Şeytan nedir hangi yollarla insana yanaşır

Şeytanlar, hayra hiçbir kabiliyeti olmayan, sırf şer işleyen ruhani bir varlık türüdür. “Dumansız ve harareti çok şiddetli bir ateşten yaratılmışlardır (Hicr Sûresi, 27). İblisin asıl adı, Azazil idi. Cenabı Hakkın Hz. Âdeme (as.) secde etme emrinden yüz çevirmesi ve bu secde emrine kibirlenerek isyan etmesinden sonra, “iblis” ve “şeytan” isimlerini aldı.

İnsanlığın manevi terakkisinde, Allaha kulluk vazifesini yerine getirmesinde en büyük engel, şeytandır. Kuran-ı Kerimde şeytan, insan için “adüvv-ü mübin-apaçık bir düşman” olarak tavsif edilmiştir. Cenabı Hak, Kuran-ı Kerimde pek çok ayet-i kerimede müminleri şeytandan istiazeye, yani Allaha sığınmaya davet etmiştir.

ŞEYTANIN EN BÜYÜK AMACI İNSANLARI DİNSİZ YAPMAK,ATEİST YAPMAKTIR…!!!. Bunu başaramazsa onları şirke sevk eder.

Şeytan, insanı müşrik etmekle de yetinmez; zalim bir müşrik eder, sefih eder. Bununla da kalmaz, onu şirk adına, gece gündüz çalışan bir dava adamı yapmaya çalışır. Bu onun son hedefidir. Zira, dava sahibi olmayan bir müşrik şeytanın bendesi ise, şirki dava edinenler onun can yoldaşlarıdır.

Şeytan, bütün oyunlarını boşa çıkararak hakkı, doğruyu, hayrı seçen müminlerde taktik değiştirir. Müminin imanına ilişemeyeceğini anladı mı, onun ibadetiyle uğraşır; ibadetsiz bir mümin olmasını arzu eder. Bunu başaramazsa, farzlarla yetinmesini, sünnetlere, nafilelere yanaşmamasını ister. Bu isteği de gerçekleşmezse, onun sadece şahsî ibadetiyle meşgûl olmasını, başkalara bir şeyler anlatmamasını arzu eder. Ve mümine şu yollu telkinlerde bulunur: “Koyunu koyun, keçiyi keçi ayağından asarlar.”

Şeytan, insanı yoldan çıkarmak için birçok hileye başvurur. Bu hile ve desiselerin bazıları şunlardır:

1. Şehvet ve öfke: Bunlar şeytanın insana tesir etme yollarının en büyükleridir. Bu sebepledir ki, hadis-i şerifte: “Şeytan kanın bedende cereyanı gibi insan vücuduna hulul eder. Onun yollarını açlıkla (oruçla) daraltınız.” buyurulmuştur. Çünkü şeytanın insana en büyük hulul yolu şehvettir. Açlık ise şehveti kırar.

2. Hased ve hırs: Hırslı insan, hakkı görmekten kör ve hakikati duymaktan sağır olur.

3. Tama: Şeytan insana tama ettiği şeyleri çeşitli riya ve hilelerle sevdirir. Öyle ki, adeta tama ettiği şey, insanın mabudu olur.

4. Acelecilik : Acele anında insan düşünmeye fırsat bulamaz. Şeytan da bu anda ona vesvese verebilir.

5. Yoksulluk korkusu : Bu korku, insanı infaktan alıkoyar ve mal yığmaya davet eder.

6. Taassup: Şeytanın kalbe nüfuz ettiği kapılarından biri de kendi meşrebinde olmayan müslümanlara karşı kin tutmak, onları küçümsemektir.

7. İhtilâf

8. Şüphe: Şeytanın kalbe giriş kapılarından biri de cehalet ve gafletleri veya günahlara dalmaları sebebiyle akılları darlaşan bazı kimseleri, akıllarının almayacağı imani meseleler üzerinde şüpheye düşürmesidir.

9. Sui-Zan: Kim bir insan hakkında kötü düşünmeye başlarsa, şeytan bu kimseyi o adamın aleyhinde gıybet etmeye sevk eder. Yahut o adamın hakkına riayet ettirmez. Ona hakaret gözüyle baktırır.

Şeytanın hile ve desiseleri, insana nüfuz yolları elbette sadece bunlardan ibaret değildir. Kişilere, devirlere, şartlara göre çok değişik şekiller arz eder.

Şeytan ve şerler niçin yaratıldı?


Aslında yaptıklarından ve yarattıklarından dolayı “kimse Allah’a hesap soramaz” (Enbiya, 21:23) Ancak bizler, insan olmanın gereği olarak her konuda olduğu gibi, bu konuda da Hz. İbrahim (as) gibi, “kalbimizin tatmin olmasını istiyoruz” (Bakara, 2:260) istiyoruz. İşte bu yüzden de aklımıza ister istemez şu soru geliyor:

Öyleyse neden, Allah şeytanı ve kötülükleri yaratmış da bize musallat etmiş? Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil mi?

Hemen ifade edelim ki, şerrin yaratılması şer değildir; şerri işlemek şerdir. Çünkü Allah bir şeyi şer olsun diye yaratmıyor. Hayır olsun diye yaratıyor. Allahın hayır olarak yarattığı şeyleri de bizler hakkımızda şerre çeviririz. Mesela, Şeytan ateşten yatılmıştır ve bu konuda en güzel örnek de ateştir. Ateşin yaratılması şer değildir, ancak ona dokunmak şerdir. İnsan ateşi muhafaza altına alırsa ondan faydalanır; aksi halde zarar görür.
Buna bir başka örnek de yağmurdur. Yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Tedbirsizliği yüzünden bazıları yağmurdan zarar görseler, “Yağmurun yaratılması rahmet değildir” diyemezler ve “şerdir” diye hükmedemezler.

Allah’u teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır. Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. Bu noktada insanın terakkisine yol açmak üzere şeytana fırsat tanınmış ve insana kötülüğü emreden bir nefis verilmiştir.

