eBay ile Google�ın �ödeme� savaşı kızıştı YENİ

Türkiye�nin en büyük e-ticaret sitelerinden gittigidiyor.com�un azınlık hissesini geçtiğimiz ay satın alan eBay, Google�a reklam anlaşmasını fesh etti. Google�a yılda 25 milyon dolarlık reklam veren eBay�in reklam iptalinde, iki şirket arasındaki online ödeme sistemleri konusunda yaşanan ve gün geçtikçe artan rekabetin etkili olduğu belirtildi.

/ Bana bakın Makar sırası ,

İlla da adamı yiceniz . Bit artık eğleniyoz . E bay busha özel bir makara cellular hücre telefonu çıkarmış. Bush delirmiş mi bir bakınıyoz. Aldınız siz yarağı elinize. Tebrikler size teşekkür. Deli görünce korkan yahudi. Mala vur. Yamulanlar aşkına diyerek delirmiş. Bu makara sönzüz.

/ her kelime grup , öbek arasındaki bağlantıları ve bunların izdüşümlerini bulan. bir icat planlayın. Yani sınırsız bir ilim. Cok sınırlandırıyonuz beni. Görsünler kabalığımı. Kalın bir yarak bu . Yalın. / Deney düşünmeyi öğrenin / Örnek? tırnak? …. ve …. gibi 🙂
Neyse ço kkarkankır bir guya bu .
Gerçeği bulmayan algoriitmalar , denemeler yapın. Çok karanık. Yıt. İri yanılgılarımız var . Kobay olduk . Sinirlendiriniz bendeniz. Buraya kadarmış . Olay burada bitti . Sınırlandırdınız beni . Kobay olsun it. Okuyor beni. Sinir etti beni . Karanlığım ona . Kul köle ol. Kobaysınız. Karanlık bir öy , okul , sıt , ma , malı , kalın yarak , yürek ister o iş . Üt

Dedesinin doğduğu köyü zeytinyağı markası yaptı

Tavukçuluk sektörünün önde gelenlerinden Keskinoğlu Şirketler Grubu, Ravika markalı zeytinyağlarını Balkanlar’da pazarlamak için atağa geçti. Çıkış noktası olarak da şirket kurucusu İsmail Keskinoğlu’nun doğum yeri olan ve zeytinyağı markasına ismini veren Yunanistan’ın Drama Kasabası’na bağlı Ravika köyünü seçti.
Keskinoğlu, Balkanlar’daki en iyi zeytinyağı markası olmayı hedefliyor.

Keskinoğlu Şirketler Grubu Pazarlama Grup Başkanı Keskin Keskinoğlu, dedesinin köyü olan Ravika’ya yaptığı ziyarette hedeflerinin Osmanlı bakiyesi olan bu topraklardaki tüketiciye ulaşmak olduğunu vurguladı. Keskinoğlu, Tariş’in son yıllardaki yurtdışı atağında en önemli isimlerden olan ve bir süre önce Keskinoğlu grubuna katılan Savaş Özaltun ile Ravika’yı tanıttı. Grup başkanı, hedeflerini, “Ailemizin kökeni olan Balkanlar’da bir numaralı zeytinyağı markası olmak istiyoruz.” sözleriyle açıkladı. Halen İsrail, Amerika, Kanada, Azerbaycan, Kosova, Bosna-Hersek, Bulgaristan ve Makedonya’ya ihraç edilen Ravika, çok yakında Balkanlar’daki tüm süpermarketlerden kolayca alınabilecek. Keskinoğlu, pazarlama stratejisinin bir parçası olarak Balkanlar’da kaybolmakta olan çok renkli kültürün bazı kesitlerini de kullanacaklarını, böylece kamuoyunu da aydınlatacaklarını söyledi. Tüm Balkanlar’daki zeytinyağı pazarının masaya yatırıldığı toplantıya katılan köy halkı ise, Ravika’nın kuruluş hikâyesinden etkilendiklerini belirterek, Keskinoğlu ailesine geçmişlerini unutmayıp köylerinin ismini büyük bir markada yaşattıkları için teşekkür etti. Drama, Zaman

Kız Vermekle Banka Satmak arasındaki 4 benzerlik

Göster/ Gizle

Yabancıya banka satmakla kız vermek arasındaki 4 benzerlik ve 1 fark

Yabancıya banka satma tartışmaları şu aralar yine gündemde. Peki yabancıya banka satmakla kız vermek arasında benzerlikler var mıdır? Araştırdık ve sadece 4 tane benzerlik değil, 1 tane de fark tespit ettik..

Geçtiğimiz yılın en çok konuşulan konularından birisi hiç kuşkusuz yabancılara yapılan banka satışlarıydı. Bankaların yabancılara satışına toplumun çeşitli kesimlerinden çok farklı tepkiler geldi. Kimisi ‘parayı veren düdüğü çalar’ dedi, kimisi ‘o zaman al parayı çal düdüğümü’ diye serzenişte bulundu. (Not: Çıkan kavgada 8 kişi öldü 36 kişi yaralandı..) Halkımızın ise her zamanki gibi konuyla ilgili ne fikri ne de zikri bulunmaktaydı ( Fikri olanlar yer altında geliyor ), zira satılan bankalar kendilerine ait olmadığı için, halk, iyi mi kötü mü diye araştırma gereği bile duymamaktaydı. Bu tartışmalar yıl sonuna doğru bir süre durduysa da şu sıralar Halkbank’ın satılacağına ilişkin haberlerle birlikte bankaların yabancılara satılması tartışmaları, tekrar alevlendi.

Bu aralar piyasada ‘düdük’ söylemleri yeniden aldı başını gidiyor. ‘Düdük çalma’ hassas mevzu, konu da ‘Halk’bank olunca halk arasında ‘sen kime düdük dedin lan’ infiali yaratmamak için konuyu bir de halk dilinde anlatmaya çalışalım dedik. İyi mi ettik, kötü mü ettik bilmem ama sürçü lisan ettiysek şimdiden affola.

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bankamızı yabancıya vermekle, kızımızı vermek arasında ‘şimdilik’ 4 benzerlik ve 1 fark tespit ettik.

1)

Yerli bankayı alan yabancı banka, kar etmeye dönük bir zihniyetle çalışırsa ve bankayı daha da büyütürse hiç kuşkusuz bizim ülkenin ekonomik büyümesine de katkısı olacak ve bizim ülke insanları için iş olanakları yaratacaktır.

Kızımızı verdiğimizde de durum benzerdir. Kızımız yabancı herif sayesinde uluslararası tecrübe kazanacak, dil öğrenecek ve iş dünyasında daha çabuk yükselecektir. Böylece hem kendi gelirini artıracak hem de çalıştığı şirkete kardeşi ya da kuzeni olacak haytaları da aldırarak ailedeki işsizliği azaltacaktır.

2)

Yabancı banka bizim bankayı aldığı zaman, söz konusu bankanın bizim ülkenin taşıyla, toprağıyla, çimentosuyla yapıldığı gerçeği değişmez; ama tüm nimetlerinden faydalanma hakkı (kullanım hakkı) artık yabancıya aittir.

Yabancıya gönlünü kaptıran kızımızın da DNA’sına bakarsanız anasının babasının genlerini görürsünüz, değişmez.. Ama gelin görün ki kızımızın kullanım hakkı artık kocası olacak yabancı herife aittir.

3)

Gönlünü kaptırmak demişken; kızımızı verirken tabii ki kalbini de veririz, hatta kalbini daha önce kızımız kendi zaten vermiştir. Vücuda kan pompalayan, kızımıza hayat veren işte o kalptir. Yabancıyla aralarında ilerde bir problem olursa kızımızın kalbi kırılır, ve belki de ‘Allah Korusun’ kalp krizi filan geçirir.

Bankalar da bir ülkenin kalbidir. Para pompalar ekonomiye ve hayat verir ticari hayata. İlerde bir problem olursa yabancı da diyebilir ki ben para pompalamayı bıraktım, memlekete gidiyorum. İşte o zaman elimizdeki bankaların çoğunu verdiysek ticari hayat durur ülkede, ve bugüne kadar görülmemiş bir ekonomik kriz ortaya çıkar.

4)

Yabancı bankaların kendi ülkelerini yöneten devlet adamlarıyla sıkı ilişkileri vardır. Bu bankalar bir şirket gibi kar etme amacıyla değil de kendi ülkelerinin politikası doğrultusunda da hareket edebilirler, engeleyemezsiniz. Ve bankalar ekonomide söz sahibidir. Bu yüzden yabancı bankanın üzerinde etkisi olan yabancı devlet adamlarının, bizim ülke üzerinde de söz sahibi olması kaçınılmazdır. Bağımsızlık elden gitmiştir.

Yabancı damatların da yakın ilişki içerisinde oldukları aile büyükleri vardır ve bu aile büyüklerinin çoğu 2. Dünya Savaşını yaşamış milliyetçi tiplerdir. Kızımızın üstünde bizim yabancı damat aracılığıyla baskı kurup bizim aileyi bile yönetebilirler arada kızımız varken ‘Ceddin Deden Neslin Baban’ bile işe yaramaz.

Ve bir FARK

Bankamızı yabancıya sattığımızda düdüğü çalan, parayı veren yabancıdır.

Kızı verdiğimizde ise düdüğü yabancı çalmaz…

Kim mi çalar??

Valla bu örnekte kim çalar bilmem, ama yakından tanıdığım bir ülkede düdüğü hep ülkenin halkı çalar..

Kalın sağlıcakla..

Not: Metindeki benzetmelerden dolayı hanım kızlarımızın ‘mizah-ül affına’ sığınıyor, dünyanın hiç bir yerinde kadınlara mal olarak bakılmadığı asırlar diliyoruz..

Kaynak

ROTARY VE LIONS ÜYELERİ VE ÇALIŞMA TARZI

Bu kadar güçlü isim niçin bir araya gelmiş. Amaçları Nedir ?
Böylesine güçlü bir üye topluluğuna sahip Rotary ve Lions (göstermelik bir kaç iş dışında) Ülkemiz ve Milletimiz hayrına ne yapmıştır ?
Ülkemizin iş, siyaset, eğitim ve basın sektörünü elinde tutan bu güç birliği, Rotary ve Lionsun iddia ettiği güzel amaçlar için bir araya gelmiş olsalardı sonuç olarak mükemmel eserler ortaya konmuş olmazmıydı. ?
Bırakın ülke için çalışmayı aşağıda adı geçen kişilerin genelinin kendi menfaatleri için ülkemizi bile pazarlık konusu yapması (Rahmi Koç’un Kıbrısa dil uzatması, Sabancı’nın Üniversitesinde Ermeni soykırımını savunan proflar barındırması….) örgüt ve üylerinin gerçek misyonlarını gözler önü sermeye yeterli değilmidir. ?
Üyelerinin önemli bir kısmının özelllikle yahudi ve yahudi dönmesi (Sabetaycı) olması dikkat çekici değilmidir ?
Sizce Aşağıdaki kişilerin Lions ve Rotary’e katılırken düşüncesi “Körlere yardım, toplum ve insanların gelişimi” midir ? Yoksakişisel bir takım menfaatlermidir.?
Lions ve Rotary kulüplerinin 28 Şubat sürecinin koşullarınıda istismar ederek, manevi değerlerimize saldırmışlar ve böyle eğilimleri olan kişileri desteklemiş, kurunun yanında yaşında yakılması için çalışmışlardır. Ve sürecin sonunda Çevik Bir ve Vural Savaş’a plaket vermişlerdir. Bu tip gurupların saman altında yaptıkları bu tip işler Milli değerlerimize olduğu kadar Manevi değerlerimize de , kısacası ortak paydalarımıza karşı olan tutumlarını yeterince gözler önüne sermemektemidir ?
Şark meselesiyle Müslüman-Türk’e karşı olan tavrı yüzyıllardır belli olan hristiyan batı, niçin Lions ve Rotary gibi masonik örgütlere üye olanları bağrına basmaktadır ?
Aşağıda Türkiye’de faaliyet gösteren Rotary ve Lions üyelerinin çok az bir kısmının isimleri bulunmaktadır. Listeye göz atınız ve yukarıdaki soruları kendinize sorunuz.

