ABD’nin Derdi İran Değil, Petrol

Washington’un İran’a karşı gerilimi tırmandırması, bölgenin enerji kaynaklarını kontrol altına alma kararlılığı tarafından yönlendirilmektedir. Enerji zengini Ortadoğu’da, sadece iki ülke Washington’un temel taleplerine kendilerini adamadı: İran ve Suriye. Her iki ülkenin de düşman görüldüğü şu ortamda İran daha fazla önem taşıyor. ( Neden Bizde Atatürkçülük var diye mi ABD İçin Sorun yok, Biz Adadık mı kendimizi ABD emperyalizmine? Bizimkiler ne iş yapar? Daha doğrusu biz ne yapıyoruz ? Uluslar arası kimliğimiz , kişiliğimiz , karakterimiz , Ağırlığımız var mı politikalarımızda… Uyanmamız ve silkinmemiz lazım ! )

Soğuk Savaş’tan bu yana kural, şiddet uygulamak için ana düşmanı kötülemek meşru bir tepki haline dönüşürken,
genelde en çürük gerekçeler sıralanagelmiştir. Bush, Irak’a daha fazla asker gönderirken, İran’ın -dış müdahaleden tümüyle özgür bir ülke- Irak’ın iç işlerine karıştığı öykülerinin ortaya atılması hiç de şaşırtıcı değil.
Bu, Washington’un dünyayı yönettiği algılamasının zımni bir ifadesidir.

Washington’un Soğuk Savaş mantalitesi çerçevesinde, Tahran, Lübnan’daki Hizbullah’tan, Irak’ın güneyindeki ve Suriye’deki Şia yarımay olarak nitelenen şeyin zirvesini oluşturuyor. Yine, Irak’taki ‘asker artırma’ ve İran’a karşı suçlama ve tehditlerin kızıştırılmasının, İran’ın Irak’la sınırlandırılan bir gündem çerçevesinde bölgesel güçlerin konferansına katılımı ile aynı dönemde olması hiç de şaşırtıcı değil. Görünen o ki, diplomasiye doğru atılan bu küçük adım, artan korkuları ve Washington’un artan saldırganlığının azdırdığı öfkeyi yatıştırma niyeti taşıyor. Bu kaygılara, Peter Bergen ve Paul Cruickshank’ın, Irak savaşının dünya çapında terörizmi yedi misli artırdığını ortaya koyan detaylı çalışmasında gayet yerinde işaret ediliyor. Ve, ‘İran etkisi’ bu durumu daha da vahimleştirebilir.

ABD için, Ortadoğu’daki öncelikli mesele birbirine paralel olmayan enerji kaynaklarının etkin bir şekilde kontrol edilmesinin sürdürülmesidir. Erişim ikinci önemdedir. Petrol yüzeyde oldu mu her yere götürülebilir. Kontrol, küresel hakimiyetin bir unsuru olarak anlaşılmaktadır. Bu “hilal” içindeki İran nüfuzu ABD’nin kontrolüne meydan okuyor. Bir coğrafya kazasıyla, dünyanın en önemli petrol kaynakları büyük ölçüde Ortadoğu’nun Şii bölgesinde bulunuyor, Suudi Arabistan ve İran’a bitişik bölgeler aynı zamanda en önemli doğalgaz rezervlerini de barındırıyor. Washington’un en büyük kâbusu, dünyanın petrol zenginliğini kontrol eden müttefik Şia’nın ve bağımsız bir ABD’nin kaybedilmesi. Böyle bir blokun ortaya çıkması, Çin merkezli Asya Enerji Güvenlik Ağını da içine alabilir. Eğer Bush plancıları bunun gerçekleşmesine izin verirse, bu ülkeler ciddi bir biçimde ABD’nin dünyadaki güç konumunun altını oyacaktır. Washington’a göre, Tahran’ın temel kabahati onun meydan okuması, 1979’da Şah rejimini devirmesi ve ABD büyükelçiliğindeki rehine krizi. İntikam olarak Washington, Saddam Hüseyin’in İran’a karşı saldırganlığını destekledi ve binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Sonrasında, İran’ın diplomatik çabalarını reddeden Bush yönetimi altında ölüm saçan yaptırımlar geldi.

Geçen temmuzda, İsrail 1978’den bu yana beşinci kez Lübnan’a saldırmış oldu. Daha önce de olduğu gibi, ABD desteği bu süreçte kritik bir unsurdu. Kısa bir araştırmayla saldırı bahaneleri çürütülürken, Lübnan halkı için saldırının sonuçları ağır oldu. ABD-İsrail’in Lübnan müdahalesinin sebepleri arasında, Hizbullah’ın ABD-İsrail’in İran’a saldırıda caydırıcı olabileceği de vardı. Ancak, savaş tehditlerine rağmen ben Bush yönetiminin İran’a saldıracağını sanmıyorum. ABD’de ve dünyadaki kamuoyu bu müdahaleye büyük ölçüde karşı. ABD ordusu ve istihbaratı da bu savaşa karşı görünüyor. İran, bir ABD saldırısına karşı kendini savunamaz; ancak başka yollarla cevap verebilir. Washington içten içe İran’ı istikrarsızlaştırmanın yollarını arıyor olabilir. İran’daki etnik yapı hayli karışık, nüfusun çoğu Farsi değil. Ayrıca, ayrılıkçı eğilimler de var ve Washington onları kışkırtmaya çalışıyor. İstenen şey, reformların altı oyulurken bir yandan da bir ayaklanmayı kışkırtmak. (The Guardian, 10 Mart 2007)