Dünya ahiretin tarlasıdır. Ahiretin iki menzili olan cennet de cehennem de insanların iminçlarından ve amellerinin meyvesi olacaktır. Bunun için insan nevi bir imtihana tabi tutulmuştur. Hayatını iman ve sahil amel üzere geçirip bütün işlerini istikamet üzere gören insanlar cennete layık bir kıymet alırlar. Aksi yolda gidenler ise cehennem ehli olurlar.

İnsan, nefsine uymaz ve şeytanı dinlemezse manen terakki eder ve meleklerden daha yüce bir makama erebilir. Aksini yaptığı taktirde de hayvanlardan daha aşağılara düşebilir.

Bilindiği gibi, elmasla kömürün aslı karbondur. Ancak diziliş farklılığından dolayı biri elmas diğeri kömür olmuştur. Aynı şekilde insanların da aslı birdir. Bütün insanlar aynı maddi ve manevi cihazlarla donatılmışlardır. Ancak, bunların doğru yahut yanlış kullanılmalarıyla insanlar arasındaki farklılık ortaya çıkmış ve toplumda elmas ruhlular yanında kömür ruhlular da ortaya çıkmıştır.

Meselenin bir başka boyutu da şudur. İnsan, şeytana uymakla kendini zarara soktuğu gibi, “Sebep olan işleyen gibidir.” kaidesine göre bu işte şeytan da büyük bir sorumluk altına girer ve cehennemdeki azabını artırmış olur. İnsanları yoldan çıkarmak üzere kendisine tanınmasını istediği fırsat, başına bela olacak ve istikametten saptırdığı kişilerin azaplarının bir katı da ona tattırılacaktır.

Cenab-ı Hak dileseydi şeytana bu fırsatı vermeyebilirdi. O zaman onun görevini de insan nefsi üstlenmiş olurdu. Sonuç değişmezdi. Kendisine insanları yoldan çıkarmak için çalışma fırsatının verilmesiyle şeytan büyük bir zarara uğramış, tabiri caizse, küstahlığının cezasını böylece görmüştür.

ESKİ TÜRKLERE GÖRE İNSAN

“KİŞİOĞLU”, ÜÇ KUTSAL VARLIKTAN BİRİ

Eski Türkler, “İnsanoğlu” na, “Kişioğlu” derlerdi. Türk mitolojisinde, “Kişioğlu, k’inatın üç önemli varlığından biri idi”. Göktürk yazıtları şöyle diyordu: “Yukarıda gök, aşağıda yer yaratıldığında, ikisi arasında da kişi oğlu yaratılmış”. Bundan da anlaşılıyor ki, “İnsanoğlu”, gök ile yer gibi, Tanrının yarattığı büyük varlıklardan biri idi. İsl’miyette de şüphesiz ki, “Âdem Tanrının yarattığı en değerli varlıktı”. Kur’an’a göre, “Tanrı insanı, kendi sûretinde yaratmıştı”. İnsanoğlu en sonra yaratıldığı için de, bütün varlıkların en olgunu ve aynı zamanda, k’inatın da bir hül’sası gibi idi. En iyisi yine bunu, büyük Türk şairi Seyyid Nesimî’nin şiirlerinden dinleyelim:

“Hak ta’la varligi Âdemdedir,
“Ev anindir, ol bu evde demdedir,
“Bilmedi Seytan bu sirri gamdedir,
“Ol sebepten, ta ebed m’temdir!…”

Altay Türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları “Bay-Ülgen” , yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, “Bay-Ülgen” in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Bu durumu, başka bir Altay yaratılış efsanesi, daha güzel anlatıyordu:

ALTAY DESTANLARINDA “İNSAN”

Altay ve Sibirya destanlarında da şeytan, ile insanoğlu, rekabet halinde idiler. Türk mitolojisi adlı eserimizde, bu efsanelerin hepsi bir araya getirilmiştir. Bu destanları şöyle özetleyelim:

İNSANIN YARATILIŞI

Bir insan sekli yapmis Tanri bir gün çamurdan.
Demis ki: “Insanoglu, türesin bu hamurdan!
Düsünmüs ki ne duyar, ne hisseder bu çamur,
Insanogluna çok var, yetismez yalniz hamur.
Demis: “Uçup çikayim göklere bir ruh bulayim,
“Çamura ruh katayim, tam bir Tanri olayim”.
Tanri ne yaratsaymis, Seytan da kiskanirmis,
Hele firsat bulsaymis, ne korkar utanirmis.
Tanrinin çiplak tüysüz, bir de köpegi varmis,
Yabanciya vermez yüz, tepinerek havlarmis,
Tanir demis köpege: “Eger Seytan gelirse,
“Sakin aldanmayasin, sana bir sey verirse”.
Bir ruh bulayim diye, Tanri uzaya çikmis;
Tanri ne yapmis diye, Seytan ortaya çikmis.
Köpek Seytani görmüs, korkutarak havlamis,
Bakip köpegi süzmüs, güzel sözle tavlamis.
Demis: “Ey köpek niçin tüysüzsün sen dogustan.
“Titriyor bak hep için, rahatin yok soguktan;
“Tanri’nin Insan’ina, gel yol ver bir bakayim;
“Senin tüysüz sirtina, altin tüyler takayim!”
Köpek bu söze kanmis, havlamamis Seytana,
Seytan çamuru almis, tükürmüs ilk insana.
Seytanin tükrügüyle, köpek de hep boyanmis,
Altin tüy buldum sanmis, pis tüylerle donanmis.
Tanri dönünce bakmis, insani tükrüklerle,
Köpek de dolasiyor, gururla pis tüylerle.
Köpege demis: “Doyma insandan rahat bulma.
“Nefret etsinler senden, dayaktan eksik olma!”
Tanridan killi imis, atasi ilk insanin,
(Vücudu da killiydi, aslinda Oguz-Han’in).
Seytanin tükrügünü, çevirmis Tanri içe,
” Insanin iç yüzünü, getirmis Tanri disa.
Insan ölümlü olmus, içi hastalik dolmus,
Fesat kalbini yolmus, insan gökten kovulmus.
Güzelmis distan insan, sakin bakip aldanma!
Güdermis içten Seytan, sakin aldanip kanma!