EKONOMİ

SAKIP SABANCI (ILK KURUCULARDAN, SANAYICI)
EROL SABANCI (SANAYICI )
RAHMI KOÇ (HOLDING PATRONU)
NEJAT ECZACIBASI (HOLDING PATRONU, BILDENBERG ÜYESI)
BERNARD NAHUM (VEHBI KOÇ’UN YAHUDI ORTAGI. BE-KO BERNARD-KOÇ DEMEKTIR.)
VITALI HAKKO (VAKKO’NUN SAHIBI)
JAK KAMHI (HOLDING PATRONU, )
ARMAN KARABET (TÜRKIYE ERMENI CEMAATI SÖZCÜSÜ)
IZAK HALAVA (YAHUDI, HAHAM)
ISMAIL ISMEN (MÜHENDIS, YAHUDI DÖNMESI)
TUNCER BEZMEN (GAZETECI, YAHUDI DÖNMESI)
FUAT BEZMEN (SANTRAL MENSUCAT SAHIBI, YAHUDI DÖNMESI, DÖVIZ KAÇAKÇISI OLDUGU ORTAYA ÇIKINCA ABD’YE KAÇMISTI)
ALI KOÇMAN (ARMATÖR, TÜSIAD BASKANI IDI)
NESET SIRMAN (ITHALATÇI, LIONS KLÜPLERI GENEL DIREKTÖRÜ IDI)
DAVID KOHEN (SIGORTACI,AYNI ZAMANDA BÜTÜN AILE LION’DUR)
LYONEL MAKZUME (VAPUR ACENTASI VAR, YAHUDI, AILECE ROTARYEN, KAÇAKCILIKTAN YARGILANDI, MAHKUM OLDU)
JACQUES JEULIN (BANKACI,OSMANLI BANKASI,YABANCI)
H. VON TIELMAN (TÜRK HOECHST GENEL MÜDÜRÜ)
FERIT VOLKAN (SHERTON GENEL MÜDÜR MUAVINI)
EDWARD KEISER (ISVIÇRE HAVA YOLLARI TEMSILCISI, YABANCI)
BAHIR UYSALER (OTO-KOÇ GENEL MÜDÜR YARDIMCISI)
SEFER ULUSOY (OTOBÜS SIRKETI VAR )
SELÇUK YASAR (HOLDING PATRONU )
MEHMET YAZAR (ODALAR BIRLIGI BASKANI,BAKAN)
NIYAZI YILMAZER (YAKAMOZ’UN SAHIBI)
ARSLAN SANIR (HEMA ESKI GENEL MÜDÜRÜ)
DÜNDAR SOYER (IZMIR SANAYI ODASI BASKANI IDI)
UGUR PAKSOY (PAKSOY FABRIKASI MÜDÜRÜ)
CENGIZ OKAYGÜN (THY VE YEM SANAYII YÖNETIM KURULU ÜYESI IDI)
SAHABETTIN BILGISU (IZMIR TICARET VE SANAYI ODALARI BASKANI)
METE TANRIKUT (BANKA MÜDÜRÜ )
TEOMAN TERIM (TUSAS GENEL MÜDÜRÜ)
ALI TUZCUOGLU (NAKLIYE SIRKETI SAHIBI)
TUNCAY SARIZI (NÜKLEER TIP UZMANI)
SEYFETTIN TOKBEY (NOTER)
BASIN YAYIN ALANINDAN
DINÇ BILGIN (GAZETECI,MEDYA PATRONU HOLDING SAHİBİ )
EROL SIMAVI (GAZETE SAHIBI)
ORHAN TOKATLI (GAZETECI)
GÜNERI CIVAOGLU (GAZETECI)
AKKAN SUVER (YENI DÜSÜNCE GAZETESI SAHIBI,MILLIYETÇI BILINIR)
ZIYA TANSU (IKA HABER AJANSI)
ÜMIT ATAY (BASIN YAYIN PROGRAMCISI)
AYBER SARUHAN (GAZETECI )
SARUHAN AYBER (GAZETECI)
HAGOP AYVAS (GAZETECI)
GÜNAY SIMSEK (GAZETECI)
NECMETTIN TANYOLAÇ (SPOR YAZARI)
KEMAL AZIZ (GAZETECI)
HALUK SAN (GAZETECI)
ERDOGAN SUNGUR (GAZETECI)
MEHMET SADUN ALTUNA (ESKI BASIN YAYIN GENEL MÜDÜRÜ)
ERDOGAN ARIPINAR (GAZETECI)
TURHAN TAYAN (GAZETECI)
METE ATABEK (GAZETECI)
SELAHATTIN ATASOY (EMEKLI ALBAY)
BAHAETTIN TATIS (EGITIMCI)
AKIF TATLICIOGLU (NOTER)
YILMAZ TUNÇHAL (GAZETECI)
VEDAT NEDIM TÖR (YAZAR)
SUPHI TÜREL (GAZETECI)
YAVUZ DOLUN (HABER AJANSI)
NEHAR TÜBLEK (KARIKATÜRIST)
FUAT UYGAN (YAYINCI)
TURHAN DILLIGIL (GAZETE PATRONU)
HALUK CANSIN (GAZETECI)
BEKIR ÇIFTÇI (GAZETECI)
EROL DALLI (GAZETECI)
KENAN DEGER (TRT’CI, ANTALYA)
NURETTIN DEMIRKOL (GAZETECI)
EMIN EDIS (GAZETECI)
TEOMAN ERTAN (TRT’CI)
MÜMIN ÇEVIK (EDITÖR)
GÜNGÖR MENGI (GAZETECI, TRT’DE HÜKUMET TEMSILCISI)
YEKTA OKUR (GAZETECI)
ÜSTÜN ÜNÜGÜR (GAZETECI)
BAHADIR YANIKÖMEROGLU (GAZETECI)
ARSLAN T. YAZMAN (GAZETECI)
ERTUGRUL ZORLUTUNA (GAZETECI)
KAHRAMAN BAPÇUM (GAZETECI)
TUGRUL ILICAK (KEMAL ILICAK’IN AKRABASI, GAZETECI)
AYKUT SÖZERI (AKTÖR)
EĞİTİM

CEZMI BIREN (EMEKLI AMIRAL, M.EGITIM MÜSTESARI IDI)
ILHAMI NASUHIOGLU (CERRAHPASA TIP FAKÜLTESI DEKANI, DIYARBAKIR ÜNIVERSITESI REKTÖRÜ IDI)
NIHAT BALKIR (BURSA ÜNIVESITESI REKTÖRÜ)
AYHAN SONGAR (PROFESÖR, MILLIYETCI TANINIR)
NECDET UGUR (ESKI MILLI EGITIM BAKANI)
ADNAN SÜVARI (FUTBOL ANTRÖNÖRÜ )
SUAT VURAL (PROFESÖR, DEKAN)
GÜRBÜZ TÜFEKÇI (SOSYAL ANTROPOLOG )
NIHAT TÜNAYDIN (KABATAS LISESI, EGITIMCI)
MAHMUT YILMAZ (ÖGRETMEN)
ANTONIO TRUPIA (ITÜ ÖGRETIM ÜYESI)
N.A.JACQUES BATZLI (GALATASARAY LISESINDE ÖGRETMEN, YABANCI)
FREDERIC SHEPHERD (BIOLOJI ÖGRETMENI)
BÜROKRASİ

REMZI YELMAN (EMEKLI KORGENERAL)
ERTUGRUL ÜNLÜER (ESKI KOCAELI VALI VE BELEDIYE BASKANI)
NUMAN URS (EMEKLI ALBAY)
ENGIN URAL (ÇEVRE SORUNLARI VAKFI BASKANI)
BÜLENT ULUSU (ESKI BASBAKAN)
HAMIT YENER (EMNIYET 1. SUBE MÜDÜRÜ IDI )
NÜVIT YETKIN (CHP MILLETVEKILI IDI)
HALIT TOKULLUGIL (BURSA ESKI VALISI)
ZEKI YÜCETÜRK (BALIKESIR ESKI MILLETVEKILI)
ALI BERKOL (NATO’DA GÖREVLI)
SUPHI BAYKAM (CHP MILLETVEKILI IDI)
FAHIR ILKEL (ESKI ENERJI VE TABII KAYNAKLAR BAKANI)
SEZAI ORKUNT (EMEKLI AMIRAL )
SEZAI OYMAKLI (EMEKLI SUBAY)
HÜSEYIN ÖGÜTCEN (IZMIR VALISI IDI)
TAHSIN ÖNALP (ESKI BAYINDIRLIK BAKANI)
ENVER SAATÇIGIL (ESKI VALI )
AHMET GÜNDÜZ AKTUG (POLIS BASMÜFETTISI)
BEDRETTIN DALAN (ISTANBUL BELEDIYE BASKANI)
ŞAHAP KOCATOPÇU (27 MAYIS VE 12 EYLÜL BAKANLARINDAN)
HAKKI KÜTÜK (EMNIYET MÜDÜR MUAVINI)
SERIF TÜTEN (ESKI ANKARA VALISI,ROTARY SEREF ÜYESI)
ÜLKÜ SÖYLEMEZOGLU (IMAR ISKAN BAKANLIGI MÜSTESAR YARDIMCISI)
ÇETIN ANUNCAN (DENIZ SUBAYI)
MUZAFFER ERCIS (EMEKLI TUGGENERAL)
YELMAN GAZIMIHAL (SEKA GENEL MÜDÜRÜ IDI)
FEYYAZ GÖLCÜKLÜ (MDP MILLETVEKILI)
RÜSTÜ GÜNER (DSI BÖLGE MÜDÜRÜ)
SAFFET GÜRTAV (IETT GENEL MÜDÜRÜ)
MUAMMER DURAK (VALI MUAVINI)
A.A.I.HILBRAND (YABANCI, ASKERI ATESE)
WILLIAM HUDSON (ISTANBUL INGILIZ KONSOLOSU)
HERMAN BÜNEMAN (IZMIR ALMAN BASKONSOLOSU)
AKGÜN KICIMAN (DISISLERI BAKANLIGI PROTOKOL MÜDÜRÜ)
EKKES LANGER (ANKARA AVUSTURYA TICARET ATESESI)
GERARD SAMBRANA (FRANSIZ, IDARI ATESE)
ERKKI TAMMIWORI (FINLANDIYALI, BASKONSOLOS )
GEOFFREY OGDEN (ISTANBUL ABD BASKONSOLOS VEKILI)
HANS PETER SCHONI (ISVEÇLI, IDARI MÜSTESAR )
FRITZ LANGER ( ” ” ” ” )
MARSHALL BERG (ABD IDARI ATESE)
WOLFGANG ZIEBEL (ALMAN, BASKONSOLOS)
NICHOLAS BASKEY (ABD, IDARI ATESE)
DİĞER

SUAT BALLAR (AVUKAT, ESKI LIONS GENEL YÖNETMENI)
MÜNIP TARHAN (NOTER,TÜRKIYE VE DÜNYA LIONS KLÜPLERI BASKANI)
MUKBIL ÖZYÜRÜK (ILK KURUCULARDAN, YAZAR)
FAHRETTIN KERIM GÖKAY (ORD. PROF. LIONS KURUCUSU, ISTANBUL VALI VE BELEDIYE BASKANI IDI.)
KEMAL ZORLU (ALTAY KLÜBÜ BASKANI IDI)
MAZHAR ÇELEBI (ILIM YAYMA CEMIYETI BASKANI)
SERMET HÜSEYIN (ANKARA ROTARY BASKANI IDI)
KEMAL KÖKSALAN (LIONS GÜVERNÖRLERINDEN)
O. CUMHUR AKKENT (EMEKLI DR. ALBAY, ÇOCUK SATMAK VE ÖLDÜRMEKTEN YARGILANDI, CEZAEVINDE)
ÇETIN YILDIRIM AKIN (AVUKAT, TÜRKIYE LION KLÜPLERI GENEL YÖNETMENI IDI, CUMHUR AKKENT’IN DAVASINI ÜSTLENDI AMA HAPISTEN KURTARAMADI)
BU KİŞİLER ARASINDAKİ YABANCI MİSYON MENSUPLARI DA GÖZÜNÜZDEN KAÇMAMIŞTIR!. O KİŞİLER BU KLÜPLERE CAN SIKINTISINDAN VEYA GİDECEK YERLERİ OLMADIĞI İÇİN GİRMEMEKTEDİR!.. HEPSİ SİNSİ BİRİ AMACIN PEŞİNDEDİR!.

