İnternet Efsaneleri: Lanetlenmiş Kız

Sanal alemde dinsel konulara ilişkin olarak türetilen efsanelerin ardı arkası kesilmiyor. Samimi dindarları son derece rahatsız eden bu modanın en son örneği durumundaki “çarpılmış genç kız” hikayesinin de kuyruklu bir yalan olduğu ortaya çıktı.

Türkiye kamuoyu da dahil olmak üzere İslam dünyasını aylardır meşgûl eden bu olayın kahramanı heykeltraş Patricia Piccinini’ye ulaşan Yeni Şafak, çirkin bir yalana alet olmanın şokunu yaşayan Avustralyalı sanatçıdan olayın iç yüzünü öğrendi.

İnternet ortamı dinsel inançlar üzerine oynanan sinsi bir oyunun daha arenasına dönüştü. Son birkaç aydır bütün İslam ülkelerinde adeta bir kitle histerisi şeklinde yayılan ve ürkütücü şöhreti kısa sürede ülkemize de ulaşan “Kur’an’a saygısızlık ettiği için hayvana dönüşen Ürdünlü genç kız” fotoğrafının, gerçekte Avustralyalı bir sanatçının silikondan yaptığı ilginç görünümlü bir heykele ait olduğu ortaya çıktı.

Bir dizi insan-hayvan karışımı canlıyı küçük bir erkek çocuğuyla birlikte tasvir eden bu heykel grubu, ünlü heykeltraş Patricia Piccinini tarafından 2003 yılında tasarlanıp hazırlandı. Halen Sydney’de yaşayan ve sıradışı yapıtlarıyla sık sık uluslararası sergilere davet alan Piccinini’nin anılan çalışmasına ait yakın plan bir fotoğrafı sanatçının internet sitesinden onun izni olmaksızın kopyalayan kimliği belirsiz “tebliğciler”, sözkonusu fotoğrafa bir de “çarpılma hikayesi” ekleyerek bunu sanal alemde elden ele dolaştırmaya başladılar.

Konunun kısa süre içinde tartışma forumlarının sınırlarını aşıp paranormal olayların incelendiği “ciddi” sitelere sıçramasıyla birlikte olaydan Piccinini’nin de haberi oldu ve sanatçı kişisel sitesinde öfkeli bir açıklama yayımladı. Ancak, buna karşılık, “çarpılan kız” efsanesi, insanların bu tür dinsel hikayelere inanmayı içtenlikle arzu etmeleri üzerine geçtiğimiz yaz ayları boyunca hız kesmeden yayılmayı sürdürdü.

İslam’ın bu gibi yalanlara ihtiyacı mı var?

Her ortaya çıkışlarında geniş bir inanan kitlesi toplayan dinsel içerikli kent efsanelerinin, özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren ciddi bir artış gösterdiği gözleniyor. İlk çıkış kaynağı genellikle belirlenemeyen ve faillerinin daha etkin bir uluslararası yayılım için interneti başarıyla kullandıkları bu tür paranormal hikayeler, kimilerine göre “biraz abartılı ögeler (!) içermekle birlikte, insanları ilahi gerçeklere yaklaştıran bir tür tebliğ görevi” üstlenmekteler. Ancak, bu sakat düşünce tarzı istisnasız her seferinde olumsuz sonuçlar doğuruyor ve arka plandaki gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, İslam adına yola çıkanlar her seferinde İslam’a izi kolay kolay silinemeyecek türden lekeler sürüyorlar. “Kur’an’a saygısızlık ettiği için çarpılan kızın dramı” gibi vak’alar zayıf olan imanları pekiştirmek adına doğru yöntem olarak kabul edildiği takdirde, benzeri bir başka durum yaşandığında, sözgelimi, “Filistin’de camileri basıp talan eden, Kur’an-ı Kerim nüshalarını yerlere atan İsrail askerlerinin neden olay anında alev alıp yanmadığı” gibi bir sorunsal da bu kez aynı imanları zedeleyen bir anti-teze dönüşebiliyor. Bu açıdan bakıldığında, sözkonusu yalanları ortaya atan kişilerin samimi dindarlardan ziyade, farklı bir taktikle çalışan “din karşıtları” olma ihtimalleri daha yüksek…

“Olay heykel”in tasarımcısı Patricia Piccinini:

‘Fotoğrafı internet sitemden çalmışlar’

Avustralyalı heykeltraş Patricia Piccinini, sanat dünyasında sıradışı çalışmalarıyla tanınıyor.