Şeytanın tükrükleri içinde kalan insanoğlu, hilek’r, yalancı ve kötü olmuş. Gerçi bu yüzden, insanın dışı temiz görünürmüş ama; Şeytanın tükrükleri ile dolu olan içi, fesatla sıvanmış imiş. Tanrı göklerde yaşasın diye yarattığı insanoğlunu, Şeytanın bu hareketi yüzünden beğenmemiş ve yeryüzüne indirmiş demiş ki: “- Git seni gözüm görmesin, git de yeryüzünde yaşa, gerektiği zaman öl ve gerektiği zaman da doğ! Sen gökyüzünde ölümsüz olarak yaşamağa lâyık bir mahlûk değilsin!” insanın içinde kalan şeytanın tükrükleri yüzünden hastalık doğmuş. Bunun için de insanoğlu hastalanır, iyileşir ve ölür olmuş. Anadolu’da şöyle atasözlerine çok rastlanır: “İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası ise dışında!” Bizim Anadolu Türkleri böyle derler. Altay efsanelerine göre de, “Köpeğin pislikleri, tüylerinde; insanın ki ise, içinde kalmıştır”.

“İNSAN”, TANRI İLE BERABER

“İnsan ta başlangıçtan beri Tanrı ile beraber yaşıyordu”: Altay efsaneleri, birçok bölümlerden meydana gelmişlerdi. Bunların, özellikle baş kısımları, genel olarak orijinal idiler. Sonradan bu efsanelere, birçok yeni bölümler eklenmiş ve yeni kompozisyonlar meydana getirilmişti. Bazılarına göre, “İnsanın kendisi bizzat şeytandan başka birşey değildi”. Bu sebeple şeytan insanın, insanda şeytanın zaman zaman yerlerine geçiyorlar ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Buna rağmen Altay yaratılış destanlarında, “İnsanla yaratıcı Tanrı, hemen hemen, aynı zamanda yaşıyorlardı”. İnsanoğlu Altay destanlarına göre Tanrı ile beraber idiler. Bu fikir biraz değişik de olsa, “İsl’m tasavvufunda” da vardır. Hacı Bektaş’ı Velî’nin kendisi olduğu söylenen Şirî’nin şu nefesinde, bu fikir çok güzel bir şekilde ifade edilmektedir:

“Cihan varolmadan ketmi ademde,
“Hak ile birlikte yektas idim ben”.

Gerçi bu şiir, tasavvuf edebiyatının güzel bir örneğidir. Fakat ne yapalım ki, insanlığın fikirlerinde de benzeşen ve yakınlaşan birçok noktalar vardı.

“İnsan, Tanrı’yı kıskanıyor ve onunla rekabete girişiyordu”:

İnsanoğlu, yalnız Tanrı ile beraber yaşamıyor, aynı zamanda onunla rekabete girişiyordu. Ama Tanrı, ona güzel bir ders vermişti. Bu düşünce, Altay yaratılış destanlarının birinde, çok güzel bir şekilde anlatılıyordu:

Yoktu Tanrinin artik basinda düsüncesi,
Insanoglunun ise durmadi hiç hilesi.
Bir rüzgâr çikarmisti sulari kaynatarak,
Tanriyi kizdirmisti yüzüne siçratarak.
Sandiki insanoglu bununla bütün oldum.
Ben çok güçlendim artik Tanridan üstün oldum.
Ama nasil olduysa sulara düstü birden,
Gömüldükçe gömüldü denize daldi hepten.
Tanriya yalvarmisti sularda bogulurken,
“Kurtar beri,ey Tanri”, diye bagirir iken.
Tanri insafa geldi gitmedi üzerine,
Dedi: “Ey insanoglu çik sularin yüzüne!”
Tanrinin buyrugu ile insanoglu kurtuldu.
Gitti Tanri yanina orada uslu durdu.

İnternet Efsaneleri: Lanetlenmiş Kız

Sanal alemde dinsel konulara ilişkin olarak türetilen efsanelerin ardı arkası kesilmiyor. Samimi dindarları son derece rahatsız eden bu modanın en son örneği durumundaki “çarpılmış genç kız” hikayesinin de kuyruklu bir yalan olduğu ortaya çıktı.

Türkiye kamuoyu da dahil olmak üzere İslam dünyasını aylardır meşgûl eden bu olayın kahramanı heykeltraş Patricia Piccinini’ye ulaşan Yeni Şafak, çirkin bir yalana alet olmanın şokunu yaşayan Avustralyalı sanatçıdan olayın iç yüzünü öğrendi.

İnternet ortamı dinsel inançlar üzerine oynanan sinsi bir oyunun daha arenasına dönüştü. Son birkaç aydır bütün İslam ülkelerinde adeta bir kitle histerisi şeklinde yayılan ve ürkütücü şöhreti kısa sürede ülkemize de ulaşan “Kur’an’a saygısızlık ettiği için hayvana dönüşen Ürdünlü genç kız” fotoğrafının, gerçekte Avustralyalı bir sanatçının silikondan yaptığı ilginç görünümlü bir heykele ait olduğu ortaya çıktı.

Bir dizi insan-hayvan karışımı canlıyı küçük bir erkek çocuğuyla birlikte tasvir eden bu heykel grubu, ünlü heykeltraş Patricia Piccinini tarafından 2003 yılında tasarlanıp hazırlandı. Halen Sydney’de yaşayan ve sıradışı yapıtlarıyla sık sık uluslararası sergilere davet alan Piccinini’nin anılan çalışmasına ait yakın plan bir fotoğrafı sanatçının internet sitesinden onun izni olmaksızın kopyalayan kimliği belirsiz “tebliğciler”, sözkonusu fotoğrafa bir de “çarpılma hikayesi” ekleyerek bunu sanal alemde elden ele dolaştırmaya başladılar.