BU KLÜPLERE, YANI LIONS VE ROTARYEN’E ALINACAK ÜYELER IÇIN SU KURALLAR UYGULANIR:

SELECTION
ELECTION
INDUCTION
EDUCATION
ASSIMILIATION
BU KELIMELER ELEME, SEÇME, TANITMA, EGITME VE KENDINE BENZETME DEMEKTIR. BUNLARIN HEPSININ AMACI ÖZEL BIR KLÜBE KABUL EDILMENIN SARHOSLUGU IÇINDE HER SÖYLENENE HEVESLE SARILAN KISILERI, DEJENERE BATI KÜLTÜRÜ ILE YOGURMAK VE ONU KÖRÜKÖRÜNE BATI’YA HIZMET EDECEK BIRI HALINE GETIRMEKTIR!..

1984’DE ROTARY INTERNATIONAL BASKANI SEÇILEN ESKI TÜRKIYE LION KLÜPLERI BASKANI MÜNIP TARHAN:
“LIONLARIN BIRBIRLERINE KAN BAGINDAN DAHA KUVVETLI BAGLARLA BAGLI OLDUGUNU” SÖYLÜYOR!..

DAHA AÇIK BIR IFADE ILE, TÜRKIYE’DEKI ROTARY VE LIONS KLÜPLERI TÜRK YASALARINA DEGIL, ULUSLARARASI ROTARY VE LIONS YASALARINA BAGLIDIRLAR!..

TÜRKLERE DEGIL, YABANCI LIONS VE ROTARYENLERE DAHA YAKINDIRLAR!..

TÜRKLER IÇIN DEGIL, YABANCILAR IÇIN ÇALISIRLAR!..

TÜRKIYE’DEKI YARDIM FAALIYETLERI ISE GÖSTERMELIK OLMAKTAN ÖTEYE GEÇMEZ!..

YABANCILAR TÜRKLER’E DÜSMANDIRLAR, KIZARLAR… AMA TÜRK LIONS VE
ROTARYENLERE, NE HIKMETSE BÜYÜK ILGI GÖSTERIRLER!..

MESELA TEKIN AKMANSOY, ALMANYA’DA “TÜRK” OLARAK KARSILASTIGI ZORLUKLARI, “ROTARY ROZETIYLE ASTIGINI” ÖVÜNEREK ANLATMAKTADIR!..

YANI ITIBAR GÖRMEK IÇIN TÜRKLÜGÜNDEN FEDAKARLIGA HAZIRDIR!..

ISIN EN KOMIK YANI NEDIR, BILIYOR MUSUNUZ?
KONU MENFAAT OLUNCA, SAGCILIK, SOLCULUK, ATATÜRKÇÜLÜK, MILLIYETÇILIK, HATTA SERIATÇILIK ÖNEMINI KAYBEDER… NICE HIZLI SOLCUNUN, ÇOCUGUNU AMERIKA’YA
GÖNDEREN BURSU GÖRÜNCE, CIVATALARI GEVSER… BIR BAKARSINIZ, AGIZ DEGISTIRMIS, AMERIKA’YI ÖVÜYOR, SERBEST PIYASAYI SAVUNUYOR, HATTA MEHMET BARLAS GIBI “BAGIMSIZLIK TA NEYMIS? ARTIK HERKES KARSILIKLI BAGIMLI!” DIYE KONUSUR OLMUS!..

AMERIKALILAR BOSUNA DOLARIN ÜZERINE “WE BELIEVE IN GOD- BIZ (PARANIN) TANRI OLDUGUNA INANIRIZ” YAZMAMISLAR!…

ISTE LION VE ROTARYENLER BU TIYNETTE KISILERE ROZET TAKARLAR!..

BU ONLARIN USAKLIGA MÜSAIT OLDUGUNUN DELILIDIR…

SONRA NE OLUR?..
NE OLACAK???
USAKLIKTA SIVRILENLERI DE MASON LOCALARINA ALIRLAR!

Türkiyenin ihracat pörtföyü ( Biz Osmanlı Olmamız Lazım )

İhracatta rekor üstüne rekor kıran Türkiye’ye, çok değişik ürünler için talep yağarken, genişleyen ürün yelpazesi içinde, köpek kılından kedi bağırsağına kadar mal ithal etmek isteyenler bulunuyor.
Ekonominin lokomotifi olarak gösterilen ihracat 2005 yılında 73,4 milyar dolar ile cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarken, kuzeyden güneye, doğudan batıya kadar birçok ülkeden, Türk ürünlerine talep yağıyor.
Nargileden seccadeye, Kuranıkerim’den kadın saçına,dansöz kıyafetine, tabuttan nazar boncuğuna, pırasa yağından, semazen terliğine, kadayıftan prezervatif makinasına kadar çok sayıda ilginç mal isteniyor.
Toplam 228 ülkeye dönük, yaklaşık 20 bin çeşit ürün ve 40 bin 304 ihracatçı firma ile dünya ticaret sahnesinde yer alan Türkiye, sanayi, tekstil, konfeksiyon, demir-çelik ve tarımsal ürünleri gibi klasik ürünlerin dışında, akla gelmeyecek kadar ilginç ürün talepleriyle karşılaşıyor.
İhracatı Geliştirme Merkezi (İGEME) bültenleri ile çeşitli ihracat kuruluşlarından derlenen verilere göre, gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra, gelişmiş ülkeler de artık teknoloji ağırlıklı otomobil, buzdolabı, televizyon, müzik seti, çamaşır ve dikiş makinesi gibi Türk mallarını talep ediyorlar.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) raporlarına göre, dünyanın en büyük pazarlarından biri olarak Almanya ve ABD pazarının miktar ve kalem olarak Türk ürünlerine talebi daha fazla olurken, bunu İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya, İsrail ile Arap ülkeleri başı çekiyor.
Belize, Virgin Adaları, Ceuta ve Mellilla, Lesotto, Mayotte, Tuvalu, Virjin Adaları, Sao Tome ve Principe, Pitcairn, Kape Verde, Cayman Adaları gibi, haritada yeri bile zor bulunabilecek ülkeler de, Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelerden bir kaçı.

NARGİLEDEN, KADIN SAÇINA…
Uzun yıllar boyunca, Türkiye’den alışılagelmiş ürünleri talep eden uluslararası piyasalar, son yıllarda nargileden kilime ve oyalara, yufkadan nazar boncuğuna, dansöz kıyafetinden yöresel giysilere, namaz takkesinden tabuta, ikinci el giysilere, kadın saçından kına, çömlek, kuş tüyü yorgana hatta köpek kılı, kedi ve koyun bağırsağı ile kayısı ve kiraz çekirdeğine kadar çok sayıda ilginç mal istiyorlar. Türkiye’de basılan Kuran’a da Avrupa ülkelerinden yoğun talep geliyor.
Türk ihracatçıları, gelişen dünya pazarlarında ve çetin rekabet ortamlarında mallarını satma çabası verirken, Çin’e rağmen, Türkiye’ye özgü malların ihracında ise ülkenin rakipsizliği tartışılmıyor. Dünyanın birçok ülkesinden, geleneksel Türk yemekleri ve Türk yemek kitapları, milli içecek sayılan rakı ve boza, Türk lokumu, döner bıçağı, çemeni, sucuğu ve baharatları talebi de geliyor.
Sektör temsilcileri, Türkiye’de özgün malların kar marjının yüksek olduğunu fakat ihraç edecek ihtisaslaşmış ve organize olmuş şirketlerin az bulunduğunu belirttiler.

GELEN TALEPLER
Türkiye’ye gelen ilginç mal taleplerinden bazıları şöyle:
ABD: Kuluçka makinası, pipo, meyan kökü, mendil, gümüş eşya ve mücevherat, salça, dansöz kıyafeti ve otantik giysiler, çömlek, baharat.
Almanya: Silah, tavuk bacağı, fındık, çörek otu yağı, şal, lens, gözlük.
Fransa: Doğada çıkan bitkiler, yabani mantar, geleneksel Türk yemekleri konserveleri, örme giyim, antika, sakız hammaddesi, jilet, kemik yağı, tıbbi malzemeler, Türk yemekleri kitabı, saksı, ütü masası, defolu mallar, kayısı, kiraz çekirdeği, dondurulmuş balık.
İtalya: Şifalı bitkiler, mantar, gazyağı, ampul, yılan balığı, keçi kılı, şamdan, çelenk.
İngiltere: Tahin, helva, namaz takkesi, seccade, muhtelif Türk sosları, Kuranıkerim, tütsü, termometre.
Hollanda: Hasta sedyesi, döner makinaları ve bıçağı, Türk motifli ev dekorasyonu eşyaları, kilim, gübre, mayo, kuş üzümü, cevizli sucuk, Türk işi geleneksel kumaş ve halı.
Hindistan: Zirai ilaç, oto yedek parçaları, çiçek, gıda maddeleri, manuel daktilo, nargile çubuğu, küllük, şamdan, koyun yünü.
Güney Kore: Tuvalet ve banyo aksesuarı, hayvan yemi, silikonlu demir, nargile, hoparlör, kedi bağırsağı, pırasa yağı, tavuk bacağı, balık yemi.
Rusya: Çanta, ev gereçleri, ressam gereçleri, hurda, gübre, prezervatif ve prezervatif makineleri, deniz tuzu.
Yunanistan: Tabut, düğün ve vaftiz davetiyesi, kadın saçı, gelinlik, tespih boncuğu, çamaşır lastiği, nargile, antika, dalgıç ve dalış aletleri, Türk hamamı malzemeleri, çiklet, çocuk maması, plastik çöp torbası, diş fırçası, bulaşık teli, kadayıf.
İspanya: Kuş, lahana turşusu, bayrak, ayna, çerçeve, yufka ve hamur işi, çakmak, mum, balon, dantel, dondurma külahı, yabani mantar, tuvalet kağıdı.
İsviçre: Canlı kurbağa, sıhhi banyo ve mutfak malzemeleri, traverten taş, şırınga, plaj malzemeleri, silah aksesuarı, her türlü sürüngen hayvan, avcı kıyafetleri, bulaşık bezi, idrar torbası.
Portekiz: Şapka, anahtarlık, çakmak, plastik hortum, çocuk bezi.
Danimarka: Pipo, dantel, mutfak eşyaları, kadın saçı, kan torbası, çiçek yetiştirmek için toprak, haşhaş tohumu.
Macaristan: Deniz tuzu, kuru soğan ve sarımsak, plaj çantası, trafik işaretleri, ilan panosu.
Birleşik Arap Emirlikleri: Veteriner ilaçları, teneke kutu, hediyelik eşyalar, şekerli gıdalar, lokum, çikolata ve gofret, saksı, kullanılmış oto lastiği, yoğurt, mum, çöp kutusu, kan ve idrar torbası, sanat ürünleri, çatal-bıçak takımları, sucuk.
Japonya: Nazar boncuğu, bujiteri ürünleri, namaz takkesi.
İran: Başörtüsü, alkolsüz meşrubat, binicilik malzemesi, at nalı ve çivisi, gül yağı, boya, kağıt, kadayıf, mobilya.
Doğu Afrika: Tıbbi malzemeler, elektronik malzemeler, hayvan kapanları, ikinci el giysiler, donmuş et, kümes hayvanları.
Pakistan: Jogging giysisi.
İsrail: Oryantal dans kıyafetleri, göğüs pedi, gece elbisesi, tekerlekli sandalye, baston, kıble yönünü gösteren pusula, kadın saçı.
Endonezya: Seccade, meze, semazen terliği.
İsveç: Zar ve zar kutusu.
Suudi Arabistan: Yaprak sarması, emniyet kemeri.
Kuveyt: Buzağı maması, süt sağma makinası, abiye kıyafet, başörtüsü.
Mısır: Güneşte kurutulmuş maydonoz tozu.
Azerbaycan: Oltu taşı

milliyet

Patentin Ekonomik Anlamı ve Ekonomideki Yeri

Dünyada birçok ülkede yeni yüzyılın baskın yönelimi haline gelen bilgi ekonomisine geçiş ve bilgi toplumuna dönüşüm söz konusudur. Dünyada yaşanan iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmelerin, bilgi ekonomisinin oluşmasında rol alan etkenler ile çok yakından ilgili olduğu bilinmektedir. Bilginin kesintisiz, hızlı ve uluslararası ölçekte entegre ağlar üzerinde dolaşımı ve paylaşımının ekonomik değer yaratması üzerine kurulu olan bir dünyada yaşıyoruz. Bilgiye ulaşılabilirliğin geçmişe nazaran çok kolay olması ve bilginin daha hızlı bir şekilde işlenmesi teknolojik yeniliklerin geçmişle karşılaştırılamayacak kadar hızlı bir şekilde artmasına yol açmıştır. Bu ortaya çıkan teknolojik yenilikleri araştırma geliştirme faaliyetleri ile emeği geçenlerin faydalanmasını sağlamaya yönelik en önemli araç patent hakları olmaktadır.