Yeni Şafak’ın, ülkesi Avustralya’dan bağlantı kurarak görüşlerine başvurduğu bayan heykeltraş Patricia Piccinini (40), yapıtı üzerine son aylarda internette ortaya çıkan spekülasyonlardan dolayı tek kelimeyle burnundan soluyor. Olaydan ilk kez geçen Ağustos ayında haberdar olduğunu belirten Piccinini, gazetemize şu açıklamayı yaptı:

“Doğrusu, bu yalan karşısında söyleyecek söz bulamıyorum. Ben bir sanatçıyım ve dünyadaki bütün dinlere karşı sonsuz saygım var. Ancak, önceki yıl gerçekleştirdiğim bu çalışmanın fotoğraflarının kişisel internet sitemden çalınarak böylesine abuk subuk bir hikayeye alet edilmesi karşısında tahmin edemeyeceğiniz kadar çok yıprandım. Sahtekarların kullandıkları fotoğraf, son iki yıldır dünyadaki bazı önemli sergilere katılan “Leather Landscape” (Deri Peyzajı) adlı yapıtımdan alınma bir detaydır. Bu yapıtı, hayal gücümün ürünü olan, ancak genetik mühendislerinin gelecekte üretmesi olası bazı insan-hayvan karışımı hibrit yaratıkların ve onları ilgiyle izleyen küçük bir oğlan çocuğunun silikondan yapılma heykelleriyle oluşturdum. Beyaz deriden hazırlanmış fütüristik bir dekorun üzerine yayılan sözkonusu heykeller, ilk kez 2003 yılında Venedik Bienali’nde görücüye çıktı ve bir hayli ilgi gördü. O tarihten bu yana da daha bir dizi ülkede sergilendi. Yapıtın hazırlanmasında silikon ve derinin yanısıra tahta, akrilik ve insan saçı kullanıldı.”

Olayın gerçek yüzünü kişisel internet sitesinde de açıkladığını belirten Piccinini, buna karşılık internetin yalanları yayma konusundaki hızına yetişmenin imkansız olduğunu vurgulayarak, “Hiçbir dinin, varolmak için bu tür komik hikayelere ihtiyacı yok. Bence bu tür kent efsaneleri ilk anda kitleleri bir ölçüde heyecanlandırsa da inançlı topluluklar arasında sonradan büyük bir hayal kırıklığı ve öfkeye yol açıyorlar. O nedenle, yapılanın iyi niyetli bir dinsel misyonerlik çabası olduğundan son derece kuşkuluyum” şeklinde konuştu.

‘Belge-fotoğraf’a (!) eşlik eden ürkünç hikaye Patricia Piccinini’ye ait olan hibrit yaratık heykelinin fotoğrafını internet üzerinden kısa sürede bütün dünyaya yayarak özellikle İslam coğrafyasında heyecan verici bir efsaneye dönüştüren sahtekarlar, görenlerin tüylerini ürperten bu “belge”ye (!) şöyle bir de arka plan hikayesi eklemişlerdi:

Ürdünlü yaşlı bir kadın evinde Kur’an-ı Kerim okumaktadır. O sırada, yan odada yüksek volümde müzik dinleyen kızını teybin sesini kısması için uyarır. Ancak genç kız inançsız biridir; annesini bu uyarısından dolayı azarlar ve elindeki Kur’an-ı Kerim’e saygısızca vurur. Fakat, bunu yapar yapmaz bir anda bütün vücudu alevlerle kaplanır ve odanın ortasında cayır cayır yanmaya başlar. Dehşet içindeki anne hemen yakınlardaki bir battaniyeyi kapar ve kızını saran alevleri söndürebilmek amacıyla onu sıkıca sarıp sarmalar. Biraz sonra battaniyeyi açtığında ise fotoğrafta görülen insan-köpek karışımı korkunç yaratıkla karşılaşır. Kız, biraz önceki çirkin hareketi nedeniyle “çarpılmıştır”.