Konunun kısa süre içinde tartışma forumlarının sınırlarını aşıp paranormal olayların incelendiği “ciddi” sitelere sıçramasıyla birlikte olaydan Piccinini’nin de haberi oldu ve sanatçı kişisel sitesinde öfkeli bir açıklama yayımladı. Ancak, buna karşılık, “çarpılan kız” efsanesi, insanların bu tür dinsel hikayelere inanmayı içtenlikle arzu etmeleri üzerine geçtiğimiz yaz ayları boyunca hız kesmeden yayılmayı sürdürdü.

İslam’ın bu gibi yalanlara ihtiyacı mı var?

Her ortaya çıkışlarında geniş bir inanan kitlesi toplayan dinsel içerikli kent efsanelerinin, özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren ciddi bir artış gösterdiği gözleniyor. İlk çıkış kaynağı genellikle belirlenemeyen ve faillerinin daha etkin bir uluslararası yayılım için interneti başarıyla kullandıkları bu tür paranormal hikayeler, kimilerine göre “biraz abartılı ögeler (!) içermekle birlikte, insanları ilahi gerçeklere yaklaştıran bir tür tebliğ görevi” üstlenmekteler. Ancak, bu sakat düşünce tarzı istisnasız her seferinde olumsuz sonuçlar doğuruyor ve arka plandaki gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, İslam adına yola çıkanlar her seferinde İslam’a izi kolay kolay silinemeyecek türden lekeler sürüyorlar. “Kur’an’a saygısızlık ettiği için çarpılan kızın dramı” gibi vak’alar zayıf olan imanları pekiştirmek adına doğru yöntem olarak kabul edildiği takdirde, benzeri bir başka durum yaşandığında, sözgelimi, “Filistin’de camileri basıp talan eden, Kur’an-ı Kerim nüshalarını yerlere atan İsrail askerlerinin neden olay anında alev alıp yanmadığı” gibi bir sorunsal da bu kez aynı imanları zedeleyen bir anti-teze dönüşebiliyor. Bu açıdan bakıldığında, sözkonusu yalanları ortaya atan kişilerin samimi dindarlardan ziyade, farklı bir taktikle çalışan “din karşıtları” olma ihtimalleri daha yüksek…

“Olay heykel”in tasarımcısı Patricia Piccinini:

‘Fotoğrafı internet sitemden çalmışlar’

Avustralyalı heykeltraş Patricia Piccinini, sanat dünyasında sıradışı çalışmalarıyla tanınıyor.

Yeni Şafak’ın, ülkesi Avustralya’dan bağlantı kurarak görüşlerine başvurduğu bayan heykeltraş Patricia Piccinini (40), yapıtı üzerine son aylarda internette ortaya çıkan spekülasyonlardan dolayı tek kelimeyle burnundan soluyor. Olaydan ilk kez geçen Ağustos ayında haberdar olduğunu belirten Piccinini, gazetemize şu açıklamayı yaptı:

“Doğrusu, bu yalan karşısında söyleyecek söz bulamıyorum. Ben bir sanatçıyım ve dünyadaki bütün dinlere karşı sonsuz saygım var. Ancak, önceki yıl gerçekleştirdiğim bu çalışmanın fotoğraflarının kişisel internet sitemden çalınarak böylesine abuk subuk bir hikayeye alet edilmesi karşısında tahmin edemeyeceğiniz kadar çok yıprandım. Sahtekarların kullandıkları fotoğraf, son iki yıldır dünyadaki bazı önemli sergilere katılan “Leather Landscape” (Deri Peyzajı) adlı yapıtımdan alınma bir detaydır. Bu yapıtı, hayal gücümün ürünü olan, ancak genetik mühendislerinin gelecekte üretmesi olası bazı insan-hayvan karışımı hibrit yaratıkların ve onları ilgiyle izleyen küçük bir oğlan çocuğunun silikondan yapılma heykelleriyle oluşturdum. Beyaz deriden hazırlanmış fütüristik bir dekorun üzerine yayılan sözkonusu heykeller, ilk kez 2003 yılında Venedik Bienali’nde görücüye çıktı ve bir hayli ilgi gördü. O tarihten bu yana da daha bir dizi ülkede sergilendi. Yapıtın hazırlanmasında silikon ve derinin yanısıra tahta, akrilik ve insan saçı kullanıldı.”

Olayın gerçek yüzünü kişisel internet sitesinde de açıkladığını belirten Piccinini, buna karşılık internetin yalanları yayma konusundaki hızına yetişmenin imkansız olduğunu vurgulayarak, “Hiçbir dinin, varolmak için bu tür komik hikayelere ihtiyacı yok. Bence bu tür kent efsaneleri ilk anda kitleleri bir ölçüde heyecanlandırsa da inançlı topluluklar arasında sonradan büyük bir hayal kırıklığı ve öfkeye yol açıyorlar. O nedenle, yapılanın iyi niyetli bir dinsel misyonerlik çabası olduğundan son derece kuşkuluyum” şeklinde konuştu.

‘Belge-fotoğraf’a (!) eşlik eden ürkünç hikaye Patricia Piccinini’ye ait olan hibrit yaratık heykelinin fotoğrafını internet üzerinden kısa sürede bütün dünyaya yayarak özellikle İslam coğrafyasında heyecan verici bir efsaneye dönüştüren sahtekarlar, görenlerin tüylerini ürperten bu “belge”ye (!) şöyle bir de arka plan hikayesi eklemişlerdi:

Ürdünlü yaşlı bir kadın evinde Kur’an-ı Kerim okumaktadır. O sırada, yan odada yüksek volümde müzik dinleyen kızını teybin sesini kısması için uyarır. Ancak genç kız inançsız biridir; annesini bu uyarısından dolayı azarlar ve elindeki Kur’an-ı Kerim’e saygısızca vurur. Fakat, bunu yapar yapmaz bir anda bütün vücudu alevlerle kaplanır ve odanın ortasında cayır cayır yanmaya başlar. Dehşet içindeki anne hemen yakınlardaki bir battaniyeyi kapar ve kızını saran alevleri söndürebilmek amacıyla onu sıkıca sarıp sarmalar. Biraz sonra battaniyeyi açtığında ise fotoğrafta görülen insan-köpek karışımı korkunç yaratıkla karşılaşır. Kız, biraz önceki çirkin hareketi nedeniyle “çarpılmıştır”.

