bâyezid’in, keder ve üzüntüden gelen bu hastaligina çare bulunamadi. Bunun için 14 Saban 805 (9 Mart 14.03) Persembe günü ruhunu teslim edip intikal-i dâr-i beka eyledi. Öldügü zaman kirk iki yaslarinda oldugu bildirilen Yildirim’in zehir kullanmak suretiyle intihar ettigine dair bilgiler varsa da bunlar gerçegi yansitmamaktadirlar. Zira çagdasi ve Yildirim’i yakindan taniyan tarihçi Ibn Arabsah ile Osmanli tarihçilerinden Enverî, Sükrüllah, Karamanî Mehmed Pasa, Hoca Saadeddin ve Solakzâde gibi kaynaklar ile Timur’un tarihçisi Serafeddin Ali Yezdî ve Nizameddin Samî kesin olarak intihardan bahs etmezler. Bunlara göre o, nefes darligi ve hunnaktan ölmüstür. Solakzâde (Tarih, I, 122) gerçekleri bilmeyen bazi kimselerin tarih yazmaya basladiklarini, cahil olduklari için hakiki sebepleri bilmediklerini söyleyerek bu zehir meselesine söyle temas eder: “Buldugunu yazan ve tarihi zapt etme yolundan azan bazi ozanlar, tarih yazmaya ölçümlenip pek çok farkli kaviller irad etmislerdir. Bunlar ne saltanatin sanina layik gönüller begenen tabirleri bilirler, ne de cülûs tarihleri ve halifelik müddetlerine vâkiftirlar. Padisahlarin ölümlerinin sebepleri beyaninda da nice lâyik olmayan sözler yazip ser’ce cevaz verilmeyen meseleleri o yüce padisahlara isnad edip zehir içti veyahut Timur’un hekimleri zehirlediler diye buhtan ve iftira etmislerdir” der. Gerçekten onun hastaliklarina esaret zilleti ve keder de eklenince kisa bir süre içinde vefat etmistir. Hükümdarligi 14 sene kadar devam etmistir. Ölümü müteakip cesedi tahnit edilerek Aksehir’de Mahmud Hayranî türbesine konulmustur. Timur, onun vefati üzerine yaninda bulunan ailesine taziyetlerini bildirerek ihsanlarda bulunmustu. Semerkand’a dönerken cesedi oglu Musa Çelebi’ye teslim ederek hükümdarlara yarasir bir merasimle defn edilmesini istemis, Musa Çelebi’ye de babasinin mülkünde hükümdarlik için kemer, murassa kiliç ve yüz at vermistir. Yildirim Bâyezid’in na’sinin Bursa’da kendisinin insa ettirdigi Cami yanina defnini vasiyet ettigini söylemeleri üzerine Timur, Yildirim’in tabutunu ve Musa Çelebi’yi Germiyanoglu Yakub Bey’e teslim ederek Bursa’ya gönderdi.
Tarihlerde, azim ve irade sahibi, cesur, cevval, mert, dobra dobra konusan bir kimse olarak zikr edilen Yildirim Bâyezid, ayni zamanda dindar bir kimseydi. Mizac itibariyle sert, hirçin ve inatçi olan Yildirim Bâyezid, Sirp prensesi ile evlendikten sonra, Vezir-i Azam Ali Pasa’nin da tesvikiyle içkiye baslar. Bu sefahat ve isret hayati zamanla saray muhitinden disari tasarak kütleye de sirayet etmekte gecikmez. Özellikle ikbal ve mevki hirsi iliklerine kadar islemis olan Vezir-i Azam Ali Pasa, kendine uydurdugu arkadaslari ile gerek devletin adalet ve insaf töresine, gerek politika ve cemiyet gidisatinda hayli gedikler açti. Bu sebepledir ki, memlekette meydana gelen ahlâkî çöküntü, zamanla kadilarin bile rüsvetle is görmesine sebep olmustu. Nitekim Hoca Saadeddin Efendi’nin ifadesine göre (Tâcu’t-Tevârih, I, 139-140) Osmanli tarihinde “kadiyân-i fi’n-nâr” diye tarihlere geçen hadise, insanlarin can ve mali üzerinde genis bir tasarruf yetkisine sahip olan ve günümüz ifadesiyle yargiç denen kadilarin, adalete göre hükm etmemeleri yüzünden Sultan Bâyezid tarafindan yakilmak suretiyle cezalandirilmalarinin istenmesi hadisesidir. Gerçeklesmeyen ama düsünülen bu hadise bize, Bâyezid’in adalet anlayisina ne kadar önem verdigini gösterdigi gibi, onun ne kadar dindar bir kimse oldugunu da göstermektedir. Gerçekten onun, Ali Pasa’nin igva ve tesiri ile sadece kendi sahsi ile ilgili yaptigi bazi islerden ve içkiden tamamen tevbe ettigi, bir daha içki âlemlerine katilmayacagini belirterek söz verdigi, tarihî kaynaklardan anlasilmaktadir. Nitekim Sükrüllah (Behcetu’t-Tevârih, 57) gerek adalet anlayisi, gerekse bu içki meselesine temasla söyle der:
“Yeniden adalet gösterdi. Kadilari topladi. Onlarin kiyiciliklarindan sorusturdu. Taaddiden, seriata aykiriliktan, rüsvetten özge nesne bulmadi. Kimden, seriata aykiri nesne almislarsa ödenmesini buyurdu. Onlarin terbiyesini verdi. Azli gerekeni azl etti. Halk, ülkeler alanin yüksek adalet ve sefkatini isitince ekim biçimleri, is güçleri ile, yurtlarini senlendirmekle ugrasir oldular. Osmaneli her ne kadar senlik idiyse de on kat daha senlendi. Gazi sultan, kötü ve süpheli islerden çekinmeyi ve Tanri’dan korkmayi kamudan ileri tuttu. Beglerle sultanlarin görenegi olan seriata aykiri eglence, çalgi ve bunun gibi aldatici Albizin (seytan) kuruntusundan gelen ne ki varsa hepsini birakti. O zamanin bilginleri ve seyhleri onun arkadasligi ile yücelirlerdi.”