Evde yaşananlar kısa sürede Ürdünlü resmi yetkililerin kulağına gider ve genç kız bilimsel olarak incelenmek üzere Hollanda’daki bir askeri hastaneye nakledilir. İnternette dolaşan görüntü de kızın incelemeler sırasında çekilen gizli fotoğraflarından biridir. Olay, “Kur’an’ın mistik gücü ve yüceliği uluslararası kamuoyu tarafından kabul görmesin” diye aylardır bütün dünyadan saklanmaktadır. Ancak, bu muhteşem “kanıt”, nasıl olduğu anlaşılamayan bir yolla Hollandalı yetkililerden kaçırılarak bizim aşırı ateşli tebliğcilerimizin eline geçmiştir.

Tabii, bütün bu hengamede kaş yapılacak derken bir kez daha göz çıkartılır ve tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi bu olayın balonunun da patlamasıyla birlikte İslam’ın uluslararası alandaki itibarına bilerek ya da bilmeyerek müthiş zararlar verilir. Olayın aydınlığa kavuşmasıyla birlikte, bugünlerde Batı kaynaklı birçok internet sitesinin sözkonusu hikaye nedeniyle Müslümanları makaraya alan yorumlar yayımladığı dikkati çekiyor.

(Ali Murat Güven)

Dede KORKUT

HAYATI
Dede Korkutun 570-632 yılları arasında, Hz. Muhammed (S.A.V) zamanında yaşadığı rivayet edilmiştir. Oğuzların Kayı veya Bayat boylarından geldiği, hem geçmişten ve hem de gelecekten haber veren, “kerem sahibi bir evliya” olduğu rivayet edilmektedir. “Ozanların Piri” veya “Ozanların Başı” olarak da bilinen Dede Korkutun, (manen) Hz. Muhammed´in hayır duasını aldığı ve Oğuzlara İslâm dinini öğrettiği de bu rivayetlerle günümüze kadar ulaşmıştır.Öte yandan Dede Korkut, tüm Türk kavimlerinin atasıdır ve dâhisidir. Türk destanlarında ve halk hikâyelerinde, Dede Korkut adına ve onun mucizevî sözlerine rastlamak her zaman mümkündür. Türk hükümdarlarının akıl hocası ve veziri olduğu bilinen Dede Korkut, bütün Türklüğün yegâne temsilcilerinden ve bugün de yaşatılmaya çalışılan atalarındandır. Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.”Dede Korkut Kitabında (Dede Korkut ala Lisan-i Taife-i Oğuz han Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türklerin yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir. Kitapta, “Dede” ve “Ata” olarak geçen ve “Korkut Ata” olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Kara kalpak boyları arasında bu adlarla bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte, aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker. Türk milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk, sözünde durmak, mukaddes değerler uğruna ölmek gibi çeşitli karekterler, hikâyelerin ana temasıdır. Dede Korkut hikâyelerindeki tüm kahramanların aile, cemaat ve insan sevgisini ön planda tutması, millet olarak ahlâk ve yaşam anlayışımızı göstermesi bakımından önemlidir. Kahramanların çoğu gençtir ve mutlaka bir yiğitlik gösterdikten sonra ad verilir. Pek çoğumuz biliriz, Dirse Han oğlu bir boğayı öldürünce Dede Korkut o gencin adını “Boğaç” koyar ve onu şan, şeref, mal ve rütbe ile ödüllendirir. Dikkat edilirse, hikâyelerde, gençliğe son derece önem verilmekte, onların, ailesine, milletine ve devletine bağlı, cesur ve çalışkan olmalarına işaret edilmektedir. Savaş, av, toy vb. eğlencelere Hz. Peygambere salavat getirilerek başlanması da Türk Kavimleri’nin dinî yönden şuurlu olduğunu ve devlet millet birliğinin sağlam temellere dayandığını göstermektedir. Dede Korkut hikâyelerinde özellikle göçebe Oğuz Türkleri’nin tabiat şartlarına karşı dirençleri, düşmanlarına karşı sürekli üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan kuvvetlilikleri dikkati çeker. Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun hikâyeleri yaşlı ve bilginlere büyük değer verildiğini de göstermesi açısından, son derece önemlidir. Allah, doğum, din ve ölüm düşüncesi, hayatin her anında kendisini gösterir. Bugün Dede Korkut ve onun hikâyelerinden ve destanlarımızdan alacağımız önemli dersler vardır. Fertler arasında saygı, sevgi, karşılıklı hoşgörü ve mertlik bunların başında gelmektedir. Dede Korkut aslında büyük bir vatanseverdir ve milletinin sonsuza dek güçlü ve mutlu yaşamasını gerçekleştirme mücadelesi içindedir. Hikâyelerindeki örnek şahsiyetler olan Bayındır Han, Kazan Han, Bamsı Beyrek, Boğaç Han, Selcen Hatun, Seğrek ve diğerleri toplumda olması gereken ideal insan karakterlerini temsil ederler. Bu insanlar, milleti ve vatanı için ölümü göze alan ve tüm zorlukların üstesinden gelebilen kahramanlardır. Dede Korkut, bütün Türk kavimlerinin fert fert kahraman olmasını arzu etmiş olmalı ki, hikâyelerinde zayıflığa, çaresizliğe ve ümitsizliğe yer vermemiştir. Rivayetlere göre Onun ölümü bile evliyalığını, bilge kişiliğini göstermektedir: Çeşitli Türk boylarının kanaatine göre o, rüyasında mezarının hazırlandığını görmüş ve gittiği her yerde öleceği ona rüyasında bildirilmiştir. Seyhun Irmağı’nın Aral Gölü’ne döküldüğü yerin yakınlarında, ırmağın üzerine hırkasını sererek orada ruhunu Allah’a teslim etmiştir. Bugün pek çok yerde onun mezarının olduğu söylenmektedir. Tıpkı Yunus Emre ve Karaca oğlan gibi milletimiz, onun mezarına da sahip çıkarak kahramanlarını kendi içinde görmek istemektedir. Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu olan Dede Korkut Hikâyeleri, insani ve yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele almıştır. Bayburt ili; Türklerin Anadolu’da yerleştikleri en eski yerleşim yerlerindendir. Sosyologlar Bayburt’u gerek Selçuklular, gerekse Osmanlılar döneminde ikinci dereceden önemli bir kültür merkezi olarak nitelendirmektedirler. Bayburt, ünlü sınırlarımızın dışına taşan pek çok bilim ve sanat adamı yetiştirmiştir. Türk dünyasının ortak kültür hazinelerinin en büyüklerinden biri olan Dede Korkut’ uda bunlardan saymak mümkündür.
Dede Korkut, bütün Türk dünyasında kabul görmüş – Tarihi ve Efsanevi – ortak ulularımızın en önemlilerindendir.
Prof. Dr. M. Fuat KÖPRÜLÜ, Dede Korkut için; ”Terazinin bir Kefesine Türk Edebiyatının tümünü, diğer kefesine de Dede Korkut’ u koysanız yine de Dede Korkut ağır basar” demektedir. Dede Korkut hikayeleri Bayburt’ta canlılığını korumaktadır. Türkiye Türkçe’sinde anlatılan hikayelerden Beğ Böğrek (Bamsi Beyrek) in en çok varyantı Bayburt’ ta tespit edilmiştir. Hikayelerde Bayburt , ”Parasarın Bayburt Hisarı” adıyla geçmektedir. Beğ Böyrek’ in mezarı Bayburt Kalesindeki ”Zindan”’ ın tam karşısındaki Duduzar Tepesindedir. Dede Korkut’ un mezarı Masat Köyündedir. Bu bilgiler, Orhan Şaik GÖKYAY’ ın Dede Korkut çalışmasında mevcut olduğu gibi, halk arasında da dilden dile anlatılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Valiliğimiz; ilimize sosyal, kültürel, bilimsel, sportif, ticari ve ekonomik canlılık kazandırmak amacıyla bir şölen düzenlemeyi planlamış, şölene Orta Asya’ dan Anadolu’ya göçen Alp Erenlerden biri olan ve bütün Türk lehçelerinde ve coğrafyalarında tanınan, hikayeleri dildin dile anlatılan bu ulu büyüğün adını vermeyi uygun bulmuş ve 1995 yılından itibaren ”Dede Korkut Kültür – Sanat Şöleni’ni düzenlemeye başlamıştır. Şölen Türk dünyasında büyük yankı bulmuş ; Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Balkar