Evde yaşananlar kısa sürede Ürdünlü resmi yetkililerin kulağına gider ve genç kız bilimsel olarak incelenmek üzere Hollanda’daki bir askeri hastaneye nakledilir. İnternette dolaşan görüntü de kızın incelemeler sırasında çekilen gizli fotoğraflarından biridir. Olay, “Kur’an’ın mistik gücü ve yüceliği uluslararası kamuoyu tarafından kabul görmesin” diye aylardır bütün dünyadan saklanmaktadır. Ancak, bu muhteşem “kanıt”, nasıl olduğu anlaşılamayan bir yolla Hollandalı yetkililerden kaçırılarak bizim aşırı ateşli tebliğcilerimizin eline geçmiştir.

Tabii, bütün bu hengamede kaş yapılacak derken bir kez daha göz çıkartılır ve tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi bu olayın balonunun da patlamasıyla birlikte İslam’ın uluslararası alandaki itibarına bilerek ya da bilmeyerek müthiş zararlar verilir. Olayın aydınlığa kavuşmasıyla birlikte, bugünlerde Batı kaynaklı birçok internet sitesinin sözkonusu hikaye nedeniyle Müslümanları makaraya alan yorumlar yayımladığı dikkati çekiyor.

(Ali Murat Güven)

Muhyiddin ibn Arabi’nin Tasavvuf Felsefesi

Seçen ve HazırlayanMetin BOBAROĞLU
* Güzellik aşkın temelidir.*Bilgimize giren her şey sadece sınırlı bir varlığa sahiptir. Bu kendi kendisinin menşei olamaz.
*Varolma: Varlığa sahip olan her şey, varlığın mertebesi veya düzeyleri adı verilen şeyin birinde ya da diğerinde tezahür ederse, varlaşmaya sahiptir denebilir.a- Bir şeyin dış alemde varlığı (vücut eş-şey’fi aynihi)b- Bir şeyin akıl edilir alemde varlığı (vücut eş-şey’fi’l-ilm)c- Bir şeyin konuşulan sözlerde varlığı (vücut eş-şey’fi’l-elfaz)d- Bir şeyin yazıda varlığı (vücut eş-şey’fi-rukum)
*Yokluk:1. Varlık mertebelerinden hiçbirinde varlığa sahip olmayan eşya, yani sırf yokluk. (el-adem el-mahz)2. Bu mertebelerden birinde varolup, diğerinde olmayan eşyayı anlıyor ki, buna dahil şu sınıfları görüyoruz.a- Zihinde yalnızca fikirler ve kavramlar olarak varolan ve dış alemde varlığı mümkün olmayan eşya.b- Mümkün hatta muhtemel varlıklar olan fakat dış alemde fiilen varolmayan eşya.
“Ve ne benim ilahiliğim görünüşümü bana ihmal ettirdi, ne de insanlığım (nasut) bana hikmetimin kendisiyle tezahür ettiği sureti unutturdu.” İbn El-Fariz
Bir adam düşünde Allah’ı şu veya bu renkte, bu büyüklükte veya şu şekilde gördüğünü söylediğinde adamın gerçekten gördüğü, Allah’ın kendisi değil, onun bir suretidir.
İbn El-Arabi aşkınlık ve içkinliğin (tenzih, teşbih) hakikaten bildiğimiz iki esaslı yönü olduğunu kabul eder.İslam, her iki yönü de aynı derecede ileri süren tek dindir.Sırf tenzihten söz edersen, Allah’ı sınırlamış olursun.Sırf teşbihten söz edersen, Allah’ı belirlemiş olursun.Tenzih ve teşbihin ikisini birden ileri sürersen (tevhit) doğru yolu bulmuş olursun.
*Her ne kadar (mantıki bakımdan) yaratan, yaratılmıştan ayıt edilmiş ise de, aşkınlığın yüklendiği Hak, içkinliğin yüklendiği Halk ile aynıdır.*İlahi Zat; Mutlak hakikatin aynı olan bir külli cevherdir.*İlahi İsim; İlahi Zat’ın sonsuz manzaralarından birinde ya da diğerinde ilahi Zat’tır. Zat’ın sınırlı ve belirli bir suretidir.*İlahi Sıfat; Dış alemde tezahür eden ilahi bir isimdir.*İlahi cevher kendisini çeşitli mertebelerde göstermek için tecelli yeri, ya da bir faaliyet alanı (mazhar) olur.
” İbadet konusu olan Bir (el-ehad) değil Rab’dir.İnanç konusu olarak Allah; kendi öz bilgimizden çıkardığımız yalın bir kavramdır. Ona atfettiğimiz subuti sıfatlar, kendi subuti sıfatlarımıza, selbi (olumsuz) olanlarda kendi selbi sıfatlarımıza dayandırılmıştır. Onu bilir (yani kendi öz bilgimiz sayesinde) ve yaratırız. Kendisini bize bizimle tasvir eder ve bu durumuyla “Allah sadece yalın bir sözdür.”
*Zihin, fiilen her şeydir; çünkü zatında maddi olmayan şeylerin “bilgi”si şeylerin kendileridir.”Bir”in zihni kendi nesnelerini idrak gibi dışarıda değil, kendisiyle bir olarak bilir.
*Sonsuz suretlerde tecelli ya da tezahür eden “Bir Hakikat” vardır. Bu hakikati meydana getiren ya da yaratan bir şey olmadığı gibi, kendisinden başka bir şeyin çıktığı bir şey de değildir.Allah “yetkin insan”da (el insan-el kamil) en yetkin surette ve madenlerde en aşağı surette tecelli etmiştir. O, alemin tecelli eden ilkesi olarak tasavvur olunan Allah’tır. Başka bir deyişle “külli bilinç” şeklinde bir tezahür olarak belirli hiçbir zaman ve mekanda değil, bütün hakikatlerin altında yatan hakikat ve bilinci kendi Zat’ı ile aynı olan bir varlık olarak Allah’tır.
