ANADOLU KRONOLOJİSİ

TARİH ÖNCESİ (PREHİSTORİK)
Toplayıcı-Tüketici
PALEOLİTİK
İ.Ö. 600000-15000
Karain/Yarımburgaz
İnsanoğlu ayakları üzerinde
MEZOLİTİK
Tekeköy/Belbaşı/Beldibi
Mağaralarda renkli duvar resimleri
Üretici-Yerleşik
NEOLİTİK
İ.Ö. 7000-5000
Çayönü/Hacılar/Çatalhöyük
Yumuktepe/Canhasan
Yerleşik düzene geçiş/Ana Tanrıça
KALKOLİTİK
İ.Ö.5000-3000
Hacılar/Beycesultan/Canhasan Fikirtepe
Yaygın seramik kaplar/mezarlar
konut alanları düşına
TARİH ÇAĞLARI(HİSTORİK)
TUNÇ (Bronz)
İ.Ö. 3000-2000
Aslantepe/Alacahöyük/Truva V-I.
Çömlekçi çarkı, kent dokusunda gelişme, çoğalan boyalı seramik, mezar ve ölü gömme kültünde heykeller ve ölü armağanları
Assur ticareti ile Anadolu’da yazı yaygınlaşıyor
Boğazköy/Alişar/Kültepe
Truva IŞ. İ.Ö. 2500-2200 Hatti, İ.Ö. 2500-2000
Hurri, İ.Ö. 1800-1270
Truva IV, İ.Ö. 1800-1275 Hitit, İ.Ö.2000-1180
Kent Devletlerinden Siyasi Birliğe
İ.Ö.2000-1750 Erken/İ.Ö. 1750-1450 Eski Krallık/ İ.Ö. 1450-1180 İmparatorluk Dönemi
İ.Ö. 1269 Kadeş Antlaşması
Hititlerle Mısırlılar Arasında Dünyanın ilk yazılı barış antlaşması
KARANLIK ÇAĞ
I.Ö. 1180-750
(Trak Göçleri)
Geç Hitit Kırallığı, İ.Ö. 1200-700
Urartu, İ.Ö.900-580
Frig, İ.Ö.750-300
Lidya, İ.Ö.700-546
Likya, İ.Ö. 600-300
Lidya’da para kullanımı Anadolu
Ticaretine yeni bir anlam katıyor.
DOĞUDAN GELENLER:
PERS İSTİLASI
İ.Ö. 546-334
Gavgamela Savaşı
İ.Ö. 331
BATIDAN GELENLER
ARKAİK 1050-600/KLASİK 600-334
İSKENDER ve ARDILLARI DÖNEMİ
(HELLENİSTİK)
İ.Ö. 323-30
Kent devletlerine dönüş
ROMA EGEMENLİĞİ
İ.Ö. 30- İ. S. 395
Kent düzenlemesinde yeni bir dönemin ardından Hristiyanlık Anadolu’da
I. Ökümenik Konsil (İznik) 325
DOĞU ROMA (BİZANS) ÇAĞI
395-1453
726-843 İkonoklast (Tasvirkırıcı) dönem
673-678/716 İstanbul İslam Kuşatmasında
Anadolu İslam Kültürü ile tanışıyor
1204-1261 Latin işgali
TÜRKLER ANADOLU’DA
1071 Malazgirt
XI. yüzyıl Türk Akınları Malazgirt’den sonra kitlesel yerleşmelere dönüşüyor. İlk Başkent İZNİK
Haçlı Seferleri /İkinci Başkent KONYA
XII. YÜZYILDA ANADOLU’DA İLK TÜRK DEVLETLERİ
Danişmentliler/Artuklular
Mengücekliler/Saltuklular
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ
1071-1308
Kent silüetinde değişim.
Yeni yapı türleri, yeni bir anlayış ve hoşgörü ortamında Türk-İslam kültürü Anadolu’da
MOĞOL İSTİLASI
1243-1308
XIV. YÜZYILDA ANADOLU
Karamanoğulları Akkoyunlular
Ertenalılar Karakoyunlular
Hamidoğulları
Candaroğulları
Germiyanoğulları
Aydınoğulları
Menteşeoğulları
Dulkadiroğulları
Ramazanoğulları
Osmanoğulları
Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi otoritesinin zayıflaması, Anadolu birliğinin dağılmasına yol açarken yeni çağa doğru bir değişim başlıyor.
Karamanoğlu Mehmet Bey ve Türkçe’nin önemi (1277)
OSMANLI ÇAĞI
1299-1923
Küçük bir Beylik’ten İmparatorluğa geniş bir coğrafyada Selçuklu kültür mirası ile hoşgörünün esas olduğu uzun bir dönem
ERKEN DÖNEM 1299-1481
Gelibolu’dan Avrupa’ya, 1353
TİMUR ANADOLU’DA
Fetret Devri (1402-1413)
İstanbul’un Fethi 1453
Osmanlı Başkentleri 1326’da BURSA, 1365’de EDİRNE, 1453’de İSTANBUL
KLASİK DÖNEM
XVI.Yüzyıl, Osmanlı tarih ve kültürünün “Altın Çağı”dır.
TANZİMAT 1839
Kulluktan vatandaşlığa ilk adım
MEŞRUTİYET I./1877-IŞ./1908
Yönetimde ilk değişim Anayasa yürürlükte
KURTULUŞ SAVAŞI 1919-1922
İlk Antiemperyalist savaş örneği
Lozan Antlaşması 1923