– Karaçay, Dağıstan, Kazakistan ve bağımsızlığını ilan eden diğer Türk Cumhuriyetlerinden çok sayıda katılım gerçeklemiştir. Türk Cumhuriyetlerinden ilimize gelen bilim adamları Dede Korkut’ la ilgili tebliğler sunmuşlar, kendi coğrafyalarındaki izlerin etkisinden söz etmişlerdir. Dede Korkut’ un bizim olduğu kadar kendi edebiyatlarının da en büyük değere ve Türk dünyasının coğrafyalar üstü ortak ve en büyük kişiliği olarak nitelemiş ve sahiplenmişlerdir. Dede Korkut, Türk dünyasının ortak birleştirici ve en büyük kişilerinden biri olarak Bayburt Dede Korkut Kültür
– Sanat Şöleninde anılmaya başladıktan sonradır ki; UNESCO 1999 yılını Dede Korkut’ un 1300. yılı olarak kabul etmiştir. İlimizde 16 – 22 Temmuz 2001 tarihleri arasında 7.’ Si düzenlenen dede Korkut Kültür
– Sanat Şölenlerinde Dede Korkut, artık sadece Bayburt ve Türk Dünyası ile sınırlı kalmamış, bütün dünyanın ortak değeri olarak uluslararası bir nitelik kazanmıştır.Dede Korkutun yaygınlıkla bilinen hikâyeleri;
-Dirse Han Oğlu Boğaç Han -Salur Kazanın Evinin Yağmalanması -Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek -Kazan Beg Oğlu Uraz Beg’in Tutsak Olması
-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul -Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
-Kadılık Koca Oğlu Yegenek –
Basatın Tepegöz’ü Öldürmesi
-Begel Oğlu Emren
-Usun Koca Oğlu Seğrek
-Salur Kazanın Tutsak Olması
-Dış Oğuzun iç Oguz’a Asi Olması Dede Korkutun hayatı ve onun hikâyeleri, geçmişten geleceğe uzanan mücadelede varlığımızın, birliğimizin ve dirliğimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymakta, kahramanlık ruhumuzu coşkun bir üslupla dile getirmekte ve geleceğe ümit ve sevgiyle bakmamızı sağlamaktadır
DEDE KORKUT MİRASI
Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN19. yüzyılın başlarında Dresden’de bulunmuş olan Dede Korkut yazması, “Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân” adını taşır; “Oğuz boyunun diliyle Dedem Korkud Kitabı” demektir. 20. yüzyılın ortalarında Vatikan’da bulunmuş olan yazmanın adı ise “Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı”dır; “Oğuzname hikâyesi, Kazan Bey ve diğerleri” demektir. Dresden nüshası bir giriş ve 12 destanî hikâyeden oluşur. Vatikan nüshasında ise girişle birlikte sadece 6 destanî hikâye vardır. Bu nüshadaki giriş ve destanî hikâyeler, Dresden nüshasında bulunanlardan farklı değildir. O hâlde Dede Korkut mirasından yazma olarak elimizde bir giriş ve 12 destanî hikâye bulunmaktadır. Destanî hikâyelerin her biri Dresden nüshasında “boy” olarak adlandırılmaktadır; bu bakımdan ben de yazımda bu özel terimi kullanacağım.
Biri eksik de olsa iki yazma hâlinde elimize ulaşan 12 boyun, 15. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan coğrafyasına hâkim olan Akkoyunlular zamanında son şeklini aldığı ve Osmanlıların Anadolu’nun Doğu ve Güney-Doğusuna hâkim olduğu 16. yüzyılda yazıya geçirildiği düşüncesindeyim. Oğuzların tarihini yazan ve Dede Korkut kitabını Oğuz Türklerinin millî destanı kabul eden Türk tarihçisi Faruk Sümer; yazmalarda geçen alay, gönder gibi sadece Osmanlılara ait askerî terimlerden dolayı eldeki yazmaların 16. yüzyıldan önce yazıya geçirilmiş olamayacağı fikrindedir. Boyların coğrafyası Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan sahasıdır ve bu bölge 16. yüzyılda Osmanlıların eline geçmiştir.