*Allah kendisini mükemmel bir şekilde “yetkin insan”da bilir.*O, fiilde görülen alemdeki şeylerin bütün isimleriyle isimlenmiştir.*Bizim isimlerimiz O’nun isimleridir.*Tevhit (Birlik); tüm güçlerin (kuvvetlerin) toplamıdır. Bu durumuyla O, Bir ibadet konusu değildir. İbadet konusu Bir (el-ehad) değil, Rab’dir.
*Zihin; fiilen her şeydir; çünkü zatında maddi olmayan şeylerin “bilgi”si şeylerin kendileridir. *”Bir”in zihni; kendi nesnelerini idrak gibi dışarıda değil, kendisiyle bir olarak bilir.
*Sufilik; “Hakikatin aslında bir olduğu” şeklindeki apaçık bir önermenin doğrulandığı bir tecrübe ya da deneyimdir.
*Sonsuz suretlerde tecelli ya da tezahür eden bir hakikat vardır. Bu hakikati meydana getiren ya da yaratan bir şey olmadığı gibi, kendisinden başka bir şeyin çıktığı bir şey de değildir.*Hakikat bir birliktir. Onu anladığımız anlamda (tarzda) çoğaltırız.
*”İlk”in dışında bütün tecelliler hem edilgin hem de etkindir. Öncekilere nispetle edilgin, sonrakilere nispetle ise etkin.*Ruh el Kuds ve Allah’ın yaratıcı faaliyeti bir çeşit iç ahengine benzeyen bir şeydir. Alemin koruyucu ve idare edici ilkesidir. Bütün varlıklardaki hayat veren ilkedir.*Yetkinlik; müspet varlığa sahip olmaktır. Bu durumuyla o, bazı ahlaki ya da başka türden eksiklikleri pek ala içine alabilir.*Bir şey; sahip olduğu müspet varlık derecesine nispetle ya da ortaya koyduğu veya ortaya koymak gücünde olduğu ilahi sıfatların sayısına nispetle yetkindir.*En yetkin varlık Allah ve Allah’ın en yetkin tezahürü de yetkin insandır.*İlahi Bilinç; Hakikatlerin hakikati ve Muhammet’in Hakikati ile aynı sayılan ilahi bilinç ya da daha ziyade alt şuuru meydan getiren külli akıl ilkesi, her varlıkta eşit derecede bulunmaz.
*İnsan; Allah’ın bütün sıfat ve yetkinliklerini yansıtan ayna hatta Allah’ın kendisi denmeye layıktır.*Büyük İnsan (el insan-el kebir); İnsanda Allah tezahür etmiştir. Melekler ise bu “suret”in yani büyük insanın yani alemin “güç”lerinden bazılarıdır.*Yetkin insanın kalbi; külli kelamın (hakikatlerin hakikati) tezahür yeridir. Yetkin insan hakikatle doğrudan doğruya irtibat halindedir ve onunla külli ve cüzinin asli birliği gerçekleşir.*İnsan; Allah ile kendi birliğini idrak etmedikçe yetkin değildir. Herkes bu anlamda sadece “kuvve” halinde bir küçük alemdir. Yetkin insan ise fiil halinde bir küçük alemdir, çünkü Allah’ın bütün sıfatlarını fiili ortaya koyar.
Küçük alem olarak Yetkin İnsan:Yetkin insan; Hakikatin iç ve dış yönleridir.Yetkin insan; Hakikatin (yani Allah ile alemin) küçültülmüş bir suretidir.Yetkin insanın zat’ı, ilahi zat’ın bir halidir. Onun cismi külli cismin (el-arş) bir halidir. Onun bilgisi, ilahi bilginin bir yansımasıdır. Yetkin insanın kalbi, Kabe’nin gökteki örneğine tekabül eder (el-Beyt el-ma’mur). Onun ruhi melekeleri meleklere tekabül eder
Alemin sebebi olarak Yetkin İnsan:*Kendisinde ve kendisiyle kendisine bilinmek üzere suretlerde ve her şeyin üstünde şeylerde tezahür eden “Bir”in, bu ezeli kendi güzellik ve yetkinliklerini seyretme aşkı, en tam tahakkukunu onun tek bilicisi olan ve sıfatlarını mükemmel olarak ortaya koyan yetkin insanda bulmuştur.
Yetkin insan, onu bütün şüphelerin ötesinde bilir. Onun Allah’a nispeti (oranı) ne ise, gözbebeğinin (bedeni) göze nispeti de odur ve onunla Allah yarattıklarını seyreder ve onlara rahmet gönderir yani (onları yaratır). Çünkü yaratışın hedefi yalnız yetkin insanda gerçekleşir.İnsan (yetkin insan) olmasaydı yaratış amaçsız olacaktı. Çünkü Allah bilinmemiş olacaktı
*İnsana ihtimam (özen) gösteren kimse, Allah’a ihtimam göstermiş olur. *İnsan türünün korunmasının dini bağlılıktan çok daha fazla gözetilmeye hakkı vardır.
Yetkin insan; Alemin yaradılış nedeni olduğu gibi, alemin koruyucusudur da. ” Yetkin insan oldukça, alem durumunu sürdürür.” Yetkin insan artık bir insan ya da bir suret değil, külli ilke, Allah’ın kendisidir.
*Her şey bir kelimetullah olduğu için her şey gücünü ve bilgisini kelamdan alan bir “kelam”dır. Çünkü bütün eşya hem “zihin”de hem de kelamın “zat”ında bulunmaktadır.
*Veli; Bir tezahürü olduğu Allah’la olan kesin irtibatını anlamasını ve bir Hakikatle kendi asli birliğini idrak etmesini sağlayacak bir marifet derecesine sahip olan herkes “veli” dir. Başka deyişle yetkin insan ya da gerçek Melami denen dereceye ulaşan bir insan veli’dir.Velilik, bütün manevi rütbelerin temeli ve hepsinde ortak olan tek unsurdur. Nübüvvet ve Risalet veliliğin özel dereceleridir. Nebilik ve Resullük geçici olduğu halde o sürekli bir haldir. Nebilik ve Resullüğün bilgisi sınırlı olduğu halde Veliliğin bilgisi sonsuzdur.