NOAM CHOMSKY

Kaynak:Zaman Gazetesi

Enerjide sinsi oyun: İpler İsrail’in eline geçiyor! ( sktğmin salak yahudileri )

Enerjide yapılan sinsi planlar sonucu Arap ülkelerinin bütün tabii zenginlikleri, petrolleri boru hatlarıyla İsrail’e akacak! Peki boru hatlarının bir ağ gibi sardığı Türkiye bu planın taşeronu mu?

İslâm ülkelerinin tabii zenginlikleri boru hattı ile yeni Roterdam da denilen İsrail’in Hayfa Limanı’na aktarılıyor. Sıra Rusya ve Hazar’da

Maden Tetkik Arama eski daire başkanlarından jeoloji ve petrol yüksek mühendisi Tufan Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin birinci perdede Ortadoğu petrollerinin denetimi sağlandıktan sonra sıranın Rus ve Hazar petrollerinin denetimine geleceğini söyledi. Erdoğan, “Ceyhan’a BTC ve SCP petrol boru hatları ile taşınacak petrolün, Ceyhan’da hiç vakit geçirmeden CAP boru hattı ile İsrail’e gitmesi için anlaşmalar yapan yetkililerin, kendi ayağımıza nasıl kurşun sıktıklarının farkındalar mı?” diye sordu.

Suud petrolü de İsrail’e

Suudi petrollerini Akdeniz’e taşımak için, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ordusunun desteği ile yapılan Trans-Arabistan (TAP) petrol boru hattı da hayata geçiriliyor. Bir ucu Lübnan’a, bir ucu da İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nden Hayfa’ya giden bu hat, günde 2 milyon varil Suudi petrolünü İsrail’in Hayfa limanına taşıyacak. Günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Rumeyla-Hayfa boru hattının eklenmesi ile Hayfa’ya günde toplam 3 milyon varil Güney Irak ve Suudi petrolü taşınması hedefleniyor.

Maden Tetkik Arama (MTA) eski daire başkanlarından jeoloji ve petrol yüksek mühendisi Tufan Erdoğan, 55 yıldır çalışır durumda olmayan Kerkük-Hayfa ve Musul-Hayfa petrol boru hatlarının onarımı ile İsrail’in Hayfa Limanı’na günde 5 milyon varil petrol taşınacağını belirterek, “Irak’ta petrol üretiminin günlük en fazla 3 milyon varil olması planlandığı şu sıralarda, sadece Kuzey Irak’ta bu kadar yüksek kapasiteli hatların yapılması, gelecek 20 yılda hiçbir şeyin şansa bırakılmadığını gösteriyor.” diye konuştu.

Erdoğan, hatların devreye girmesi ile günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Kerkük-Yumurtalık hattına da gerek kalmayacağını söyleyerek, “İşte bu da Türkiye’nin kalesine atılan ilk goldür’ ifadelerini kullanıyor.

Suudi petrolleri de İsrail’e taşınacak

Erdoğan, BOP kapsamında Suudi Arabistan petrollerinin de unutulmadığına dikkat çekerek, ” İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonlarında, Suudi petrollerini Akdeniz’e taşımak için, ABD ordusunun inanılmaz desteği ile yapılan Trans-Arabistan (TAP) petrol boru hattı, uzun süredir kapalı. Bir ucu Lübnan’a, bir ucu da İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nden Hayfa’ya giden bu hattın onarılarak yeniden hayata geçirilmesi çalışmalarına başlandı bile. Bu hat, günde 2 milyon varil Suudi petrolünü İsrail’in Hayfa limanına taşıyacak” şeklinde konuştu.

Erdoğan, söz konusu hatta günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Rumeyla-Hayfa boru hattının eklenmesi ile Hayfa’ya günde toplam 3 milyon varil Güney Irak ve Suudi petrolü taşınacağını kaydederek, “Bu sıralarda İsrail kaynaklı haritalarda, Hayfa’nın adının altına “Yeni Rotterdam” yazılması boşuna değil” diye konuştu.