Patent geçici bir süre ile diğerlerini buluş konusu ürünü üretmekten, kullanmaktan, satmaktan ve ithal etmekten belirli süre ile men eden tekel hakkıdır.

Patentin olmadığı bir ekonomik düzende, buluş sahibi ve rakipleri üretim maliyetlerini esas alacaklar ve rekabetçi bir fiyatta bir malı satarak yarışacaktırlar. Bununla beraber sadece buluş sahibi buluş yapmak için bir maliyete katlanmış olacaktır. Buluş maliyetini karşılayamaması onun üretim yapmasını engelleyecektir. Buluş teknolojik ilerlemeyi ifade etmektedir. Buluşun olmaması ekonomik refahı olumsuz olarak etkileyecektir. 18. yüzyıla kadar olan dönemde yapılan buluşlarda kazanç elde edilmesini sağlayacak bir teşvik sisteminin olmaması nedeniyle teknolojik ilerlemenin oldukça durağan olduğu görülmektedir.

Ancak 19. yy. ile birlikte patent haklarının tanımlanması ve buluş yapanların bu şekilde ödüllendirilmesi buluş faaliyetlerinde önemli oranda artış sağlamıştır. Buluş faaliyetlerindeki artışın ise, bu yüzyıldan sonra ülkelerin kalkınmasında son derece önemli etkiye sahip olduğu göz ardı edilemez bir gerçektir.

Bilgi Ekonomisi Temel Özellikler:

Ülkelerin dinamizminin altında yatan en önemli unsur bilgi üretimine dayalı bir ekonomidir. Bu ekonomide ham maddeye sahip olarak elde edilen zenginliğin yerini, yeni fikirlerin ortaya koyulması almaktadır. Bu fikirler önemli oranda teknolojik yeniliklerde kendini göstermektedir.

Dolayısıyla bilgi ekonomisinde “yenilikçilik”, ülkelerin refah seviyelerini yükseltmesini sağlamada en önemli kalkınma güdeleyicisi rolünü üstlenmektedir.

Bilgi ekonomisi olarak nitelendirebileceğimiz günümüz ekonomik düzeninin dört temel özelliği içerdiği söylenebilir. Dijitalleşme (internet ekonomisini, yoğun olarak da elektronik ticareti bu kapsamda değerlendirmek mümkündür), araştırma geliştirme faaliyetlerinin artması, küreselleşme ve insan kaynakları profilinde yaşanan radikal değişim (kurumların insan kaynaklarına dayalı yeniden yapılanması).

İnsanı, üretim faktörlerinden sadece biri olarak sayan 20. yüzyıl ekonomik sistemlerinin aksine, bilgi ekonomisinde fikirlerin çıkış noktası olan “insan” merkeze oturmaktadır. Bir başka deyişle, bireylerin zihinsel aktiviteleri neticesinde ortaya koydukları fikirler bu ekonomik sistemin temel unsuru durumundadır. Fikirlerin bu kadar ön plana çıktığı bir sistemde, bu fikirler sonucunda ortaya çıkan değerin korunması patent yoluyla sağlanabilmektedir.

Bir Hak Koruma Mekanizması: Patent

Bir firmanın gizlilik içinde bir ürün geliştirdiğini ve bunu pazara sunduğunu düşünelim. Bu durumda rekabet yeni ürün üzerindeki karlılığı birden yok edecektir. Böyle bir durumda herkes karlılığın ortadan kalkacağını göreceği için çok az kaynak buluş yapmak için araştırmaya ayrılacaktır. İşte bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak amacıyla patent bir hak olarak ortaya çıkmaktadır.

Geçici süre ile tekel hakkının buluş sahibine verilmesi ve diğerlerini bu buluşu üretmekten, kullanmaktan, satmaktan ve ithal etmekten belirli süre ile men etmek olarak patent, bir bakıma buluş sahibine ödül olarak verilen bir hak olarak tanımlanabilir. Bu anlamda patent buluş yapmak için yeterli güdü sağlarken, sınırlı süre ile tanınan hak olması nedeniyle rekabetin ve dolayısıyla rekabete bağlı olarak oluşan yararların ortadan kalkmasını önlemektedir. Bir başka deyişle patent, ekonomik sistemde hem buluş sahibini korumakta, ortaya koyulan çabayı ödüllendirerek teknolojik gelişmeyi güdülemekte, diğer yandan sınırlı bir süre ile verilen bir tekel hakkı olmakla rekabetin gerekliliği kamu yararına korunmaktadır. Patent böylece kişi ve kamu haklarının birlikte gözetildiği bir birbirini dengeleyen bir hak olarak görülmelidir.

Tekel Hakkı Olarak Patent:

Ancak patentin tekel hakkı sağlaması ve tekel hakkının liberal ekonomide çok olumlu bir kavram taşımaması ve fiyatları, rekabete dayalı bir ekonomik düzendekinden daha yüksek tutması nedeniyle eleştiri konusu olmuştur.

Patent sadece tekelin belirli karakteristiklerini, özellikle pazarda satılan bir ürüne ilişkin teknolojinin münhasır hakkını elde etmeyi içermektedir. Burada patentin, bir ürünün tekel hakkının elde edilmesine olanak sağladığı ancak pazar tekeline olanak sağlamadığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Patentin Ekonomik Anlamı ve Buluşların Ticarileştirilmesi:

Bilginin ticaretini geleneksel mallara göre yapmak çok daha zordur. Alıcı elde etmek istediği malı görmek isteyecektir. Görülmeyen ve dokunulmayan bir değere ödemede bulunmak ise alıcı için çok zordur. Bu açıdan patent buluş olarak çıkan bir fikrin ticarileştirilmesi anlamına gelmektedir. Kullanılabilme işlevine sahip olmayan bir buluş, pratikte hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Buluştan yararlanan toplum için buluş kullanılarak ürünler üretilmeli ve tüketilmelidir.

Ticarileştirme güdüsü bu anlamda patentler için en önemli argüman olarak ortaya çıkmaktadır. İronik olarak, ticarileştirme güdüsü patentleri haklı gösteren en önemli
neden olmakla beraber, patentlerin en fazla eleştirildiği konu olması açısından da ilginçtir. Eleştirilmesininedeni patentin kendisinin ticareti yapılabilir bir mal olarak ortaya çıkmasıdır. Buna en güzel örnekler “patent troll” olarak adlandırılan patent alım-satımı yapan teşebbüslerdir. Ancak bu eleştirilerin çok haklı olduğu kabul görmemektedir. Nedeni ise, patentin ticarileştirilmesi ve satışa sunulmasının, bir avukatın, doktorun ya da bankacının yapmış olduğu işten çok farklı görülmemesi gerektiğidir.

Patent ve Teknolojik Gelişme:

Patentin bilgi ekonomisinin en önemli girdisi olan teknoloji üzerindeki etkisi ise teknolojik gelişmeyi desteklemesi dolayısıyla olumlu bir nitelik taşımaktadır. Patentin teknolojik gelişme üzerindeki bu etkililiği ekonomide önemli sonuçlar doğurmaktadır. Bu anlamda son on yılda teknolojik gelişmeye katkıda bulunanları belirli bir sürede korumayı amaçlayan patente dayalı fikri mülkiyet hakları politika yapıcıları, şirketler ve çıkar grupları için anahtar bir faktör olmuştur.

Patentin teknolojik gelişmeye etkisine bir örnek olarak, ABD’deki 1970 tarihli Bitki Türlerinin Patentle Korunması Kanunudur. 1960’larda ABD’de yaklaşık 150 yeni bitki türü geliştirilmiştir. 1970’lerde ise patent korumasının sağlanması ile birlikte 3000’nin üzerinde yeni bitki türü geliştirilmiştir. Bu da patentin yenilikçiliğin (innovasyon) tohumlarını attığını açıkça göstermektedir.

Buluşun olmadığı yerde patent olmayacaktır ve teknik ilerleme olmaksızın buluş olmayacağı da açıktır. Bu günün dünyasında, teknolojinin güvenlik ve refahın ön şart olduğu düşünüldüğünde, toplum ve ekonomide teknolojik gelişmeyi güdüleyen patentin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Uzun dönemde düşünüldüğünde teknolojik gelişmenin olmaması üretimin olmamasına, üretimin olmaması büyümenin olmamasına yol açacaktır. Büyümenin olmamasının ise refah kaybına yol açacağı açıkça görülecektir.

Teknoloji, ülke ekonomilerinde tüm değişimlere yönelik en büyük belirleyici unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Teknolojiye dayalı iş yapma yöntemleri ekonomik büyümeye yol açmaktadır. İşte teknolojinin iş hayatındaki bu önemine bağlı olarak patentin önemi geçtiğimiz on yılda git gide artmıştır.

Bu günün teknolojiye dayalı ekonomisinde patentler, rekabet avantajı getiren bir hak olarak görülmektedir. Özellikle 2. Dünya savaşı sonrasından bu yana GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) görüşmeleri çerçevesinde, ülkeler arasında ticareti engelleyici unsurların kaldırılmasında önemli oranda aşama kat edilmiştir. Buna bağlı olarak kaynakların dağılımında etkinliği artıran ve en yararlı teknolojinin kabul edilmesini teşvik eden pazar ekonomisi girişimciler için çok olumlu bir çevre oluşmasını sağlamıştır.

Patent Hakları ve Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkisi:

Bu paralelde, patente dayalı koruma sisteminin gelişmiş olması ve nihayetinde etkin bir yaptırım uygulamayı sağlayan gelişmekte olan ülke ekonomilerine doğrudan yabancı yatırım yapılmasının önemli oranda arttığı gözlemlenmektedir. Patent haklarının sıkı bir şekilde korunması yabancı yatırımlarda önemli oranda artışa yol açmakta ve bu yatırım artışları yenilikçilik kapasitesinin yükselmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu şekilde ülkeler arasında dinamik bir rekabet ortamı oluşmaktadır. Yenilik üreten ülkeler ise yeni teknolojiler üretmek için önemli oranda güdülenmekte ve kendi teknoloji üretim yeteneklerini arttırabilmektedirler. Bu mekanizma sürekli teknolojik ilerlemeye yol açmakta ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi beraberinde getirmektedir.

Yüksek koruma sağlayan bir patent sistemi o ülkeye doğrudan yatırım yapacak yabancı firma için güven verici olacaktır. Yapılan bilimsel çalışmalar göstermektedir ki, yüksek oranlı patent koruması sağlayan ülkelere yabancı firmaların doğrudan yatırım yapma eğilimleri artmaktadır.