*Adem’den Muhammet’e kadar peygamberlerin bütün şeriatları, İslam denen evrensel dinin, beşer ırkının çeşitli zamanlardaki ihtiyaçlarına göre geçici tezahürlerden başka bir şey değildir.*Peygamber (Hz. Muhammet) öldüğünde, onun bilgisini doğrudan doğruya Allah’tan alan başka zuhurların da bulunduğunu bildiği için, kendisinin yerini alacak birinden bahsetmemiştir.
*Alemin tüm yapısı akli ve canlı bir binadır.*İnsan nefsi aslında akli bir varlıktır.*Marifet; Yakınlık kurmak suretiyle elde edilen bilgi.*İlim; Akli bilgi ya da mantıki istidlal anlamına gelir.
*Zevk (vasıtasız idrak); Hakikatin kendisinin aracısız idraki, başka deyişle aklın muhtemel ve sadece tahmini bilgisine karşılık, şeylerin ne iseler o olmaları halindeki hakikatlerin bilgisidir. Zevk deyimi bir kavrama fiilinden çok bir iç idrak hali olan aracısız deneyim haline işaret eder. Buna ilahi bilgi (ilm ledünni), sırların bilgisi (ilm el-esrar), gayb’ın bilgisi (ilm el-gayb) denir.
*Batıni bilgi doğuştan, akli bilgi ise kazanılmış bilgidir.*Batıni bilgi; Bütün yaratıkların varlığını aydınlatan ilahi feyze aittir. İnsanda bazı tasavvufi koşullar altında, örneğin zihnin tam edilginlik halinde tezahür eder. Herhangi bir alıştırma veya terbiyenin sonucu değildir. İnsan kalbinin en derin boşluklarında uykuda yatmaktadır. Aklın ötesindedir. Geçerliğini denemek için aklın otoritesini davet etmemeliyiz. Tersine eğer akıl ile sezgi çatışırsa, birincisi daima ikincisi uğruna feda edilmelidir. İlahi bilgiye karışmayan akıl, ilahi bilgiyi yorumlamaya çalışmamalıdır.
*İç gözü’nü kör eden şeyler, hayvani nefsin barındırdığı kötü düşünceler ve maddi aleme ait olan her şeydir. Bu perdelerden bir kez kurtulunca, insanın kalbi Hakkı kavramaya başlar ve alemin akli ilkesi ile doğrudan doğruya ilişkiye geçer.
*İnsanın son başarısı ve çabalarının son hedefi, Allah’la bir olmak değil (çünkü o zaten Allah’la birdir) fakat bu birliğin anlamını kavramaktır.*Sufilerin Batıni bilgisi doğrudan doğruya kişisel ego (ferdi nefs)dan doğar. Herhangi bir gerçek anlamda keşf veya ilham edilmiş bir bilgi değildir.*Sufi, yükseldiği bütün aşamalarda (mertebelerde) bilgi alır fakat bu bilgiyi veren her aşamanın niteliğine göre çeşitli suretlerde görünen ben (nefs) dir.Eğer herhangi bir sufi (bir şahsın) suretinin kendisine, kendisinde olmayan bilgiyi naklettiğini görürse… bu şahıs, onun o surette görünmüş olan aynı (beni) dır. Böylece kendisine ait olan ağaçtandır ki,diktiklerinin meyvesini toplar.
*Sufinin kalbinin değişkenliği; Sonsuz suretlerde ve bütün varlık düzeylerinde tezahür eden hakikatin, sanki bir aynada, her yerde hakikati izleyen ve onu her şeyde tanıyan gerçek arifin kalbinde yansımasını kasteder.
*Her şey gücü oranında külli akli ilke yi ortaya koyar. Canlı olmayan varlıklar bile, varlıkların kendi iç yasalarına uydukları sürece, bu gizli akliliği gösterirler.
*Yetkin insan; Allah’ın tezahür halindeki bilincidir.Diğer yaratıklar ise Allah’ın mahiyeti hakkında, kendileri hakkında bildikleri kadarını bilirler; çünkü görünen nesneler onun sıfatlarından başka bir şey değildirler.
Nefs:a- Nebati nefs; Bitkisel nefsin görevi yiyecek aramak ve onu uzviyete dönüştürmektir.b- Hayvani nefs; Maddidir. Yeri kalp olan ince bir buhar sayılır.c- Akli nefs; Sırf bir ruhtur. Zatıyla (özüyle) kavrayıcıdır. Ve bütün günahlardan arınmış ve hür olarak doğmuştur.
*Sözü edilen günah; Akli ve hayvani nefsler arasında, akli nefsin insan bedenine ilişmesi sırasında ortaya çıkan çatışmadan doğmaktadır.*Akli nefs yok edilemez, ezeli ve ebedidir.*Öldükten sonra, Allah nefs için aleminki ile aynı mahiyette bir taşıyıcı oluşturur ki, nefs buna nakledilir.*Bitkisel ve hayvani nefsler bedenin kendisidir.
*Ruh; Her türlü bilgiyi almaya yeteneği olan ve hiçbir zaman soyut fikirleri almaktan yorulmayan bir cevherdir. Bu cevher, bu üç nefsin de reisi ve ona hizmet edip emirlerine boyun eğen bütün güçlerin emiridir. Ruh ne bir cisimdir ne de bir araz; emr alemine ait bir cevherdir.*İlahi Emr; de ne bir cisim ne de bir arazdır. Evrensel nefs ve diğer sırf ruhlar gibi bir güçtür. “Ben” sözüyle işaret edilen hakikattir.