Esasen eserin giriş bölümünün başında yer alan “Korkut Ata ayıtdı: Â0ır zamanda 0anlık girü kayıya dege, kimsene ellerinden almaya, â0ır zaman olup kıyâmat kopınça. Bu didügi Osman neslidür, işde sürilüp gideyorır.” ifadeleri, eserin Osmanlılar zamanında ve Osmanlı toprağında istinsah edildiği konusunda bence herhangi bir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak Dede Korkut coğrafyası, Osmanlılardan önce Akkoyunluların elindeydi ve bence boyların elimizdeki nüshalarda görülen son biçimi alması Akkoyunlular zamanında, yani 15. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Akkoyunlular kendilerini Oğuzların Bayındır boyundan kabul ediyorlardı ve bundan dolayı, aktif bir kahraman olmadığı hâlde Bayındır Han eserde en muteber mevkie çıkarılmıştı.Dede Korkut kitabının 15. yüzyılda, Akkoyunlular zamanında aldığı son biçimi, bugüne ulaşan iki yazmaya dayanarak şöyle anlatabiliriz.
Giriş bir yana bırakılırsa kitap, konuları bakımından birbirinden bağımsız, “boy” adı verilen 12 destanî hikâyeden oluşur. 12 boyun her biri, bir veya iki kahraman üzerine kurulmuştur; ancak gerek bir boyun esas kahramanları, gerek yardımcı kahramanları, diğer boylarda da geçer ve bir boydaki yardımcı kahraman diğer boyda esas kahraman olabilir. Böylece esas kahramanın üzerine kurulmuş bulunan vak’a itibarıyla bağımsız olan boylar, ortak kahramanlarla birbirine bağlanmış olur. Kahramanların başı Salur Kazandır ve dört boy, Salur Kazan veya oğlu Uruz üzerine kurulmuştur. Diğer kahramanlar Salur Kazan’ın beyleri ve arkadaşlarıdır. Bayındır Han ise Salur’un da bağlı olduğu hükümdardır; fakat olaylara aktif olarak karışmaz. 12 boydan 9’unda Salur Kazan ve arkadaşları geçer; 3 boyda ise onları göremeyiz. Fakat 12 boyun hepsinde de Dede Korkut vardır. Dede Korkut’un boylardaki esas işlevi kopuz çalarak boy boylaması, soy soylamasıdır. Boyların anlatılmasına boy boylamak, boylar içindeki manzum kısımlara soy, soyları kopuz eşliğinde belli bir melodiyle okumaya ise soy soylamak denir.
Dede Korkut her boyun sonunda boy boylar, soy soylar; kahramanlara dua eder ve bazen onlara ad verir. Dede Korkut’un birkaç boyda, müşkül işleri halletmek için ortaya çıktığı da olur. Şu hâlde Dede Korkut, 12 boyu birbirine bağlayan ve boyları düzenleyip anlatan ortak kahramandır. Başta yer alan giriş bölümü de eserin bütünlük kazanmasında rol oynar.Kısaca anlatmaya çalıştığım bu son biçim öyle bir “form”dur ki hem her boy, bağımsız bir eser gibi tek başına ele alınabilir; hem de 12 boy bir bütünlük içinde tek bir eser kabul edilebilir.“Dede Korkut mirası” derken ben, bir yandan bu “son biçim”in oluştuğu zamandan daha sonraki yüzyıllara kalan mirası kastediyorum; bir yandan da bu “son biçim”in daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğunu düşünüyorum.
Önce birinci noktaya bakalım: Sonraki yüzyıllara Dede Korkut’tan kalan miras nedir? Burada şunu belirtmeliyim ki sonraki yüzyıllara kalan miras, mutlaka yukarıda anlattığım “son biçim”den çıkmış olmayabilir. Başka Türk coğrafyalarında daha önceki dönemlerden kalmış rivayetler de bulunmaktadır.Dede Korkut ve eserdeki beylerle ilgili rivayetler, daha sonraki bazı yazılı kaynaklarda da küçük parçalar veya atıflar hâlinde görülür. 