BOP’un ikinci perdesi BTC de açıldı

Petrol mühendisi Tufan Erdoğan, birinci perdede Ortadoğu petrollerinin denetimi sağlandıktan sonra sıranın Rus ve Hazar petrollerinin denetimine
geleceğini ifade ederek, şöyle devam etti: “Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı’nın dayandığı Azerbeycan’daki uluslararası AIOC konsorsiyumunun Azeri-Çıralı-Güneşli sahalarının üretimi günlük 360 bin varili buldu. Bunun günde 100 bin varillik bölümü Azpetrol’ün Sangaçal terminalinden demiryolu
ile Gürcistan’ın Karadeniz’deki Batum limanına gönderiliyor. Günlük 146 bin varili Bakü-Supsa petrol boru hattına veriliyor. 82 bin varillik bir kısmı da, her gün Bakü-Novorosissysk petrol boru hattı ile yine Karadeniz’e çıkıyor. Kalıyor geriye günlük 32 bin varil. Günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattına giren işte bu 32 bin varil! Bu nedenledir ki aylardır doldurulan hattaki petrol daha yeni sınırımıza ulaşabildi ve en az 2-3 ay daha dolacak ki Ceyhan’a varabilsin. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattına Kazakistan’ın daha uzun yıllar verebileceği ciddi boyutlarda petrol yok. Hazar Denizi’nde yeni bulunan sahalarının gelişmesi durumunda bile buranın petrolü, Çin H.C.nin yapmaya soyunduğu iki adet 3.000’er kilometrelik boru hatları sayesinde batıya değil, doğuya taşınacak. Kazakistan’ın şu anda mevcut ve yapmakta olduğu boru hatlarının toplam kapasitesi, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) hattına çok uzun bir zaman petrol verilebilmesinin boş bir hayal olduğunu ortaya koyuyor.

Bütün bunlar ortada iken, başta BP olmak üzere tüm konsorsiyum şirketlerinin son ana dek “geri zekâlılık” olarak adlandırdıkları bu BTC hattı neden yapıldı? Daha da önemlisi, ABD neden bu projeyi ciddi şekilde destekleyip, konsorsiyum şirketlerine hattın yapılması için baskı yaptı? Tabii ki bu hattın bir şekilde dolması için bir planı vardı ve bu plan Büyük Ortadoğu Projesi’nin ikinci perdesini oluşturuyordu.”

Hazar ve Rus petrolleri İsrail’e

Erdoğan, “Türk-İsrail Enerji Çalışma Grubu” ilk toplantısını 9-10 Ekim 2005 tarihlerinde Ankara’da yapıldığını hatırlatarak, “İşbirliğinin ilk yazılı
belgesi de Enerji Bakanlığı müsteşar yardımcımız ve İsrail Enerji Bakanlığı müsteşarı tarafından imzalandı. İşbirliği çerçevesi 11 Ekim 2005 tarihinde
Enerji Bakanımız ile İsrail Enerji ve Altyapı Bakanı tarafından düzenlenen basın toplantısında açıklandı. Buna göre, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattından Akdeniz’e akacak petrol, İsrail’in güneyindeki Aşkelon limanına ya tankerlerle, ya da kıyı boyunca denizde yapılacak bir boru hattı ile, yani Ceyhan-Aşkelon (CAP) petrol boru hattı ile taşınacaktı. Rusya uzun süredir BTC petrol boru hattına karşı çıkmıyor. Hatta Putin’in açıklamalarına göre BTC’de işbirliği bile öneriyor. Zaten Putin’in 28-29 Nisan 2005, Başbakanımızın da 1-2 Mayıs 2005 tarihlerindeki İsrail temaslarında bu konu görüşülmüştü. Aynı konu Erdoğan ve Putin’in 17-18 Temmuz 2005’te Soçi’deki görüşmelerinde de gündeme gelmişti. Daha sonra Enerji Bakanımızın İsrail seyahati ile de iyice pekiştirilmişti. Rusya, dolması mümkün görülmeyen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattını kendi petrolü ile dolduracak. 11 Ekim 2005’te bizim bakan ile İsrailli bakanın yaptıkları ortak basın toplantısının bir diğer konusu da, Rus petrollerinin ve Rusya’dan geçen Kazak petrollerinin bir kısmının Samsun-Ceyhan arasında yapılacak ve günlük kapasitesi 2 milyon varil olacak bir boru hattına (SCP) verilmesindeki görüş birliği idi.

Artık böylece, gerek Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ve gerekse Samsun-Ceyhan (SCP) petrol boru hatlarından gelecek Hazar ve Rus petrolleri, Ceyhan-Aşkelon (CAP) petrol boru hattı yolu ile İsrail’e gidebilecekti. Dakika: 2, Türkiye kalesine gol: 2.” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye taşeronluk mu yapıyor?

Erdoğan, “Medyada Ceyhan’ın bir Rotterdam olacağını hiç sıkılmadan söyleyebilen, ama buna karşın Ceyhan’a BTC ve SCP petrol boru hatları ile taşınacak petrolün, Ceyhan’da hiç vakit geçirmeden CAP boru hattı ile İsrail’e gitmesi için anlaşmalar yapan yetkililerin, kendi ayağımıza nasıl kurşun sıktıklarının farkındalar mı?” sorusunu yönelterek, “Tabii ki farkındalar! İsrail ve ABD tarafından daha 1940’lı yıllarda planlanıp, günümüzde sahneye konan Büyük Orta Doğu Projesi’ne “biz de dâhiliz” diye sık sık açıklama yaptıklarına göre, son derece bilinçli olarak, yani taammüden, işin içindeler. Daha önce, ABD neden Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının yapımı için onca ter döktü, diye sormuştuk. Ayrıntıya gerek kaldı mı? ABD’nin, dolayısı ile İsrail’in bu işten çıkarı ortada.

Pekiyi, Rusya’nın Bakü-Tiflis-Ceyhan’ı (BTC) doldurup, Samsun-Ceyhan’ı (SCP) desteklemekte ve bunlardan geçecek petrolünü Ceyhan-Apşeron hattı (CAP) ile İsrail’e göndermekte ne çıkarı olabilir?