*Beden ve Ruh; Hakikatin dış ve iç manzaraları adı verilen şeyden başka bir şey değildir.*Ölüm; Yok olma değil, sözü edilen maddi suretin parçalarının çözülmesidir.*Akli Nefs; İnsanın, Allah’ın muhatabı olan ve ahlaki ödevleri yerine getirmesi beklenen “parçasıdır”.*Nur; Esasen “idrak eden” hakikat birdir. Buna nur denir. Onsuz hiçbir şey ne idrak edilebilir ne de idrak olunur. Bu nur insanda akli nefs şeklini alır.*Allah; İdrak eden ve edilenlerin hepsidir.
*Hayal; Mutlak hüviyet ile görülen alem arasında bir ara merhale (berzah) dir. Zihni suretler de hayaldir. Rüyalar da hayaldir. Hz. Muhammed’in Dihye suretinde gördüğünü söylediği Cebrail de hayaldir.*Hayal Gücü; İster uyanıkken ister uykuda olsun daima faaliyettedir. Uyanıkken bu meleke işini uygun bir şekilde yapamayacak kadar duyum izlenimleri tarafından celbedilir. Fakat uykuda duyular ve diğer melekeler istirahat halinde iken hayal gücü tamamen uyanıktır.
*Yaratma Gücü; Arifler, sırlı bir kudretle (irade kudreti/yetkin insanın kalbindeki ilahi enerji) yaratır. Yetkin insanın kalbi bütün ilahi faaliyetler için bir merkezdir.*Fena (yokluk); Hayvani nefsin dünyevi arzularından sıyrılmasından başlayan tedrici bir süreç, “ben” bilincinin giderek yok olması ve Allah’ı müşahedeye mutlak gark olmayla sona eren bir durumdur.*Fena; Cehaletin yok olup, sezgi ile elde edilen Bütün’ün Zati birliği hakkındaki hatasız bilginin bekasıdır.
*Sufi’nin en yüce mutluluğu, tasavvufi sezgi (zevk) aracıyla Allah’la olan kendi asli birliğini gerçekleştirmesidir. Kesinliğin bilgisi (ilm el-yakin) olan şey, şimdi kesinliğin ta kendisi (ayn el-yakin) aşamasına ulaşır ki, orada artık kesinliğin hakikati (hakk el-yakin) ile karşı karşıyadır.
*Bütün putların en büyüğü Allah’tır. Sadece onun birliğinden (el-mecmu) bütün aciz yaratıklara “yardım” gelir ve bütün yaratıklar (suretler olarak) çaresizdir.
*Arifler; Hakikati doğrudan doğruya idrak (zevk) eder.*Arifler; Bütün inançların maddesidir.
*Ne kadar kısmi olursa olsun, herkes inancında haklı, fakat inanç konusunun Allah olmadığı halde, Allah olduğunu söylemekte haksızdır. Sadece arifler, ismi bütün ilahi isimlerin en evrenseli olan hakiki Allah’a ibadet ederler. Zamanın her anında yepyeni bir tezahürde, Allah’a ibadet ederler.
*İslam; Sadece Hz. Muhammed’in dini olmayıp, bütün din ve inançların ifadesidir.*Aşk; Bütün ibadet şekillerinin temelidir.*İbadet etmek; İbadet edilen şeyi sevmektir.
*Aşk; Bütün varlıklara nüfuz eden ve onları birbirine bağlayan bir ilkedir. Aşk, asli birliktir, ilahi hüviyetin kendisidir. Bu nedenle, ibadetin en yüksek ve en hakiki konusu; Allah’ın ibadet edildiği en yüksek tezahür “aşk” tır.
*Aşka yemin ederim ki, aşk bütün aşkların sebebidir. Kalpte yer alan aşk olmasaydı, Aşk’a (Allah’a) ibadet edilmezdi.
*İnançlar; bu alemde fiil haline gelen ezeli kuvvetlerdir. Bunlar, kendisi de tespit edilmiş ve belirlenmiş olan fertlerin istidadı ile birlenmiş olup bu istidada göre değişirler. (suyun rengi, onu ihtiva eden kabın rengidir).
*Gerçek Allah’a ibadet etmek, onu dille zikretmek ya da kalple hatırlamak değil, kendin dahil her şeyde onu temaşa etmektir.
*İnsan kendi fiillerinden sorumludur ve kendi kaderini kendisi yapmaktadır.*Sübutunda (sende gizli) olan, zuhurunda ortaya çıkar.*İyilik olsun kötülük olsun, hepsini kendine bulaştıran insandır. “Öyleyse bırakalım sadece kendi övgüsünü ve kendi yergisini yapsın.”*İnsanda bulunan Allah’ın kanunlarını belirleyen, insanın kendi istidadıdır.
*İyilik ve kötülük görelidir. Şeylerin iyilik ve kötülükleri hakkındaki hükmümüz “bilgimiz”e bağlıdır.*Her şeyin zahiri ve batini ciheti vardır. Onun batini cihetinde yaratanın gayesi bulunmaktadır.
*Sırat; Üzerinde her şeyin yürüdüğü ilahi hüviyete ait olan doğru yoldur.*Cehennem; Allah ile kul arasındaki uzaklık demektir.*Cennet; Her şeyin cenneti, orada bütün çokluğun gizleneceği ilahi hüviyettir.*Cehennem azabı; Ebedi mutluluktur.*Cehennem; Sadece bir kul olarak kişisel “ben”in (nefs) idrakidir. Cehennem nefsaniyet.
*Cennet; Kişinin rububiyetinin (ilahlığının) yani varlığının, ilahi yanını idrakidir.
*Bu dünya ve öteki dünya; Aynı şeyin görülen ve görülmeyen yanlarından başka bir şey değildir. Hayat devamlı ve kesiksizdir.
*Marifet (bilme) ve iman, cennete giden yoldur.*Cehalet (bilgisizlik) ve küfür, cehenneme giden yoldur.
*Bütün aşkların temeli ve nedeni “güzellik”tir.*”Allah güzeldir ve güzeli sever” Hz. Muhammed.