Gerçek Tarih 1

Kendinizi Türklere Emanet Edin
16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine “Hıristiyanlığın şövalyesi” ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan’ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
“Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus’a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler” diyerek nasihat ettiğini…

Ecdadımızın Silinmez İzleri
1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen’in bir ara söze: “Bu Suudi Arabistan’ın ilk tuzdan arıtma tesisidir” diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:”No… Sör… Bu Suudi Arabistan’ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar’ın 1800’lü yılların sonunda yaptığıdır” diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini…

Bitmeyen Osmanlı Sevgisi
Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle “Osmanlı Osmanlı” diye sayıkladığını ..
Budapeşte’den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın “Madem ki İstanbul’a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul’u görmeden almasın!” dediğini Trablusgarp’daki ihtiyar Cezayirlilerin, boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…
Biliyor muydunuz?

Avrupa’da Akıncı Korkusu
1534 yılında Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nde Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur” diye bir karar alınarak iptal edildiğini…

Cennette Yer
Osmanlı Devleti’nin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde kilisede bir papazın vaaz verirken “Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet’in de kendilerine ait olduğunu… ” söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: “Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet’te yer bırakırlar mı?” dediklerini…

Batışın Remzi
Yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtan mütevazı Topkapı Sarayı’na karşılık, yıkılışımızı remzeden Varsay taklidi Dolmabahçe Sarayı’nın Avrupa’dan borç alınan para ile, 9 ton altın ve 41 ton gümüş kullanılarak inşa edildiğini…

Ağaca Asılan Zekat Parası
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman’ın günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu’ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
“Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al” diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını…

Osmanlı Arması
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuası’nın bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, “padişahlık propagandası yapmak ” gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini…
Necip Fazıl’ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
“İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?” diye haykırdığını
Biliyor muydunuz?
Pasaport Farkı
Şanlı Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: “Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb’asıyım ne olur bunu değiştirin” diye sefaret yetkililerine yalvardığını…

Türk Köşesi
Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa’da Türk hayat tarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını…

Reformun Böylesi
0 zamana kadar sadece batılıların kendi aralarında düzenledikleri balolara, yanlış Batılılaşma hareketinin bir parçası olarak Türk devlet adamları da katılınca (1829), baloda bulunan bir Fransız kadının oldukça doğru bir teşhiste bulunarak “Türkler reforma, bitirmeleri gereken yerden başladılar” dediğini…

Birinci Dünya Savaşının Vahşet Yılları
Birinci Dünya savaşı sıralarında Musul’da halkın açlıktan perişan durumlara düşüp hergün sokaklarda kadın-erkek çocuk-ihtiyar birçok insanın inleye inleye ölüme gittiklerini ve buna bir çare bulunamadığını…
Açlıktan ölen bu zavallı çocukların etlerini kasap dükkanlarında koyun ve kuzu eti diye satan veya aşçı dükkanlarında pişirip halka yedirme vahşetini gösteren on-on iki kişinin idam edildiğini…

Hayal Müessesesi
Teb’asını “Emanetullah” olarak gören Osmanlı Devleti’nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini,
Aynı dönemde Avrupa’da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını,
İstanbul’daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere’nin: “Burası Avrupa’nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir” dediğini ve Osmanlı’nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD’de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini…

İçi Yivli Toplar ve Ecdadımızın Sızlayan Kemikleri
Yavuz Sultan Selim Han’ın Ridaniye Savaşı’nda, ileri görüşlü babası Sultan II Bayezid’in icadı olan “içi yivli topları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini…
Bugün ise bizlerin hala II Bayezid’in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: “Yivli top 1868 de Almanlar tarafından icad edildi” diye okutma gafletini göstererek ecdadımızın kemiklerini sızlattığımızı…

Tanzimat Dönemi Ordusu
II. Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltke’nin Tanzimat dönemi ordusunun halini:
“Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur” diyerek tarif ettiğini…