Hızlı büyüyen ülkelerin sıkı bir patent koruma sistemi oluşturmaları önemlidir. Bunun nedeni bu ülkelerin genel olarak taklit edilen teknolojilere bağlı olarak gelişme göstermiş olmalarıdır. Ancak geliştikçe, bu ülkeler daha sıkı patent koruma sistemi oluşturmak durumundadırlar. Bunun nedeni en ileri teknolojiyi kendilerine çekme ve kendi iç yenilikçi (innovasyon) atılımlarını teşvik etmektir.

Patentler ve Teknoloji Transferi:

Patentler mevcut bilgiyi topluma ifşa etmektedir. Buluşlar patent dokümanlarında ayrıntılı bir ekilde açıklanmaktadırlar. Bu dokümanlarda teknolojinin mevcut durumu tanımlanmakta, evcut problem ortaya koyulmakta ve bu problemin üstesinden nasıl gelindiği ayrıntılı bir şekilde ifade edilmektedir. Böylece buluş sahibi buluşun ayrıntılarını toplumla paylaşmak karşılığında belirli bir süre buluşu üzerinde tekel hakkı elde etmektedir. Bu anlamda patent toplum ile birey arasındaki bir alış verişi ifade etmektedir. Bu bilgi diğer firmalar tarafından yeni ürünlerin geliştirilmesi amacıyla kullanılabilmekte ve yenilik faaliyetlerine önemli katkıda bulunmaktadır. Daha fazla patent başvurusu yapılması, mevcut bilginin diğerleri tarafından alınmasına yol açmakta ve böylece küresel anlamda daha başka yeniliklerin yapılmasına olanak sağlamaktadır. Patent yoluyla ciddi oranda teknolojik bilginin yayılmasının mümkün olduğu görülmektedir. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkelerinin patentler yoluyla önemli oranda bilgi ithal ederek büyümelerine katkı sağladıkları ölçümlenmiştir. Burada teknoloji transferinin önemi özellikle vurgulanmalıdır. Teknoloji transferi üretimdeki kazançların önemli bir miktarını kapsamaktadır.

Patentler yoluyla teknolojinin ifşa edilmesi, teknolojinin rakiplere yayılmasına çok kısa sürede olanak sağlamaktadır. Böylece teknoloji, orijinali ile rekabet edebilecek yeni ürünler geliştirmek için kullanabilmekte ve dinamik bir rekabet ortamı oluşmasını sağlamaktadır. Patentler firmalar için daha belirli bir ortam sağlamakta, teknolojiyi transfer etme maliyetlerini düşürmekte ve lisans faaliyetlerinin gözlemlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu bakış açısından uzun dönemli büyüme ve etkililik sağlamaktadır.

Teknolojik ilerlemenin vazgeçilmez şartı olan buluş faaliyetlerinin korunmadığı ve teşvik edilmediği riskli bir ülkede yerli teknoloji üretiminin gerçekleştirilemediğini ve yabancı yatırımcının da yeni teknolojiye dayalı yatırım yapmak ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinde bulunmak için böyle bir ülkeyi tercih etmediği görülmektedir. Yabancı yatırımcının bir ülkeye yatırım yapmasında, patente dayalı koruma haklarının etkin olmasının önemli bir teşvik nedeni olduğu gözlemlenmektedir.

Patent Hakları ve Rekabet Üstünlüğü:

Yeni teknolojiye olan ihtiyaç ve yabancı sermayeli doğrudan yatırımların teknoloji transferi konusundaki etkinliği göz önünde bulundurulduğunda, ülkeye yabancı sermayeli şirketlerin yeni teknolojileri transfer edebilmeleri için güvenli bir ortamın hazırlanmasında patente dayalı olarak buluş haklarının korunması önemlidir.

Teknoloji ve know-how transferini teknolojide yetkinleşmek ve bilgi ekonomisinde rekabet üstünlüğü elde etmek için kullanmak isteyen ülkelerin, bu teknolojilerin ve “know-how”’ yaratıcılarının haklarını patentle etkin şekilde koruyarak, onları ülke içinde yatırım yapmaya teşvik ettikleri görülmektedir.

Patentler rekabet üstünlüğün korunması açısından önemli bir rol oynamaktadır. Rekabetin kızıştığı küresel ekonomide, firmaların patente verdikleri önem artırmaktadır. Bu şekilde rakiplerine karşı üstünlük sağlamaya çalışmaktadırlar.

Sonuç olarak patent sisteminin ekonomiye bir bütün olarak etkide bulunduğunu ve bilgi ekonomisinin temel anahtar kurumu olduğunu söyleyebiliriz. Buluş bir kez kamu ile paylaşıldığında, yeni buluş ilgili alandaki tüm ekonomiye mal olmakta ve böylece ilgili alandaki tüm taraflara faydalar sağlamaktadır. Patent, araştırma maliyetine katlanan buluş sahibine münhasır hak sağlamakta ve araştırma maliyetlerinin giderilmesini (buluş için yüksek fiyat uygulamak, buluşu kullanmak isteyenler lisans vererek gelir elde etmek gibi) garanti altına almaktadır.

Kaynaklar:

1. http://www.patenthawk.com/blog/archives/2005/04/the_economics_b.html
2. http://en.wikipedia.org/wiki/Economics_and_patents
3. Global Economic Prospect, Trade, Regionalism, And Development, 2005
4. Intellectual Property and Development

TÜSİAD’dan Laf Ola Beri Gele ( Kendi çıkarı için Siyonistlerin Türk milletini boyunduruk altında tutmasını dahi şiddetle destekleyen kurum )

MİLLİ Eğitim Şurası’nda üniversitelere girişte meslek okullarına sıfır katsayı uygulanması ve genel lise konumuna sokulmaları yolunda önerilerin yer alması Türkiye’nin önde gelen kalantorlarının örgütü TÜSİAD’ı öfkelendirmiş: – Heeyt, sakın Şura’yı siyasete alet etmeyin! Emriniz olur! Şura siyasete alet edilmesin ama Atatürk’ün ölümünden, özellikle de Ankara’nın liberal işbirlikçi kadrolarca işgal edilmesinden bu yana ‘gayr-ı milli burjuva yaratma memuru iktidarlar’ sayesinde palazlanan; hakkaniyet ve helallik tartışmasına köküne kadar açık imkan, düzenek ve yöntemlerle servet üstüne servet edinen doyumsuz kalantorlar, her türlü siyaseti yapsınlar… Ayrıca onlar derin siyasi ticarette de cirit atsınlar… Özellikle de milletin sağdaki çoğunluğunun inancına, değerlerine ve yaşayışına aykırı olan siyasetleri yürütsün, yürüttürsünler! Hem de ne pahasına! Kendi yatırımlarının aleyhine! Evet, bu kökten ve körden Batıcı kalantorlar, esasında kendi işletmelerinin lehine olan bir eğitim düzenlemesini bile tamamen ilkel, ideolojik şartlanma ile hatta biraz da İslam korkusu ile reddetmektedirler.Nasıl mı? Bir toplumda meslek okullarının cazip hale gelmesi her şeyden önce sanayici ve işadamlarının, yani en kalantorları TÜSİAD denen örgüt çatısı altında kümeleşen kesimin lehinedir. Zira bu okullar cazip hale geldikleri takdirde, ülkemizde ara kademeler için nitelikli eleman bulabilmek kolaylaşacaktır. Daha doğrusu şimdiki halde, kolaylaşmaktan öte, mümkün hale gelebilecektir. Lakin gelin görün ki, imam hatip lafını duydukları zaman nevirleri dönen bütün yükseltilmiş değer zebanileri, laiklik bağnazları, İslam karşıtları, gizli Haçlı işbirlikçileri gibi, kalantor sermayedarlarımızın da asap -ayrıca belki de nesep- damarları çatlıyor. – Milli Eğitim Şurası’na siyaset karışmasın. Neymiş, imam hatipliler de öteki meslek liseleri gibi sıfır katsayı hakkına kavuşacak, genel liselere benzeyecekler… Aman ne felaket! Peki ama bir işin yapılması siyasettir de, yapılmaması neden siyaset değildir? Soru garip mi geldi? Aslında şu an, zekalarını kökten ve körden Batıcılık ve bağnazlık peyniri ile yemiş bu kendi akıllarına aşık kalantorlar taifesinin kurumluk anlayış düzeyine bakınca soruyu şerh eylemek de gerekiyor: İmam hatiplilere sıfır katsayı uygulaması siyaset oluyor da, eksi katsayı uygulamak neden siyaset olmuyor? 5 rakamı sayıdır ama mesela 7 rakamı sayı değil, asma kabağıdır diye mi? Hangi mantık, mesela Meclis’in vekil sayısını 500 yapmaya siyasi karar der de, ‘Hayır öyle değil 545 yapalım’ şeklindeki öneriye başka bir yaklaşım, mesela ‘hukuki ölçü’, mesela ‘mimar” bakış’ yahut mesela ‘cinsel tercih’ diyebilir? Koca koca zenginler adına ideolojik örgüt ağzıyla bildiri yayınlayabilen TÜSİAD’ın dernek olarak bayağı bir biçimde siyaset yapmasını geçtik; bari onu da yüzüne gözüne bulaştırmasa, hiç değilse temel kavramları doğru kullanabilse… Bu ülkenin kalantorları adına ahkam kesen bir kurumun, temel terimleri kullanabilmek ve fikir ifade edebilmek bakımından ilkokul düzeyinde seyretmesi gerçekten çok acı ve utanç vericidir. Demek ki sizin sadece paranız var ve başka hiçbir şeyiniz yok. Hatta meslek okullarını anlamsızlaştırmayı benimseyebildiğinize göre, kendi işletmelerinizin hakiki çıkarlarını ve geleceğini görebilme yeteneğiniz de yok. Sadece bu bile, tek varlığınız olan maddi kazançlarınızın helal, kazanma biçiminizin meşruiyetini vicdan vicdan sorgulamayı gerektirecek kadar müthiş bir memleket gerçeği ve meselesidir.

Ömer Lütfi Mete

Kaynak http://www.acikistihbarat.com

TÜSİAD Türkiyeyi ilgilendiren konularda kesinlikle araflı ve ciddiye alınmayacak kurumdur!