3. Murad zamanında Bayburtlu Osman’ın yazdığı “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihan”da, 1597’de yazılan Şerefnâme’de, 17. yüzyıla ait Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Ebülgazi Bahadır Han tarafından 1660’ta yazılan Şecere-i Terâkime’de, 1672’de yazılan Arapça Müneccimbaşı tarihinde, yine 17. yüzyılda Buharalı Hafız Derviş Ali Çengî tarafından yazılan Tuhfetü’s-Sürûr adlı Farsça eserde, bazı Bektaşî velâyet-namelerinde ve Kul Ata adlı Azeri şairin Leylâ Mecnun mesnevisinde bazen birer ikişer cümlelik, bazen yarım sayfaya varan uzunlukta Dede Korkut ve beyleriyle ilgili rivayetler vardır. Şecere-i Terakime’de ise Dede Korkut kahramanları ve özellikle Salur Kazan’la ilgili rivayetler bir hayli hacimlidir.
20. yüzyıl sözlü geleneğinde Dede Korkut boylarının en canlı olarak yaşadığı yer Türkmenistandır. Yüzyılın ortalarında Ata Rahmanov’un derlediği metinler el yazmaları hâlinde Türkmenistan’ın Kol Yazmaları Enstitüsü’nde saklanmaktadır. Ayrıca Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki metin de vardır. Bu metinler 1980’lerin sonundan itibaren Türkmenistan’da yayımlanmaya başlamıştır.Ata Rahmanov’un derlemelerinden anlaşıldığına göre Dede Korkut kitabındaki 12 boydan 7’si Türkmenistan sözlü geleneğinde 20. yüzyıla kadar ulaşmıştır. Bunlar Iza berilediren Nesilsiz (Dirse Han oğlu Boğaç Han boyu), Makav (Deli Dumrul boyu), Yekegöz (Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü boy), Töreli Bey (Kan Turalı boyu), Bamsım Birek (Bamsı Beyrek boyu), Salır (Salur Kazan’ı oğlu Uruz’un tutsaklıktan çıkardığı boy), Imra (Begil oğlu Emren boyu) adlı hikâyelerdir.
Bu hikâyelerde farklılıklar olsa da Dede Korkut yazmalarındaki boyların konuları temel olarak korunmuştur; hatta kahramanların adları da küçük değişikliklerle aynı kalmıştır.Ata Rahmanov’un derlediği üç hikâye ile Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki hikâye Dede Korkut kitabında yoktur. Bunlar İgdir, Dışoğuzların Gever Hanlıkına Karşı Köreşi, Oğuzların Melâllaşmakı, Tekemuhammet, Salır Gazan ve İtemcek Hekâyası’dır. Dede Korkut kitabındaki 12 boy, bu 5 hikâye ile 17’ye çıkmaktadır.Dede Korkut kitabındaki üç boy, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında, sözlü gelenekte masallaşmış olarak yaşamaya devam etmektedir.Bunlardan en yaygını Bamsı Beyrek boyunun Bey Böyrek adıyla söylenen masallaşmış biçimidir. Bu masalın Azerbaycan’dan; Anadolu’nun Trabzon, Bayburt, Erzurum, Erzincan, Urfa, Kilis, Kahraman Maraş, Sivas, Yozgat, Amasya, Sinop, Bartın, Zonguldak, Kırşehir, Kayseri, Konya, Osmaniye, Afyon, Eskişehir, Kütahya, İstanbul şehirlerinden derlenmiş varyantları vardır. Masalın 1791’de yazıya geçirilmiş eksik bir varyantı ise Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde saklanmaktadır. Aynı masalın 1730-31 tarihli tam bir nüshası ise Mısır’da bulunmuştur.Masallaşmış olan ikinci boy Tepegöz boyudur. Bu masalın da Azerbaycan’dan; Iğdır, Posof, Bayburt, Erzurum, Siirt, Yozgat, Kastamonu, Çorum, Çankırı, Ankara, Konya, Aydın, İstanbul, Kırklareli şehirlerinden ve Dobruca’dan derlenmiş varyantları vardır.Üçüncü olarak Deli Dumrul boyunun masallaşmış varyantları Tokat, Konya, Antalya, Bolvadin ve Üsküp’ten derlenmiştir.Ferruh Arsunar’ın 1962’de Gaziantep’ten yaptığı bir derleme ise çok ilgi çekicidir. Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı boyun bir özeti gibi olan hikâyede kahramanlar birbirine karışmış olmakla beraber, Türkmenistan’daki rivayetlerde olduğu gibi temel konu aynıdır.Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’da sözlü gelenekten derlenen bir rivayet ise doğrudan doğruya Dede Korkut’un kendisiyle ilgilidir.