Milletlere Göre Fiyat Farkı
Osmanlı’nın son döneminde (1850) İstanbul’da uzun yıllar kalmış bir Batılı tarihçi olan M A Ubicini’nin şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, hatıralarında:
“Bir kaide olarak, Ermeni ye istediği paranın yarısını, Ruma üçte birini, Yahudi ye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanla alışveriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini veriniz”diye yazdığını…

Batıda ve Osmanlı’da Yalan
1717 – 1718 yılları arasında İstanbul’da İngiliz elçiliği yapan G.Montagu’nun hanımı Lady Montagu’nun Osmanlı toplumundaki ticaret ahlakı ile alakalı hatıraların da, oldukça enteresan bir şekilde:
“İngiltere’de yalancılar yaptıklarıyla öğünürler. Burada ise (Osmanlı’da) yalan söylediğinden emin olunduğu zaman yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür.” diye yazdığını…

Osmanlılarda Ağaç
Osmanlı Devleti’nde ağaçlara çok kıymet verilip koruma altına alındığını…
Sultan ll. Abdülhamid devrinde, Belgrad ormanlarına zarar verip ormanı tahrip ettikleri için bir köyün kitle halinde sürgün edildiğini…

Kin
İkinci Dünya Harbi sonlarında yapılan lise mezunlarının olgunluk imtihanlarında sorulan “Ormanlar ve Ormanların faydaları” isimli kompozisyon sualine talebelerim bazılarının enteresan bir şekilde:”Türkiyemiz ormanlık bir ülkeydi, fakat o zalim padişahlar, yurdumuzu ormansız bıraktılar” gibi cevaplar verdiklerini…
Sebep olarak da; bu zavallı öğrencilerin öylesine bir kin terbiyesi içinde yetiştirilerek Osmanlı’yı kötülemeye öylesine alıştırıldıklarını ve böylece eğer bir fırsatını bulup da padişahlara hakaret ederlerse iyi not alacaklarına inandıklarından dolayı böyle cevaplar verdiklerini…

Ecdad Nesline Hürmet
Merhum Adnan Menderes’in, İstanbul’un imarı faaliyetlerinin başlatıldığı l950’li yılların birinde, gece yarısı cennetmekan Sultan Abdülhamid Han’ın muhterem kerimeleri Ayşe Osmanoğlu ile annesi Müşfika Kadınefendi’nin kaldığı evin kapısını çalarak gizlice içeri girip her ikisinin de ellerini öptükten sonra :
“Siz bize veli nimetlerimizin emanetlerisiniz. Fakat maalesef sizlerle bugüne kadar alakadar olamadım. Çok özür dilerim Çevremiz böyle tavırları hazmedemeyecek insanlarla dolu!…” dediğini… Daha sonra da, Osmanlı’nın bu aziz analarına, kimseye muhtaç olmamaları için, içinde 10.000 lira bulunan bir zarf bırakıp ayrıca tahsisat-ı mestureden (örtülü ödenek) maaş bağladığını ve 27 Mayıs’da bu paranın kesildiğini…

Eşsiz Misafirperverlik
Osmanlı askerî teşkilatını Avrupa’ya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsigli’nin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak:
“Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öyleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar.” dediğini…

İnsanlığın En Muhteşem Harikası
Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta:
“Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı’ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?” diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht’un:
“Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin’in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır” diye cevap verdiğini…

Enderun Okulu
Üç kıtada altı asırlık bir hükümranlık şanlı ecdadımızın devlet ve medeniyet mirasının sırlarının bulunduğu ve dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı Arşivi’ni, bizler doğru dürüst incelememişken, bine yakın Amerikalı ile yüze yakın İsrailli tarihçinin yıllarca didik didik ettiğini…
Bugün ABD’de sadece “Enderun okulu” hakkında hazırlanan uzman eserlerin ve doktora tezlerinin sayısının 350 tane olduğunu…

Sözünün Eri Olmak
Mehmet Akif Ersoy’un sözünün eri bir insan olduğunu ve söz verdiği şeyi yerine getirmek için ölümden başka hiçbir şeyin onu engellemediğini…
İstanbul Vaniköy’de oturan bir ahbabı ile öğleden bir saat önce buluşmak için sözleştiklerinde, o gün yağmurlu, fırtınalı bir gün olup her tarafı sel bastığı halde Mehmet Akif’in binbir zorlukla sırılsıklam vaziyette söz verdiği yere vaktinde geldiğini, fakat arkadaşının gelmemesi üzerine çekip gittiğini… Ertesi gün özür dilemek için gelen arkadaşını dinlemeyip: “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir” diyerek tam altı ay o arkadaşıyla konuşmadığını…

Kızılca Buğdayı
ABD’nin 1890 yılına kadar bizim Tuna boylarımızda yetişen “kızılca” ismi verilen buğdayımızı ithal ederek tohumluk olarak kullandığını ve bununla halkını beslediğini…
Biliyor muydunuz?