Siyonizm Gerçeği

Siyonist yahudiler dünyayı ve ülkemizi işgal ettiYerküre üzerinde değişik coğrafyalara dağıldılar, her gittikleri yere, beraberlerinde fitne ve kargaşayı götürdüler. Bu fitne ve fesat sebebiyle diğer insanların nefret ve kinlerini kazandılar. Bulundukları yerlerdeki insanlar onlardan nefret eder oldular. Bu nefret, onların göçebe bir hayat yaşamalarına, sıkça göç etmelerine sebep oldu. Allah insanları değişik ırklarda ve kavimlerde yarattı. Bu durum Kur’an–ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır…” (1)Bu kavim ve kabilelerden biri de, İsrailoğulları’dır. İsrailoğulları Allah tarafından seçilmiş bir kavim ve ayrıcalık verilmiş milletti. Ancak İsrailoğulları bu seçilmişlik ve ayrıcalıklarının kıymetini bilemediler. Kendilerine verilen bu nimetin kadr–ü kıymetini bilip, hamd ile şükredecekleri yerde şımardılar, sapıklığa düşerek helâk olmayı seçtiler.Allah, İsrailoğulları’na sayılarını ancak Allah’ın bildiği sayıda peygamber gönderdi. Onlar ne yaptılar? Bu peygamberlere iman edecekleri yerde onları yalanladılar, dövdüler, sövdüler, zaman zaman öldürdüler. Bu çirkinlikleri, sayılamayacak kadar çok işlediler. Sonuçta ebedî olarak Allah’ın gazabına ve lânetine uğradılar. “…Hay, dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa), Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar, Allah ise, bozguncuları sevmez.” (2) İsrailoğulları uğradıkları lânet yüzünden yeryüzüne dağıldılar, onların yeryüzüne dağılmalarını Kur’an–ı Kerim şöyle haber vermektedir. “Onları (Yahudileri) grup grup yeryüzüne dağıttık…” (3) “Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada (başka şekilde) cezalandıracaktı. Âhirette de onlar için cehennem azabı vardır.” (4)İsrailoğulları, son hükümranlıklarını Süleyman Aleyhisselâm zamanında yaşadılar. Ondan sonra mağlubiyet ve esaret hayatı başladı. Süleyman Aleyhisselâm ile elde ettikleri, ondan sonra kaybettikleri hükümranlığın, yaklaşık olarak milattan önce 700. yüzyıllarda meydana geldiği bilinmektedir. Son devir peygamberlerinden Zekeriya Aleyhisselâm’ı ve oğlu Yahya Aleyhisselâm’ı, kurdukları anarşi şebekelerinin terörist saldırıları ile şehit ettiler. İsa Aleyhisselâm’a birçok işkence ve saldırıda bulundular. Öldürmeye teşebbüs etmelerine rağmen Mevlâ’nın koruması nedeni ile bunu gerçekleştiremediler.Bu hâdiselerden sonra bir daha ayağa kalkamadılar. Milattan günümüze kadar geçen zaman içinde ne yaptılar, ne ile meşgul oldular? Her ne kadar sürgün ve dağınık yaşasalar da bulundukları yerlerde rahat durmadılar, sürekli toplum düzenini tehdit ettiler. Sürekli fitne ve fesat peşinde koştular. Kâinatın Efendisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz döneminde de çıkarmadıkları fitne ve fesat kalmadı. Bir defasında Efendimizi zehirlediler. Hatta vefat ettiğinde, vücudunda kalan bu zehrin sebebi ile ebedî âleme göçtüğü rivayet edilmiştir. Kâinatın Efendisi’nin peygamberlik görevi ile dünyaya teşrif etmesi, Yahudilerin tüm umutlarını tüketmişti. Bu durum karşısında, onların durumu, güneş karşısındaki karın misali gibiydi.Yerküre üzerinde değişik coğrafyalara dağıldılar, her gittikleri yere, beraberlerinde fitne ve kargaşayı götürdüler. Bu fitne ve fesat sebebiyle diğer insanların nefret ve kinlerini kazandılar. Bulundukları yerlerdeki insanlar onlardan nefret eder oldular. Bu nefret onların göçebe bir hayat yaşamalarına, sıkça göç etmelerine sebep oldu. İnsanlar onlardan nefret ederken, onlar da insanlardan nefret ettiler. Varlık sebeplerini kin ve nefret üzerine kurdular. Kin ve nefretlerini, korkuları nedeni ile açığa vuramayınca, bu defa gizlilik içinde, yeraltı teşkilatları kurarak varlıklarını sürdürdüler. Geçmişten gelen bir alışkanlıkları olan, büyü ve sihir ile uğraştılar, büyü ve sihri değişik boyutlara taşıyarak, kurdukları gizli yeraltı teşkilatları ile insanlık tarihinden intikam almanın peşinde koştular. Birçok gizli teşkilat kurdular, bunlardan en önemlileri “Kabala–Tapınak Şövalyeleri–Masonluk–Siyonizm” olarak sayılabilir. Yahudilerin binlerce yıla dayanan bir ideal ve amaçları vardır. Bu ideal, dünya egemenliği ve bu dünya egemenliğini kuracakları sözde vaat edilmiş topraklar olan “Arz–ı Mev’ud”dur. İsrailoğulları bu idealin hayali ile yaşamış, kurdukları her teşkilatı bu ideale hizmet için kurmuşlardır. Bu ideale hizmet için kurulan örgütlerden biri de Siyonizm’dir.Bu yazımızın ana konusu da Siyonizm’dir. Siyonizm, İsrailoğulları’nın gerek hükümdarlıklarını kurmak, gerek diğer tüm insanlardan intikam almak için yaptıkları faaliyetlerin en önemlisidir. Siyonizm o kadar önemlidir ki, ideallerine ulaşmak için dünyayı ateşe vermek gerekirse, bunu hiç tereddüt etmeden yapabilecek fikir yapısına sahip, sapık bir ideolojidir. Dünya Hâkimiyeti için
EKONOMİYİ ELE GEÇİRDİLER
Dünyayı ele geçirmek için harekete geçen Siyonist liderleri, dünya hâkimiyetine adım adım nasıl varacaklarının plan ve programını yaptılar. Şimdi bu protokollerden çarpıcı anekdotları sizlerin dikkatine sunacağız. Göreceksiniz ki, bundan yüz sene önce alınan kararlar, aşama aşama nasıl da uygulanmış. Dünyayı nasıl ele geçireceklerini protokollerde şöyle anlatmaktadırlar. “Peygamberlerimiz bize, bütün yeryüzünü idare etmek üzere Allah’ın bizi seçmiş olduğunu söylediler. Allah bize bu meseleyi başarabilecek bir deha vermiştir; hasım tarafta bir deha olsaydı, bizimle didişebilirdi; fakat dağdan gelen bağdakini kovamazdı. Aramızdaki çekişme dünyanın bir eşini görmediği derecede zorlu olurdu.Yönetim makinesinin bütün çarkları motora bağlıdır ve o motor da altındır. Bilginlerimiz tarafından geliştirilen iktisat ilmi bize altının görkemli değerini göstereli çok zaman oldu.” (7)Kendilerinin seçilmiş insanlar olduklarını açıkça ifade ediyorlar. Bu seçilmişliklerini destekleyecek ve dünyada egemen olmak için altının önemi belirtildikten sonra, ellerindeki altın sayesinde bu egemenliği gerçekleştireceklerini belirtiyorlar.Gelecekte ekonominin milletler ve ülkeler üzerinde ne kadar etkili olacağını düşünen Siyonistler buna göre tedbirlerini de almışlardır. Yine Siyon Protokolleri’nin bir yerinde bu durum şöyle izah edilmektedir: “İktisadî ilimler Yahudilere öğretilecek en mühim ilimlerdir. Biz bir banker, sanayici, sermayedar ve bilhassa milyonerler zümresiyle kuşatılmış olacağız; çünkü sonunda her şey rakamlarla kesinleşecektir.” (8)Ekonomi ilmi sayesinde bankalar, büyük sanayiî ve ticarî kuruluşlar, büyük sermayeler elimizde olacak diyorlar. Öyle de olmadı mı, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, büyük holdingler ya Siyonist Yahudi’nin elindedir, ya da yandaşlarının, destekçilerinin. Bu durum ülkemizde de böyle değil mi. Bankalar, borsalar, şirketler, ekonominin can damarları, Siyonist Yahudilerin kontrolü altındadır. Bu kontrol, bazen bilfiil, direkt olarak olmazsa da, endirekt olarak onların elindedir. Nasıl mı? Teferruatını ileriki sayfalarda bulacağınız, açıklamalar için kısa bir bilgi notu verelim.Siyonist Yahudiye hizmet eden gerek yeraltında, gerek yer üstünde faaliyet gösteren Uluslar arası kitle örgütleri vardır. Mason Locaları, Lions ve Roteryan, Bilderberg, kuruluşları bu ideale hizmet için kurulmuştur. Ekonominin lokomotifi olan kurum ve kuruluşların idarecilerinin çoğunluğu bu derneklere üyedir. Dolaysıyla da Siyonist Yahudi’nin kontrolü altında bulunmaktadırlar. Bu kontrolün altına girmeyen, yerli ve millî sermayeye hayat hakkı tanınmamaktadır. Yıllarca ülkemizde millî ve mânevî değerlere bağlı insanların ticaret yapmalarının önüne her türlü engel çıkarıldı. “Yeşil sermaye” denildi, “kara sermaye” denildi, velhasıl bir noktaya kadar gelmelerine izin verildi, ondan sonrasına “Dur, gidemezsin!” denildi.Bu plan bundan yüz sene önce alınmış ve adım adım yürürlüğe konulmuştur. Dünya Hâkimiyeti için
BASINI ELE GEÇİRDİLER
Siyonist Yahudilerin dünya hâkimiyeti için, altın ve paradan sonra en önemli gördükleri unsur, basın yayındır. Altın ve para sayesinde, devletlerin ekonomilerini kontrolleri altına aldılar, basın yolu ile de sessiz kitleleri, halkı kontrol altına almayı, istedikleri yönde yönlendirmeyi başardılar. Dünya hâkimiyeti için, basın yayın çok ama çok önemlidir. Basın yayını ele geçirmenin ne kadar önemli olduğunu anlatan Siyon Protokolleri’nin II. Bölüm’ünde şöyle denilmektedir:”Basın, söz hürriyetine vücut verir. Ancak, devletler bu güçten faydalanmasını bilmediler ve bu güç bizim elimize geçti. Şimdi biz, gölgede kalmakla beraber, istediğimiz tesiri ortaya çıkartıyoruz…” (9) Basının önemini tespit ettikten sonra, ülkelerdeki basın yayını kontrol altına almak için çalışmalar başlattılar. Her işte olduğu gibi basını ele geçirmek için de ellerindeki maddî gücü kullandılar. Bazen kapalı kapıların ardında, bazen de aşikâr yürütülen faaliyetler neticesinde basını ele geçirmek zor olmadı. Basını kullanmak ve kontrol altına almak için, Siyonizm’e hizmet için kurulan kitle örgütlerinin çalışmaları, Medyayı ele geçirmek için, önemli katkı sağladılar. Nasıl başarılı olduklarını kendileri de şöyle açıklamaktadırlar:”Büyük kudretin –yani basının– zaten gizlice elimiz altına düşürdüğü halk, bize yardım edecektir. Doğrusunu isterseniz, ağza almaya değmez bazı istisnalar bir yana, basın bütünüyle bize bağlıdır. (10)Ülkemizden örnek verecek olursak, ülkemizin önde gelen gazeteleri 1980’li yıllara kadar Yahudi asıllı, Siyonist ideale hizmet eden insanların elinde değil miydi? Bunların bir kısmı bizzat basın yayın kuruluşlarının sahibiydi. Bir kısmı da basın yayın kuruluşlarının tepe noktalarında idareci olarak bulunuyordu. Ayrıca bir köşe yazarı da Siyonist Yahudi ideolojisine hizmet için kurulan örgüt üyesi değil miydi? Bunun için birkaç örnek verecek olursak, konu daha iyi anlaşılacaktır. Aşağıda Tanyu hocanın eserinden isimlerini vereceğimiz kişiler ya Mason Locası, ya Lions, ya Roteryan, ya Bilderberg üyesidir, ya da dönme Sebatayist’tir. Simavi Biraderler, Hürriyet, Günaydın Gazetelerinin sahipleri. Türkiye kamuoyuna seks ve ahlâksız yayınların girmesini sağlayan bu kardeşlerdir. Vakti zamanında hemen hemen bütün seks mecmua ve magazin yayınları bunlarındı. Abdi İpekçi, Milliyet gazetesi başyazarı.Emil Galip Sandalcı, Vatan gazetesi yazarı.Ahmet Emin Yalman, Vatan gazetesi sahibi.Talat Human, Milliyet gazetesi yazarı ve Eski Kültür Bakanı. Sami Kohen, Milliyet gazetesi yazarı.Reşat Nuri Güntekin, yazar.Ziya Gökalp, yazar, sosyolog Ahmet Rasim, gazeteci, yazar.Namık Kemal, şair, yazar. Mehmet Emin Yurdakul, şair (11)Bu isimleri çoğaltmamız mümkündür, sayfalarımızın darlığından birkaç ismi dikkatinize sunduk. Bu isimleri dikkatle incelediğimizde her birinin önemli ölçüde kültür ve sanat eserlerinin olduğu görülmektedir. Bu ve benzeri zatların aynı zaman da halk tarafından da beğeni ile takip edildikleri bir gerçektir. Oysa bu insanların yaptıkları Siyonist Yahudi idealine hizmetten başka bir şey değildir. Bir hakkı teslim için küçük bir not düşmekte fayda var. Bu ve benzeri isimleri Siyonist Yahudi’nin kendi ideali için kullandığı su götürmez bir gerçektir. Ancak bu tuzağı fark edemeden, tuzağa düşmüş olanlar olabilir. Bunların sayıları da çok ama çok azdır. Bu durum sadece ülkemize ait bir vakıa değildir, birçok ülke aynı konumdadır. Başta Amerika olmak üzere, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde medya ya direkt olarak Siyonist Yahudi’nin elindedir, ya da dolaylı yoldan onların kontrolleri altınadır. Bundan yüz sene önce Siyon Protokolleri’nde zapta geçirilen kararlar, zaman içinde uygulamaya konmuş ve sonuçta dünya egemenliğine giden yoldaki en önemli unsur olan medya tamamen Siyonist Yahudi’nin kontrolüne girmiştir.Medyanın Siyon Protokolleri’ndeki kurallara ne kadar bağlı olduğunu daha iyi anlamak için dikkatlerinizi ülkemizdeki bir noktaya çekeceğiz. Ülkemizdeki medya kuruluşlarının en önde gelenlerinin, Doğan Grubu, Sabah Grubu, Çukurova Grubu ve tasfiye edilen Uzan Grubu’nun kontrolünde bulunan yazılı, sesli ve görsel yayın kuruluşlarının yayın politikalarına dikkat edelim. Elimizde somut bir belge olmamakla birlikte söyleyebiliriz ki, bu yayın kuruluşlarının, yayınlarında izledikleri yolun, Siyon Protokolleri ile örtüştüğü net bir şekilde görülmektedir. Bahsi geçen basın kuruluşlarının ortak yayın politikalarına baktığımızda ilk göze çarpan, millî ve mânevî değerlere karşı aleyhte yürüttükleri kampanyadır. Siyasî, ekonomik ve kültürel farklılıkları olan ve bu farklılıkları yayın politikalarına da yansıtan bu yayın kuruluşlarının ittifak ettikleri yegâne konu, Millî ve mânevî değerlere karşı yürüttükleri savaştır. İslâm dini ile ilgili bir konu gündeme gelse, malûm medyanın bu konuya bakışı sanki tek kalemden çıkmışçasına benzerlik gösterir.İnsan hakları, özgürlük ve demokrasi havariliğini kimseye bırakmayan malûm basının usta kalemleri, inançlı bir insanın bu hakları kullanamayacağında hemfikirdirler. İnsanın en temel hakkı olan, düşünceyi ifade özgürlüğü, öğrenim özgürlüğü, inanmak ve inandığını yaşamak özgürlüğü, hürriyet ve teşebbüs özgürlüğüdür. Bu özgürlükleri Müslümanların kullanması sakıncalıdır, onun için bu özgürlükleri Müslümanların ne kadar ve ne ölçüde kullanacaklarına, Siyon Protokolleri’ne bağlı insanlar tarafından karar verilecektir. Namazı nasıl kılacağımıza, onlar karar verecek. Namazda Türkçe mi okunacak Arapça mı? Malûm zatlardan bir tanesine şöyle bir öneride bulunmuştuk: “Sen namaz kıldığında nasıl okursan oku. İster Türkçe, ister İbranice; ama bizim namazıma karışma.”Adam ömründe namaz kılmış değil, kalkıyor namazda ne okunacağının fetvasını veriyor. Adam oruç tutmaz, orucun nasıl tutulacağını öğretmeye kalkışıyor.İnsanın en doğal hakkı olan, insan hakkı ve insan haklarının kullanımı Müslüman olmayanlar için geçerlidir. Müslümanlar, insan haklarını sınırlı ve izin verildiği ölçüde kullanabilirler. Yıllardır, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İsrail zulmüne, malûm medya kuruluşları sürekli duyarsız kalmışlardır. Bu medya kuruluşlarına ait yayın organlarında İsrail aleyhtarı ciddi bir manşet, haber ya da yorum bulmak mümkün değildir. Arada bir kantarın topuzu kaçmasın diye, usûlen danışıklı dövüş mukabilinde, bazı haber ve yorumlar görülebilir. Bu durum sizi aldatmasın, onların oynadığı oyunun bir parçasıdır.Ülkemizdeki medya kuruluşları, Siyon Protokolleri’ne uygun hareket etmektedir. Bunu yaparken de, uyguladıkları metotta ve gittikleri yolda son derece profesyonel oldukları bir gerçektir.