Yıllar önce İran tarafından yapılan ve İsrail’in Kızıl Deniz’deki Eylat limanından, Akdeniz’deki Aşkelon limanına İran petrolünü taşıyan Trans-İsrail (TİP) petrol boru hattı, yine uzun süredir kullanım dışı idi. İsrail son iki yıldır bu hattın kapasitesini günlük 3 milyon varile çıkartarak, pompa yönünü terse çevirdi. Yani TİP petrol boru hattı artık, İsrail’in Akdeniz limanı Aşkelon’dan Kızıl Deniz limanı Eylat’a, Ceyhan-Aşkelon (CAP) petrol boru hattı ile gelecek Hazar ve Rus petrollerini taşımaya hazır. Bu yolla da bakalım bir taşla kaç BOP kuşu
vurulmuş olacak?” görüşünü dile getirdi.

Bütün hatlar İsrail’in denetimine geçiyor

Erdoğan, Samsun-Ceyhan (SCP) ve Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) hatlarından geçerek, Ceyhan-Aşkelon (CAP) ve Aşkelon-Eylat (TİP) hatları sayesinde Kızıl Deniz’e açılmanın Rus petrolleri için artık mümkün olduğunu söyledi. Erdoğan, “Ruslar memnun. İsrail-ABD çok daha memnun. İlk kez doğu denizlerinde Ortadoğu petrollerine çok güçlü bir rakip doğuyor. Günde 3 milyon varil petrolün bu pazara girmesi, Arap ülkelerinin tekellerindeki bu pazarı allak-bullak edecek. Artık Ortadoğu ülkeleri, Japonya, Çin H.C., Hindistan gibi petrol süngerlerine tek başlarına, istedikleri miktar ve fiyatta petrol satamayacaklar. Bu sularda artık Rus petrolleri büyük rakipleri oluyor. Tabii ki İsrail’in denetiminde! Hem de ne müthiş bir denetim! İsrail, Aşkelon-Hayfa arasında çok önceden tamamladığı ve günlük kapasitesi en az 1 milyon varil olan Aşkelon-Hayfa (AHP) petrol boru hattını kullanarak, Kızıl Deniz’e açılmasına izin verdiği Rus petrollerinin miktarını da çok rahat denetleyebilecek. Böylece Hazar ve Rus petrolleri de büyük ölçüde İsrail ve ABD’nin denetimine geçmiş, insafına bırakılmış
oluyor” dedi.

Türkiye, BOP’un şakşakçısı oldu

Erdoğan, Musul-Hayfa ve Kerkük-Hayfa petrol boru hatları ile Kerkük-Yumurtalık hattını ve bunun gelirini kaybedecek olan, Ceyhan-Aşkelon petrol boru hattı ile Samsun-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hatlarının Ceyhan limanını batıya açılan petrol penceresi yapmaları imkanından, yani bir sürü paradan olacak Türkiye’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin destekçisi, şakşakçısı olmanın altından kalkamayacağını söyledi. Samsun-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hatlarının, boğazlardaki tehlikeli tanker trafiğine çare oluşturacağı yönünde yapılan açıklamalara da tepki göstererek, “Boğazlar’dan geçen petrollerin batıya, Samsun-Ceyhan ya da BTC’den geçenlerin ise doğuya gideceği gerçeğini aslında bizim BOP’çular çok iyi bilirler, ama buna rağmen bu dezenformasyon kampanyasını da yürütmeyi sürdürürler. Tüm bu boru hatları sadece petrol taşımıyorlar. Geldikleri, geçtikleri ülkelere, gerisin geriye ABD-İsrail politikaları pompalıyorlar. Bu boru hatları, bu yolla pompalanan siyasal iktidarlarla imzalanan “BTC Ev Sahibi Antlaşması” gibi antlaşmalarla çok açık ortaya konduğu gibi, sadece petrol taşımak amacıyla yapılmıyor. Bunlar ülkemiz ve ülkemiz gibi konumunu kavrayamamış, politikalarını oluşturamamış ülkelerde bağımsız birer devlet oluşturuyorlar. Coğrafyaları ve ulusların kaderini değiştiriyorlar.” şeklinde konuştu.

Neler oluyor?

55 yıldır çalışır durumda olmayan Kerkük-Hayfa ve Musul-Hayfa petrol boru hatlarının onarımı ile İsrail’in Hayfa Limanı’na günde 5 milyon varil petrol taşınacak. Suudi petrollerini Akdeniz’e taşımak için, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ordusunun desteği ile yapılan Trans-Arabistan (TAP) petrol boru hattı hayata geçiriliyor. Bir ucu Lübnan’a, bir ucu da İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nden Hayfa’ya giden bu hat, günde 2 milyon varil Suudi petrolünü İsrail’in Hayfa limanına taşıyacak. Günlük kapasitesi 1 milyon varil olan Rumeyla-Hayfa boru hattının eklenmesi ile Hayfa’ya günde toplam 3 milyon varil Güney Irak ve Suudi petrolü taşınması hedefleniyor.

Milli Gazete

Kanaatimce Yahudilerin Sonu yaklaşıyor ! Yaşasın İnsanlık !