Kaynaklar, onun Bursa Ulu Camii’nin insasi esnasinda bir hatirasini bize nakl ederler. Buna göre Bursa’daki Ulu Cami insa edildigi zaman Bâyezid, Emir Sultan diye söhret bulan Semseddin Muhammed Buharî ile birlikte caminin binasini kontrol etmeye gelir. Konusma esnasinda padisah, bu güzel binanin Hz. Emir’in hosuna gidip gitmedigini sorar. Emir Hazretleri de yapinin saglamligi, güzelligi, alaninin genisligi ve çatisinin yüksekliginin tam bir ölçü ve olgunlukta oldugunu söyledikten sonra söyle der:
“Pek güzel olmus, lakin civarinda dört köseye de birer meyhane yapilsaydi” deyince Sultan Bâyezid: “Cami-i Serif, Allah’in evidir. Civarinda meyhanenin ne isi var?” der. Bunun üzerine Emir Sultan: “Padisahim, gerçekte Allah’in evi mü’minin kalbidir. Niçin kalbinizi içki ve münkeratla dolduruyorsunuz?” diyerek tarihî bir nasihatta bulunmus olur. Emir Sultan’in bu nasihati derhal tesirini gösterecek ve sultan bundan böyle içki içmeyecegine söz vererek eski hatalari için de tevbe eder. Biraz önce de temas edildigi gibi o, sadece içkiyi terk etmekle kalmaz, ayni zamanda bütün islerin, Allah’in rizasina uygun bir sekilde görülmesini, dogruluk ve adaletten sapilmamasini, memleketin imar edilmesini, hayir tesislerinin insa edilip halka hizmetin saglanmasini ister. Bizzat kendisi bu neviden faaliyetlere ön ayak olarak her sahada halkina örnek olur. Zaten hareket ve davranislari da bunu ortaya koyar. Nitekim Bursa kadisi olan Semseddin Muhammed Fenarî’nin mahkemede sahidlik yapmak üzere gelen padisahin, cemaatla namaz kilmayi terk ettigi için sehadetini sahih saymayarak kabul etmemesi, bunu göstermektedir. Bizans tarihçileri, padisahin özellikle Nigbolu zaferinden sonra kendisini zevk ve eglenceye kaptirdigini zikr ederler. Bu sebepledir ki son asir Avrupa müellifleri, zamanindaki hükümdarlarin çogundan daha üstün olan Bâyezid’in isret ve sefahat yüzünden fikrî ve bedenî kabiliyetlerini kayb ederek inhitata ugradigini ve bu sebeple tac ve tahtini kayb ettigini yazarlar. Bu ifadelerde büyük bir mübalaga oldugu anlasilmaktadir. Zira her sene Anadolu’nun bir ucundan Rumeli’nin öteki ucuna kadar, bazan bir kaç defa at kosturan, mütemadiyen harp ve devlet islerini tedvir ile mesgul olan hükümdarin isret ve sefahata ne kadar zaman ayirabilecegini düsünecek olursak mesele daha bir kolaylikla anlasilmis olur.
Bâyezid’in ne kadar âdil, hak perest ve tebeasini seven bir hükümdar oldugu hakkinda tabip Ibnu’s-Sagir’den naklen Misir tarihçilerine geçen malumat dikkat çekicidir. Buna göre o, her gün herkesin belli zamanda kendisini uzaktan bile görebilecegi genis bir yere gelir ve her taraftan gelen tebeasinin sikâyet ve arzularini birer birer dinler. Tebeasinin maruz kaldiklari zulümleri derhal izale ederdi. O, idaresinde bulunan memleketlerde adalet ve asayis tesis etmisti.