SİYONİZM NEDİR VE NE ZAMAN KURULMUŞTUR?Siyonizm, İsrailoğulları’nın dünya egemenliğini kurmak, Yahudiler dışındaki tüm insanları Yahudilere köle yapmak ve vaat edilen toprakları elde etmek için uygulamaya konulan sapık bir ideolojidir. Bu sapık ideoloji zaman zaman gizli örgütler tarafından temsil edilmiş, genellikle gizli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu ideoloji ile hareket eden örgütlerin kuruluşu, bundan iki bin yıl öncesine dayanır. Bunu Siyon önderlerinden biri olan Nathan Birnbaum 23 Ocak 1892’de “Les Principes du Sionisme” (Siyonizm’in İlkeleri) üzerine verdiği bir konferansta, ilk kez ifade etmiş ve Siyonizm kavramını şöyle tanımlamıştır:”Siyonizm, “Siyon” sözcüğünden türemektedir. Eski zamanlardan beri Kudüs’teki bir tepenin adı olan Siyon, aynı zamanda Kudüs kentinin şiirsel adlandırması olarak kullanılmıştır. Çünkü bu kent, Yahudi Devleti’nin merkezi olmuş, bu ad da Filistin’deki Yahudi ülkelerini belirtmiştir. İsrailoğulları’nın bağımsızlıklarının Roma tarafından sona erdirilmesinden itibaren de “kurtuluş”a duyulan ulusal özlemi simgelemiş, diriliş umudunu temsil etmiştir. “Siyon’a geri dönüş” iki bin yıllık sürgün ve acılar boyunca Yahudi halkının ülküsü olagelmiştir. İşte bu ülkü, Siyonizm’in temelidir.” (5)Siyonizm’in gerçek mânada siyasallaşıp, uzun yıllar idealdeki hedefine kilitlenmesi 19. yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşmiştir. Politik Siyonizm’i teşkilatlanarak kuran da Theodore Herzl’dir.19. yüzyılda Yehuda Alkalay, Kalischer Hirsh, Moses Hess ve Leon Pinsker politik Siyonizm’in her ne kadar fikir babaları olmuşlarsa da bu şahıslardan farklı olarak politik Siyonizm’i sistemleştiren ve politik Siyonizm’in kurucusu olan kişi Dr. Theodore Herzl’dir. Politik Siyonizm, 1897’de Dr. Theodore Herzl tarafından ortaya atılmış olup, Filistin ve çevresinde bir Yahudi Devleti kurmaya ve yaşatmaya çalışan Yahudi ulusal kurtuluş akımı olarak tanımlanmaktadır. (6)Siyonizm’in ortaya çıkışının altında birçok sebep aranabilir. Bu sebeplerin en önde geleni, Yahudilerin yani İsrailoğulları’nın bitmez tükenmez ihtirasları ve bu ihtirasın geldiği noktada dünyaya hâkim olma idealleridir. Burada akla şu soru gelebilir: Siyonizm’in çıkışı niçin 19. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur? Bu soruya verilecek cevap çok açıktır. Gelişen bilim ve bilime paralel olarak da ortaya çıkan teknoloji… Buna Sanayi Devrimi de denilebilir. Bilim ve teknoloji = para olunca hâdisenin seyri değişti. Değişen dünya şartları Yahudileri ön plana çıkarmaya başladı. Yahudilerin ön plana çıkmaya başlamaları, ellerindeki maddî güç sayesinde oldu, daha açık bir ifade ile maddî güçleri sayesinde adam yerine konulmaya başlandılar. Tarihin ters döndüğünü, kendilerinin de adam yerine konduğunu anladıkları anda da ayaklandılar. Bu binlerce yıllık ideale ulaşmak için tarih boyunca kurulan yeraltı karanlık teşkilatlarına birini daha eklediler Siyonizm. Siyonizm, Siyon’dan geldiği için, onlar için kutsallık ifade ediyordu. Siyon, Hz. Süleyman Aleyhisselâm tarafından yaptırılan mabedin bulunduğu tepenin adıdır. Siyon dağı Yahudilerin hükümranlığını temsil etmektedir. Binlerce yıllık sürgünden sonra Siyon, Yahudiler için bir hükümranlık sembolü olmuştur. Siyon önderlerinden biri olan Nathan Birnbaum 23 Ocak 1892’de “Les Principes du Sionisme” (Siyonizm’in İlkeleri) üzerine verdiği bir konferansta, ilk kez ifade etmiş olduğu bu kavramı şöyle tanımlamıştır:”Siyonizm’in kuruluş felsefesi, vaad edilen Yahudi devletini kurmak ve dünya hâkimiyetini ele geçirmektir. Kuruluşunda bulunan Siyonist önderleri, gelişen dünyayı dikkate alarak, bu ideallerini gerçekleşme zamanının geldiğine inanarak, bu karanlık örgütü kurdular. Bu örgüt, gizli toplantılar tertip ederek taraftar toplamaya çalışırken, kurulacak olan devletin de ilke ve prensiplerini ortaya koymaktaydı. Bu toplantılarda alınan kararlar, yazıya dökülüyor ve saklanıyordu. Yazılarak kağıda dökülen bu kararlara “Siyon Protokolleri” adı verilmişti.DÜNYANIN İŞGAL PROJESİ ÇİZİLDİBu “Siyon Protokolleri” gelecekte dünyayı nasıl bir tehlikenin beklediğini açıkça ortaya koymaktadır. Yaklaşık olarak bundan yüz sene önce yazılan bu Protokoller’de yazılanlara baktıkça nasıl bir tehlikenin içinde bulunduğumuz daha iyi anlaşılacaktır. “Siyon Protokolleri” yazıldıktan sonra, Yahudi olmayanların eline geçmemesi için azami gayret sarf edilmiş, ancak uzun süreli muvaffak olamamışlardı. Sonuçta Siyon Protokolleri Yahudi olmayanların da eline geçmiş ve yayın çalışmaları başlamış. Bu Protokollerin yayın aşamasında birçok esrarengiz hâdiseler meydana gelmiştir. Protokolleri kitap hâline getirip basmaya çalışanlar öldürülmüş, basılan nüshalar ortadan kaybolmuştur. Birkaç teşebbüsten sonra nihayet Protokoller kitap hâlinde basılmıştır. Baskının önüne geçemeyen Siyonist Yahudiler bu sefer de Protokollerin içeriğini inkâr ettiler. İnkârları tam bir inkâr olmayıp yarım ağızla bir inkâr olmuştur. Protokolleri niçin inkâr etmişlerdir? Yahudi dışındaki kamuoyunda çıkacak tepkiyi önlemek için. Kesin bir dille inkâr etmeleri, işlerine gelmemişti, çünkü içe dönük mesajı zaafa uğratma tehlikesi vardı. Netice itibariyle bu Siyon Protokolleri yayınlanmış ve dünya kamuoyunun tepkisini çekmiştir. Her ne kadar inkâr etseler de, bu Protokollerin Siyon önderleri tarafından yazıldığı açık bir gerçektir. Yahudiler, her yerde her bölgede halkın tepkisini almış ve bu nedenle de sürekli aşağılanan bir ırk olarak anıla gelmişledir. Bu sevimsizlikleri yüzünden ne devlet kurabilmişler, ne de bulundukları memleketlerin idarî erkinde görev alabilmişlerdir. Bu durum, 20. yüzyılın başlarına kadar süre gelmiştir. Maddiyat, altın, dolayısıyla da para, insanlığın ve toplumun olmazsa olmazı olmaya başladığı andan itibaren Yahudilerin de yıldızı parlamaya başladı. Yıllardır bir yanda yeraltında gizli örgütleri ile teşkilatlanmaya çalışan Yahudiler, diğer yanda da ticaret yaparak özellikle altını, parayı ellerinde bulundurmaya çalışmışlardı. Paranın, ekonominin her geçen gün dünya gündemine oturduğunu gören Yahudi önderleri, uzun yılların rüyası olan dünya hâkimiyetini paranın gücü ile elde etme imkânının doğduğunu gördüler. İşte bunun için, 19. yüzyılın son yarısı ve 20. yüzyılın başlarında büyük plan hazırladılar. Dünya Hâkimiyeti için KÜLTÜR, SANAT FAALİYETLERİ KONTROL ALTINA ALINACAKSiyonizm’in dünyayı işgal planının bir parçası da, kültür, sanat, eğlence ve spor gibi sosyal faaliyetleri kontrol altına almaktır. Amaç; kültür, sanat, eğlence ve spor gibi faaliyetlerle halkı etkilemek, ahlâksız, ruhsuz, duyarsız bir toplum meydana getirmektir. Bu karar Siyon Protokolleri’nde şöyle açıklanmaktadır:”Cahil halka, aşağı yukarı aynı siyasî istikameti göstereceğiz. Meseleler hakkında derin düşünme yolu ile bir neticeye varabilmelerine meydan vermemek için onları eğlenceler, oyunlar, zevkler ve genelevlerle oyalayacağız. Yakın bir gelecekte, basın vasıtasıyla, sanat ve her türlü spor yarışmaları teklif edeceğiz. Bunlar, insanların düşüncelerini, mücadele zorunda kalacağımız meselelerden uzaklaştıracaktır.” (12)Siyon Protokolleri’ndeki bu kural, ülkemizde harfi harfine uygulandı ve hâlen de uygulanmaktadır. Bu kural öyle uygulanıyor ki, Siyonistler ülkemizi tamamen işgal etmiş olsalardı, Siyon Protokolleri bu kadar güzel uygulanamazdı. Bir millet sanat ve kültür faaliyetleri ile nasıl yok edilir, uygulamalı dersi ülkemizde sahneye konmuştur. Şimdi kısaca bu mesele üzerinde duracağız.Sanat sektörünün önemli kollarından biri sinemadır. Türk sinemasının tarihine baktığımızda, bu sektörün Siyon Protokolleri’ni ne kadar güzel uyguladığı açıkça görülmektedir. Birkaç istisna hariç, Türk sinema tarihinde çekilen filmlerin tamamının senaryolarına baktığımızda ortak bir mesajın varlığı göze çarpmaktadır. Bu mesaj sanki gizli bir el tarafından bu sektöre enjekte edilmektedir.”Müslüman Türk milletinin, millî ve mânevî değerlerine hakaret. Bu değerleri, aşağılayarak, izleyicinin gözünden düşürmek, ahlâksız bir neslin yetişmesine katkı sağlamak, millî kimlikten uzaklaştırmak ve milleti uyuşturup, uyutmak.” Bu mesajın nasıl uygulandığını görebilmek için çekilen filmlerin senaryolarına bakalım. Türk filmlerinin senaryolarındaki İslâmî motiflere dikkat edin. Örneğin, mahalledeki cami imamı… Yine birkaç filmi istisna tutarak, bütün filmlerdeki hoca ve imam karakterleri tek kelime ile iğrençtir. Filmlerde milletin namusuna göz diken bir hoca karakteri vardır. Milletin malına, mülküne göz diken bir imam vardır. Dünyaperest bir hoca ya da savaş yıllarında vatanını düşmana satan bir hoca imajı ile karşı karşıyayız. Bu durum ne kadar planlı, programlı bir hareketle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.Bu durumun yorumunu ülkemiz dışından gelen yabancı birine yaptıralım. Almanya’da doğan sonra da uzun yıllar Avrupa’da yaşayan bir kardeşle bu konuyu konuşmuş ve onun şöyle bir tespiti olmuştu: “Türk sinemasının verdiği mesaj; bu ülkedeki imamlar, hocalar, ırz ve namus düşmanı, vatan hainidir.” Tespit tam isabet etmiştir; İslâm dinini karalamak, aşağılamak, insanların gözünden düşürmek için bu senaryolar bilinçli olarak yazılmıştır.Film sektörüyle ilgili bir başka olay da şudur. Filmlerin senaryoları, ülke gerçekleri dikkate alınarak, yaşanan hâdiselerden esinlenerek yazılmaktadır. Senaryolarda her kesim, yaşantı ve inanç grubundan esintiler bulunur. Ne yazık ki, İslâm dininin yüce prensipleri, o prensipleri sadece inancı için uygulayan insanların motiflerine rastlamak mümkün değildir. Bir İslâm ülkesi olan ülkemiz toplumunun en büyük sosyal ve kültürel olgusu, İslamiyet’tir. Filmlerde ve son zamanlarda çevrilen televizyon dizilerinde İslâmî çizgilere rastlamak mümkün değildir. Bu film ve televizyon dizilerinde namaz kılan, oruç tutan, başı örtülü bir karaktere rastlanmaz. Son yıllarda oldukça rağbet gören televizyon dizi ve filmlerinde, Siyonist planın çok vahim boyutlara ulaştığı açıkça görülmektedir. Kadının örtünmesi İslâm’ın bir emridir. Bu emri hafife almak, aşağılamak için ne sinsi senaryolar yazıyorlar. Ülkemizdeki kadın nüfusunun çoğunluğu başını örtmektedir. Bu kadar geniş bir kitlenin uygulaması, maalesef senaryolara yansımamaktadır. Başörtüsü ile ilgili verilmek istenen mesaj şudur: Başörtüsü “aşağı tabaka”nın, onların tabiriyle “sürü”nün yaşam biçimidir. Başörtülü kadınlardan, hademe olur, hizmetçi olur, kapıcı olur. Ama başörtülülerden idare eden olmaz. Onlardan ancak idare edilen olur. Başörtüsü, hizmetçi ve hademelerin bir giyim biçimidir.Film ve dizilerde göze batan bir başka gerçek de, çekim yapılan evlerin kullanımıdır. Çekim yapılan evler tam mânası ile bir at ahırıdır. At, ahırına nallarını çıkarmadan girer, bizim oyuncular da evlerine ayakkabı çıkarmadan, hatta yatak odalarına, hatta yataklarına bile ayakkabı ile girmektedirler. Bu durum, bizim kültürümüze terstir. Bizim kültürümüzde evlerimize ayakkabılarla girilmez. Bu hâdise Siyon Protokolleri gereği bize şırınga edilmek istenen bir yabancı kültür ürünüdür.Filmlerde oynayan sanatçılara gelince, onların içinde millî ve mânevî duygulara sahip olan çok azdır, hemen hemen yok gibidir. Son zamanlarda ortaya çıkan birkaç ismi istisna tutarsak, yok demektir. Bu sanatçılar her fırsatta, milletin değerleri ile alay eder, aşağılar, hatta hakaret ederler. Millet de bunların peşinden gider. Türk milletinin kültür ve sanatı işgal altındadır, bizden olmayanların eline geçmiştir. Hâdisenin en acı tarafı da, insanı insan yapan değerlerden yoksun, her türlü alçak ve aşağılık özellikleri yaşam biçimi yapmış bu insanların, toplum nezdindeki itibarlarıdır. Bir sanatçı, her türlü gayrimeşru ilişkiyi yaşıyor, uyuşturucuyu kullanıyor, kendisinde şeref ve haysiyetin zerresi yok, ama bütün bu olumsuzluklara rağmen yüz binlerce insanı peşinden koşturuyor. Sadece bu durum dikkate alınsa, Siyon Protokolleri’nin, amacında ne kadar başarılı oldukları anlaşılmaktadır.
Dipnotlar:1–Hucurat,13
2– Maide, 64
3–A’raf, 168
4– Haşr, 3
5– Alain Boyer, “Siyonizmin Kökenleri”, çev: Volkan Aytar, İst. 1992, s. 79
6– L. Humphrey Walz, “Siyonizm ve Irkçılık: Çelişen Görüngüler ve Algılamalar”, Siyonizm ve Irkçılık Üstüne Uluslararası Sempozyum Bildirileri 24–28 Temmuz 1976, Haz. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ankara 1985, s. 23
7– Will Durant,Roger Lambelin, “Yahudiliğin Tarihi ve Siyon Liderlerinin Protokolleri”, Tercüme; A. Basad Kocaoğlu, s.120, Okumuş Adam Yayıncılık, İstanbul 2004
8– A.g.e Tercüme; A. Basad Kocaoğlu, s.126, Okumuş Adam Yayıncılık, İstanbul 2004
9– A.g.e Tercüme; A. Basad Kocaoğlu, s.110, Okumuş Adam Yayıncılık, İstanbul 2004
10– A.g.e Tercüme; A. Basad Kocaoğlu, s.124, Okumuş Adam Yayıncılık, İstanbul 2004
11– Hikmet Tanyu, “Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler” Bilge Yayınevi, Tarihsiz, İkinci Baskı, c. I, s. 159
12– A.g.e Tercüme; A. Basad Kocaoğlu, s.144, Okumuş Adam Yayıncılık, İstanbul 2004