Iste 50 Konu Ve Gercekler

1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39
yıl yaşıyor.
2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde
yaşıyor.
3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken
hamilelik oranına sahip.
4- Çin’de 44 milyon kadın kayıp.
5- Brezilya’daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.
6- 2002’de idamların yüzde 81’i ABD, Çin ve İran’da gerçekleşti.
7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha
fazla bilgiye sahip.
8- AB’deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon,
Afrika’nın yüzde 75’inin günlük geçiminden daha fazla.
9- 70’in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi
yasak,
9’unda ise cezası ölüm.
10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle
yaşıyor.
11- Rusya’da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda
hayatını kaybediyor.
12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.
13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat
kalıyor.
14- Hindistan’da 44 milyon çocuk işçi var.
15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi
yiyor.
16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78
milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.
17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.
18- 15 yaşındaki İngilizler’in yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte
biri sigara içiyor.
19- Washington’daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her
seçilmiş
kongre üyesi için 125 kişi çalışıyor.
20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.
21- 1977’den bu yana ABD’deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve
taciz vakası yaşandı.
22- Mc Donalds’ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan
tacını tanıyanlardan fazla.
23- Kenya’da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.
25- Amerikalılar’ın üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.
26- 150’den fazla ülkede işkence var.
27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç
kalıyor.
28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.
29- Dünyanın üçte biri savaş halinde.
30- Petrol rezervleri 2040’da tükenebilir.
31- Sigara içenlerin yüzde 82’si gelişmekte olan ülkelerde
yaşıyor.
32- Dünya nüfusunun yüzde 70’i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.
33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek
için yaşanıyor.
34- Afrika’da 30 milyon kişi AIDS.
35- Her yıl 10 dil ölüyor.
36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.
37- ABD’de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.
38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.
39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.
40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.
41- İngiltere’de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol’un ilk
sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.
42- ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.
43- ABD, “haydut devlet” diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha
fazla askeri harcama yapıyor.
44- Dünyada 27 milyon
köle var.
45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani
her üç haftada bir Ay’a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.
46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya
yakalanıyor.
47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa’ya satılıyor.
48- Yeni Zelanda’dan İngiltere’ye uçakla getirilen bir tane kivi,
atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.
49- ABD’nin, BM’ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.
50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali,
zengin aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla.

Türkiyenin ihracat pörtföyü ( Biz Osmanlı Olmamız Lazım )

İhracatta rekor üstüne rekor kıran Türkiye’ye, çok değişik ürünler için talep yağarken, genişleyen ürün yelpazesi içinde, köpek kılından kedi bağırsağına kadar mal ithal etmek isteyenler bulunuyor.
Ekonominin lokomotifi olarak gösterilen ihracat 2005 yılında 73,4 milyar dolar ile cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarken, kuzeyden güneye, doğudan batıya kadar birçok ülkeden, Türk ürünlerine talep yağıyor.
Nargileden seccadeye, Kuranıkerim’den kadın saçına,dansöz kıyafetine, tabuttan nazar boncuğuna, pırasa yağından, semazen terliğine, kadayıftan prezervatif makinasına kadar çok sayıda ilginç mal isteniyor.
Toplam 228 ülkeye dönük, yaklaşık 20 bin çeşit ürün ve 40 bin 304 ihracatçı firma ile dünya ticaret sahnesinde yer alan Türkiye, sanayi, tekstil, konfeksiyon, demir-çelik ve tarımsal ürünleri gibi klasik ürünlerin dışında, akla gelmeyecek kadar ilginç ürün talepleriyle karşılaşıyor.
İhracatı Geliştirme Merkezi (İGEME) bültenleri ile çeşitli ihracat kuruluşlarından derlenen verilere göre, gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra, gelişmiş ülkeler de artık teknoloji ağırlıklı otomobil, buzdolabı, televizyon, müzik seti, çamaşır ve dikiş makinesi gibi Türk mallarını talep ediyorlar.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) raporlarına göre, dünyanın en büyük pazarlarından biri olarak Almanya ve ABD pazarının miktar ve kalem olarak Türk ürünlerine talebi daha fazla olurken, bunu İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya, İsrail ile Arap ülkeleri başı çekiyor.
Belize, Virgin Adaları, Ceuta ve Mellilla, Lesotto, Mayotte, Tuvalu, Virjin Adaları, Sao Tome ve Principe, Pitcairn, Kape Verde, Cayman Adaları gibi, haritada yeri bile zor bulunabilecek ülkeler de, Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelerden bir kaçı.

NARGİLEDEN, KADIN SAÇINA…
Uzun yıllar boyunca, Türkiye’den alışılagelmiş ürünleri talep eden uluslararası piyasalar, son yıllarda nargileden kilime ve oyalara, yufkadan nazar boncuğuna, dansöz kıyafetinden yöresel giysilere, namaz takkesinden tabuta, ikinci el giysilere, kadın saçından kına, çömlek, kuş tüyü yorgana hatta köpek kılı, kedi ve koyun bağırsağı ile kayısı ve kiraz çekirdeğine kadar çok sayıda ilginç mal istiyorlar. Türkiye’de basılan Kuran’a da Avrupa ülkelerinden yoğun talep geliyor.
Türk ihracatçıları, gelişen dünya pazarlarında ve çetin rekabet ortamlarında mallarını satma çabası verirken, Çin’e rağmen, Türkiye’ye özgü malların ihracında ise ülkenin rakipsizliği tartışılmıyor. Dünyanın birçok ülkesinden, geleneksel Türk yemekleri ve Türk yemek kitapları, milli içecek sayılan rakı ve boza, Türk lokumu, döner bıçağı, çemeni, sucuğu ve baharatları talebi de geliyor.
Sektör temsilcileri, Türkiye’de özgün malların kar marjının yüksek olduğunu fakat ihraç edecek ihtisaslaşmış ve organize olmuş şirketlerin az bulunduğunu belirttiler.