Bâyezid, azim ve irade sahibi, mütehevvir, aceleci ve her seyden nem kapan bir hükümdardi. Bununla beraber âlim ve seyhlere karsi mütevazi ve hürmetkârdi. Muasiri olan hükümdarlara karsi ise magrur oldugu gibi, sahsen pek cesur oldugundan en büyük tehlikelere atilmaktan çekinmezdi. Zamaninda yasamis olan Misir ve Suriye tarihçileri, Bâyezid’in Islâm hükümdarlarinin en hayirlisi ve en büyügü oldugunu zikr ederler. Bundan baska onun, çagdasi olan diger Islâm hükümdarlarinin cihad ve gazayi birakmalarindan dolayi onlara kizdigini da yazarlar. Keza bunlar, Yildirim Bâyezid’in Müslüman hükümdarlarin kendi tebealarindan kanunsuz vergi almalarina tahammül edemedigini ve bu yüzden onlara kizdigini da açikça belirtirler.
Bu hükümdar, bir asirdan beri anarsi ve mücadelelerle çalkalanan Anadolu’ya bir vahdet getirerek buradaki insanlara siyasî bir birlik kazandirmis ve onlari bir bayrak altinda toplamaya muvaffak olmustu. Böylece Bâyezid, Anadolu Selçuklu sultanlarinin gerçek halefi oldugunu isbatlamisti. Ancak Ankara maglubiyeti ile Anadolu’daki birlik bozularak bölge tekrar tefrika içine sokulmustu.
ANKARA SAVASI’NIN SONUÇLARI
Ankara Muharebesi’ndeki maglubiyet, Osmanli tarihi için oldugu kadar Anadolu’daki Türk tarihi için de büyuk bir felaket oldu. Zira bu savasin verdigi zafer sarhoslugu ile Timur, bir kasirga gibi eserek bütün bir Anadolu’yu yakip yikmisti. Bu arada çocuklar dahil olmak üzere binlerce kisiyi esir alip hunharca katl etmekten de çekinmemisti. Onun bu zulümleri, Anadolu insaninin hafizasinda silinmeyerek hâlâ canliligini muhafaza etmektedir.
Timur, Anadolu beyliklerini yeniden canlandirarak Osmanlilar da dahil olmak üzere hepsini kendine bagladi. Böylece Anadolu birligini de parçalayarak Osmanli Devleti’nin büyük mücadeleler sonucunda kurmaya muvaffak oldugu bu birligi ortadan kaldirarak, bölgedeki Islâmî hareketin zayiflamasina sebep oldu. Böylece Islâm topraklarinin ortasinda bir ada gibi duran Hiristiyan Istanbul’un fethi ve Anadolu birliginin yeniden kurulmasi yarim asir gecikmis oldu.
Osmanli Devleti’ni üçe bölen Timur, bu hareketi ile Yildirim Bâyezid’in çocuklari arasinda taht kavgalarinin baslamasina sebep olmustu. Osmanli Devleti’nin Anadolu’daki sinirlan ise hemen hemen Sultan I. Murad’in devri baslarindaki sinirlarina çekilmisti. Buna karsilik Timur’un tesir sahasindan uzakta kalan Rumeli, bütünlügünü koruyarak Osmanli Devleti’nin agirlik merkezi durumuna yükseldi.
Gerçekten Ankara’da ugranilan hezimet, Balkanlar’daki Hiristiyan tebea üzerinde kötü denebilecek hiç bir tesir yapmamisti. Hiristiyan Balkan halklari, Osmanli idaresine bagli kalmislardi. Bu durum, Rumeli’deki Osmanli idaresinin komsu Hiristiyan devletlerden daha âdil oldugunu gösteren en açik delillerden biridir. Osmanli Devleti, bagli bulundugu dinin geregi olarak gayr-i müslim tebeasina karsi âdilâne bir idare ve siyaset takip ediyordu ki, bu da, o firtinali ve tehlikeli havada Rumeli’nin hadisesiz olarak elinde kalmasina sebep olmustu. Bazi yabanci kaynaklar, Osmanli Devleti’nin, Timur’un darbesini yeyip parçalandigi ve sehzadeler arasinda taht kavgalari basladigi halde Balkan devletlerinin Osmanlilar’a karsi birlesememelerini, kiliselerinin birlesmemesine baglamislardir. Halbuki Osmanli idaresi, tebeasi arasinda adalet ve âhengi temin etmek ve onlarin dinî islerine karismamak suretiyle bu güveni saglamis oldu. Bundan baska Osmanlilar, Balkanlardaki Hiristiyan Ortodoks mezhebine mensub mutaassib halkin Katoliklere karsi âdeta müdafaasini üstlenmislerdi. Bu anlayisla, onlarin dinî ve vicdanî akidelerine karsi saygi gösteriyorlardi. Bu sebeple onlarin bu akidelerine kimsenin müdahale etmesine de izin vermiyorlardi. Bunun içindir ki Rumeli’deki Ortodoks tebea huzur içinde yasiyordu.
Kaynak: Osmanli tarihi

v