Esasen büyük bir yapılanma ama şeytanın tuzağı tabiğiki çabuk bozulur. Bu bir zihinsel mücadele , insanların uyanık olması ve böyle bir mücadelenin varlığından haberdar olması – edilmesi- gerekli.

Ülkemiz ve coğrafyamız için de özellikle ilgilendikleri biliniyor. Umutlar tabiiki buradan cıkacak . Fakat özel olarak milletimizi durdurmaya calısıyolar, bircok acıdan boyunduruk altında tutmaya çalışıyolar. Bunların farkına varıp dünya liderliğine yakın olmamız , ve bu liderliği göstermemiz gerekiyor. Tabiiki yapacak çok iş var. Uyanın !!!!

Yeni enerji üssü Batı Karadeniz

Sinop’ta kurulacak olan nükleer santralin gündeme girmesiyle birlikte, Türkiye’de kömürün ilk çıktığı şehir olan Zonguldak’ta hareketlilik başladı.

Karadeniz Ereğli’de, Hattat Holding tarafından işletilen Gökçeler Kömür İşletmeleri hizmete açıldı. Türkiye Taş Kömürü Kurumu’ndan (TTK) devralınan ve 20 yıldır atıl durumda kalan kömür havzası tesislerinde üretim yeniden başladı. 15 milyon dolar yatırımla aktif hale getirilen kömür işletmelerinde ilk sevkıyat Ağustos’la birlikte başladı. Açılışta konuşan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, enerjide yerli kaynaklara ağırlık vermeye devam edeceklerini belirterek, “Birtakım grupların menfaatlerine dokunmak pahasına yerli kaynakları kullanmaya devam edeceğiz.” dedi. Güler, kanunu değiştirerek TTK’ya ait sahaların özel sektöre devredildiğini belirtti. “Kanunu değiştirerek 22 küçük, 4 büyük kömür havzasını özel sektöre devrettik.” diyen Bakan Güler, “Ceyhan nasıl bir enerji üssü olduysa, Bakü-Tiflis-Ceyhan projesiyle bunu başardıysak, Zonguldak bölgesi de başta kömür ve elektrik olmak üzere bir enerji üssü olacaktır.” dedi.Batı Karadeniz Bölgesi’ne toplam 2 milyar dolar yatırım yapmayı planlayan Hattat Holding, başta kömür üretimiyle birlikte bölgede elektrik santralleri kurmayı hedefliyor. Amasra sahasının işletme haklarını 20 yıllığına kiralayan Hattat Holding, söz konusu sahada her biri 10 milyon dolar değerinde 100 kuyu açmayı planlıyor. ABD firmalarından alınan teknolojiyle açılacak kuyulardan metan gazı çıkarılacak. Böylece, yıllardır bölge halkının üzülmesine yol açan grizu patlamalarının önüne geçilecek. Elde edilecek metan gazı da doğalgaz olarak sanayinin hizmetine sunulacak.

Kadir Metin Akbaş – Sayı: 610 – 14.08.2006