GELEN TALEPLER
Türkiye’ye gelen ilginç mal taleplerinden bazıları şöyle:
ABD: Kuluçka makinası, pipo, meyan kökü, mendil, gümüş eşya ve mücevherat, salça, dansöz kıyafeti ve otantik giysiler, çömlek, baharat.
Almanya: Silah, tavuk bacağı, fındık, çörek otu yağı, şal, lens, gözlük.
Fransa: Doğada çıkan bitkiler, yabani mantar, geleneksel Türk yemekleri konserveleri, örme giyim, antika, sakız hammaddesi, jilet, kemik yağı, tıbbi malzemeler, Türk yemekleri kitabı, saksı, ütü masası, defolu mallar, kayısı, kiraz çekirdeği, dondurulmuş balık.
İtalya: Şifalı bitkiler, mantar, gazyağı, ampul, yılan balığı, keçi kılı, şamdan, çelenk.
İngiltere: Tahin, helva, namaz takkesi, seccade, muhtelif Türk sosları, Kuranıkerim, tütsü, termometre.
Hollanda: Hasta sedyesi, döner makinaları ve bıçağı, Türk motifli ev dekorasyonu eşyaları, kilim, gübre, mayo, kuş üzümü, cevizli sucuk, Türk işi geleneksel kumaş ve halı.
Hindistan: Zirai ilaç, oto yedek parçaları, çiçek, gıda maddeleri, manuel daktilo, nargile çubuğu, küllük, şamdan, koyun yünü.
Güney Kore: Tuvalet ve banyo aksesuarı, hayvan yemi, silikonlu demir, nargile, hoparlör, kedi bağırsağı, pırasa yağı, tavuk bacağı, balık yemi.
Rusya: Çanta, ev gereçleri, ressam gereçleri, hurda, gübre, prezervatif ve prezervatif makineleri, deniz tuzu.
Yunanistan: Tabut, düğün ve vaftiz davetiyesi, kadın saçı, gelinlik, tespih boncuğu, çamaşır lastiği, nargile, antika, dalgıç ve dalış aletleri, Türk hamamı malzemeleri, çiklet, çocuk maması, plastik çöp torbası, diş fırçası, bulaşık teli, kadayıf.
İspanya: Kuş, lahana turşusu, bayrak, ayna, çerçeve, yufka ve hamur işi, çakmak, mum, balon, dantel, dondurma külahı, yabani mantar, tuvalet kağıdı.
İsviçre: Canlı kurbağa, sıhhi banyo ve mutfak malzemeleri, traverten taş, şırınga, plaj malzemeleri, silah aksesuarı, her türlü sürüngen hayvan, avcı kıyafetleri, bulaşık bezi, idrar torbası.
Portekiz: Şapka, anahtarlık, çakmak, plastik hortum, çocuk bezi.
Danimarka: Pipo, dantel, mutfak eşyaları, kadın saçı, kan torbası, çiçek yetiştirmek için toprak, haşhaş tohumu.
Macaristan: Deniz tuzu, kuru soğan ve sarımsak, plaj çantası, trafik işaretleri, ilan panosu.
Birleşik Arap Emirlikleri: Veteriner ilaçları, teneke kutu, hediyelik eşyalar, şekerli gıdalar, lokum, çikolata ve gofret, saksı, kullanılmış oto lastiği, yoğurt, mum, çöp kutusu, kan ve idrar torbası, sanat ürünleri, çatal-bıçak takımları, sucuk.
Japonya: Nazar boncuğu, bujiteri ürünleri, namaz takkesi.
İran: Başörtüsü, alkolsüz meşrubat, binicilik malzemesi, at nalı ve çivisi, gül yağı, boya, kağıt, kadayıf, mobilya.
Doğu Afrika: Tıbbi malzemeler, elektronik malzemeler, hayvan kapanları, ikinci el giysiler, donmuş et, kümes hayvanları.
Pakistan: Jogging giysisi.
İsrail: Oryantal dans kıyafetleri, göğüs pedi, gece elbisesi, tekerlekli sandalye, baston, kıble yönünü gösteren pusula, kadın saçı.
Endonezya: Seccade, meze, semazen terliği.
İsveç: Zar ve zar kutusu.
Suudi Arabistan: Yaprak sarması, emniyet kemeri.
Kuveyt: Buzağı maması, süt sağma makinası, abiye kıyafet, başörtüsü.
Mısır: Güneşte kurutulmuş maydonoz tozu.
Azerbaycan: Oltu taşı