Bu rivayetlere göre Korkut Ata, Azrail’den kaçmak ve ölümden kurtulmak ister; nereye giderse kabrinin kazıldığını görür ve sonunda ölür.Özbeklerde Alpamış, Kazak ve Karakalpaklarda Alpamıs, Başkurtlarda Alpamışa, Tatarlarda Alıpmemşen ve Altay Türklerinde Alıp Mamaş olarak yaşayan destan; birçok araştırıcıya göre Dede Korkut kitabındaki Bamsı Beyrek boyu ile ilgilidir. Dolayısıyla bu destanı da Dede Korkut mirası olarak düşünebiliriz. Böylece Dede Korkut mirasının Balkanlardan Altaylara kadar uzanan Türk dünyasında yayılmış olduğunu görüyoruz.Dede Korkut kitabının daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğu konusuna gelince:Bilindiği üzere 14. yüzyılın başında yazılan Câmiü’t-Tevârîh’teki “Târîh-i Oğuzân ve Türkân” bölümü Oğuz destanıyla ilgili en geniş rivayetlerin yer aldığı bir kaynaktır. İşte bu kaynakta Dede Korkut’tan akıllı, bilgili, keramet sahibi ve hakkında pek çok hikâye anlatılan bir şahıs olarak bahsedilmekte, ayrıca Tuman Han’a ad verdiği belirtilmektedir. Memlûk tarihçisi Aybeg ed- Devâdârî’nin yine 14. yüzyılın başlarına ait Dürerü’t- Tican adlı eserinde Türklerin elden ele dolaştırdıkları iki kitap olduğu, bu kitaplardan birinin Oğuzname adını taşıdığı kaydedilir. Oğuzname hakkında verilen kısa bilgiye göre bu kitap Oğuzların başlangıçlarını, ilk hükümdarlarını ve onun adının Oğuz olduğunu anlatır; içinde acayip hikâyeler vardır. Bu hikâyelerden birisi olarak Tepegöz hikâyesinin özeti de Devâdârî’nin eserinde verilir.Gerek Devâdârî’nin, gerek Reşideddin’in kayıtları bize, 14. yüzyılın başında Dede Korkut’la ilgili rivayetlerin yaygın olduğunu, hatta Devâdârî’ye göre bunların Oğuzname adlı bir kitapta toplandığını ve bu kitabın Türk boyları arasında elden ele dolaştığını gösteriyor. Bu durumda 15. yüzyılda son biçimini alan, 16. yüzyılda yazıya geçirilen, 20. yüzyılda da sözlü gelenekte yaşayan Dede Korkut boylarının en geç 13. yüzyılda kitap hâline gelen bir Oğuzname’de toplandığını ve Dede Korkut hikâyelerinin aslında Oğuz Kağan Destanından kalan bir miras olduğunu söyleyebiliriz. Bu miras artık çağdaş san’at eserlerinde; şiirde, tiyatroda, sinemada yaşamaya devam etmektedir. Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Türkiye’de Dede Korkut’tan kaynaklanan şiirler, poemalar, tiyatrolar yazılmış; filmler ve çizgi filmler çevrilmiştir. Hiç şüphesiz Dede Korkut mirası bütün Türk dünyasında yarınki nesilleri de beslemeye devam edecektir.

Kaynaklar Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı I, Ankara 1958;
II, Ankara 1963.Ergin, Muharrem, Türklerin Soy Kütüğü, İstanbul 1972 (?).Ergun, Metin, Alıp Manaş, Konya 1997.
Gökyay, Orhan Şaik, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 1973.
Jirmunskiy, V.M., Tyurkskiy geroiçeskiy epos, Leningrad 1974.
Koroğlı, Halıg, Oguzskiy geroiçeskiy epos, Moskova 1976.
Ögel, Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I, Ankara 1981.Sakaoğlu, Saim, Dede Korkut Kitabı I-II, Konya 1998.
Salar Baba I, Aşgabat 1996.
Sümer, Faruk, Oğuzlar, İstanbul 1999.
Tural, Sadık-Nurmemet, Annaguli (hazırlayanlar),
Gorkut Ata-Türkmen Halk Nüshası, Ankara 1999.
Togan, A. Zeki Velidî, Oğuz Destanı, İstanbul 1972.
Zeynalov, Ferhad – Elizade Samet,
Kitabi-Dede Gorgud, Bakı 1988.

Kaynak : http://www.davetci.com/

Dede Korkut Kitabı