milliyet

İşte kara altının ( PETROL ) 141 yıllık kanlı serüveni…

1859: Edwin Drake, ABD’nin Pennsylvania eyaletinde ilk petrol
üreten kuyuyu kurdu.
1870: John. D. Rockefeller petrol arıtımı işine girdi.
Kerosen ve daha saf ürünler üretecek Standard Oil’i kurdu.
1873: Nobel ailesi (Dinamiti bulan ve Nobel Ödülü’nü kuran
Alfred dışında) Rusya’da (Bugünkü Azerbaycan) Bakü bölgesinde
petrol aramaya başladı.
1882: Thomas edison elektrik ampülünü buldu, petrol
piyasasının geleceği tehlikeye girdi.
1885: Rotschild’ler Rusya’da petrol çıkarttı. Royal Dutch
da Endonezya’nın Sumatra adasında petrol üretti.
1892: Marcus Samuel, Shell şirketini kurdu, Süveyş
Kanalı’ndan petrol taşıdı.
1896: Daimler Benz Otomobili buldu. Petrole olan ihtiyaç
yeniden hayata döndü.
1901: İran’da petrol bulundu. ABD’nin Teksas bölgesinde
Sun, Texaco ve Gulf şirketleri sayesinde petrol üretimi patlaması
oldu.
1903: Unocal sayesinde Kaliforniya’da petrol üretimi
patlaması.
1907: Shell ile Royal Dutch birleşti.
1908: British Petroleum’un işlettiği İran yataklarında
üretim patlaması oldu.
1910: Meksika’da petrol üretimi patlaması.
1911: Rockefeller’in Standard Oil karteli tekel oluşturduğu
gerekçesiyle Exxon, Mobil, Amoco, Sohio, Chevron gibi küçük
şirketlere bölündü.
1922: Venezüela’da petrol üretimi patlaması.
1927: Irak’ta petrol üretimi patlaması.
1933: Standard Oil of California (bugünün Chevron’u) Suudi
Arabistan’da petrol arama faaliyetlerine hız verdi.
1938: Kuveyt ve Suudi Arabistan’da petrol üretimi
patlaması.
1956: Cezayir ve Nijerya’da petrol üretimi patlaması.
1959: Libya’da petrol üretimi patlaması.
1960: OPEC (Petrol ihraç Eden Ülkeler Örgütü) kuruldu.
1968: Alaska’da petrol bulundu (Prudhoe Körfezi) ancak
1977’ye kadar çıkarılmadı.
1969: Kuzey Denizi’nde petrol bulundu, ancak 1975’ten sonra
çıkarılmaya başlandı.
1973: ABD’nin Yom Kippur savaşında İsrail’i desteklemesine
misilleme olarak Arap ülkeleri petrol ambargosu uyguladı.
1979: İkinci “enerji krizi.” İran Devrimi, Basra
Körfezi’nden petrol sevkiyatını büyük ölçüde engelledi.
1980: OPEC sıkıntıda. İran- Irak savaşı başladı.
1982: OPEC üreatim kotaları uygulamasını başlattı. Ancak,
üretici ülkeler çoğu zaman uymakta zorluk çekti.
1990: Üçüncü enerji krizi… Irak, Kuveyt’i işgal etti.
Basra Körgezi’nden yine sevkiyat aksadı.
1998: Bakü bölgesi ve genel olarak Hazar Denizi, yeniden
petrol şirketlerinin ilgi odağı oldu. 21. Yüzyıl’ın Basra Körfezi
olarak nitelendirildi. Ancak, petrolün dünya pazarlarına
ulaştırılma yolu tartışma konusu olmayı sürdürüyor.
1999: Petrol yeniden pahalandı, ancak 1970’lerdeki enerji
krizi kadar değil.

1

AMERİKAN İMPARATORLUĞU’ NUN SONU; IRAK BATAKLIĞI

Sitemizin en son yayımlanan başyazısında, ABD’ nin bütün ısrarına ve harcadığı onca çabaya rağmen Büyük Ortadoğu Projesi’ ni uygulamaya gücünün yetmeyeceği belirtilmişti. Bu öngörünün gerçekliği yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Boyalı basının köşelerini tutmuş hainler ne diyordu: “ABD’ i kızdırmamak lazım, derhal Amerika yanında Irak’ a girmeliyiz”, “Tezkerenin reddi Türkiye için felaket olmuştur”, “Amerikan ordusunun Irak’ da başarısız olması mümkün değildir, Türkiye dahil tüm bölge ülkeleri yeni bir dünya düzenine hazır olmalıdır” vs.

ALLAH’ a çok şükür bu kraldan fazla kralcıların umdukları gibi olmadı. Zorla demokrasi getirileceği söylenen bölge ülkelerinin de desteği ile mazlum bir millet, tarihte olduğu gibi yine kendisine biçilen kefeni yırttı. Ülkemiz de büyük bir tehlike atlattı; zira Irak’ a ABD ile birlikte girseydik, biz de aynı bataklığın içine sürüklenmiş olurduk.

Bugüne baktığımızda Irak hezimeti yüzünden Kongre seçimlerini kaybeden Bush yönetimi, Irak’ dan çekilmeyi nasıl başaracağının hesapları içinde. Harcanan onca para ve ABD şirketlerinin Irak’ da yaptığı yatırımların, olası ABD çekilmesi sonrası ne olacağı yönetimi en çok düşündüren konular arasında. En büyük sorun ise Irak’ ın ne olacağı. Özellikle kuzeydeki Kürt yönetimi, ABD birliklerinin kendilerine ait bölgede sorunsuz olarak kalabileceğini ifade etmekte. Biz olası çekilmenin gerçekleşmesi halinde ABD’ nin tüm Irak’ dan birliklerini çekeceğini; ancak sembolik olarak belki bazı özel kuvvet birimlerinin belli bölgelerde kalabileceği düşüncesindeyiz. Aksi halde ne Türkiye ne de kendileri ile çekilme konusunda pazarlık için masaya oturulacağı söylenen Suriye ve İran buna razı olacaktır.

Amerikan halkının bütün taleplerine rağmen Bush yönetimi, Irak’ daki yenilgiyi kolay kolay kabul etmeyecek gibi gözüküyor. Irak’ a cephedeki komutanların isteğine uyarak son defa ek asker sevkıyatı yapılacak. Sevk edilecek asker sayısının 15.000 kişi civarında olacağı söyleniyor.

Ne yapılırsa yapılsın Irak’ da artık ok yayından çıkmıştır. Hezimet, tüm aleyhte çabaya rağmen gizlenemeyecektir. Esas mesele, Amerikan halkının Vietnam Savaşı sonrası düştüğü bunalımın benzerini yaşayacak olması. Bu dünyanın süper gücünün, süperlik egosuna vurulmuş bir büyük darbe olacak.

Ancak bu durum dünya halkları ve medeniyet için sonuçları oldukça iyi olacak bir başlangıç. Zira sırf kendi menfaatleri uğruna dünyanın tamamını karşısına alan bir büyük gücün tükenme noktasına gelmesi, insanlık için büyük dersler içeren hazin bir öykü. Ancak olan zavallı, masum Irak halkına oldu; kayıplar 650.000’ i geçti. Bu bir soykırım değilse nedir.

Amerikan yönetimi kendisinin ardından Irak’ ın ne olacağı konusunda halihazırda bir karara varabilmiş değil. Bu da ordunun bir süre daha Irak’ da kalmasını kesin hale getiren konulardan. Irak şu anki yapısı itibariyle üçe bölünmüş bir görünüm sergiliyor. Ancak bu yanıltıcı olmasın; bölge ülkelerinin Irak’ ın şeklinde esas belirleyici unsur olacağı düşüncesindeyiz. Zira Şii güçlerin kendilerine tüm maddi ve manevi desteği sağlayan İran’ ın sözünden çıkabileceğini düşünmek saflık olur. Amerikan yayılmacılığı tüm bölgedeki İran etkisini arttırdı.

İran Şiiliğin kalesi olması itibariyle zaten manevi alanda liderlik konumunda. Ayrıca tüm bölge Şiilerine sağlamış olduğu parasal katkı da azımsanamayacak boyutta. Şiiler açısından kutsal sayılan bölgelerin şu an Irak’ ın güneyinde olduğu da düşünülürse, İran kesinlikle kendisine yakın olmayan bir devletin Irak’ da egemen olmasına izin vermeyecektir.

Türkiye, Suriye ve İran’ ın birlikte hareket etmesi, bölge için en sağlıklı çözümün doğmasına yol açacaktır. Son olarak gerçekleşen İran eski Cumhurbaşkanı Hatemi’ nin ülkemize yaptığı ziyaret ve Cumhurbaşkanımız Sezer ile yaptıkları görüşme, bu çabanın göstergesidir. Bu üç ülke Irak’ ın geleceği konusunda kilit anahtar rolündedir. Zira Irak’ ın diğer komşuları Ürdün ve Suudi Arabistan, Amerikan kuklası yönetimleri ile kendi halklarının bile güvenirliğini kaybetmiş durumdadırlar. Onlar kendi koltuklarını koruma telaşındadır.

ABD dünya siyasetinde bu hataları yapadursun, süper güç olma yarışındaki en büyük rakibi Çin; Afrika ülkelerine yönelik çok büyük bir yardım paketini açtı. Çin Mao döneminde büyük hayallerle başlattığı; ancak bir türlü başarıya ulaşamadığı dünyaya egemenliğinde ön sıralarda yer alma çabasını, bu sefer başarıyor gibi. Zira dünyanın en geri kalmış bölgesi Afrika’ daki devletler ile uzun vadeli ilişkiler kurması bunun en güzel örneği. Afrika’ ya bu ilgi özellikle Fransa’ nın bölgedeki tarihsel süreçten kalma etkisini zayıflatacak gibi görünüyor.

ABD oynadığı kumarı kaybetmiş gözüküyor. Çin’ in gelişmesini yavaşlatmak için daha etkili tedbirler düşünmek zorunda. 2010 yılı tarihsel dönemeç gibi gözüküyor; ancak ABD’ nin yapacağı daha büyük hatalar, bu dönüm noktasını daha yakına çekebilir. Amerikan ekonomisi üzerinde Irak Savaşı’ nın yarattığı tahribat, önümüzdeki yıllarda daha iyi görülecek.

Bol ve ucuz Irak petrolünün üzerine oturma emelinin boş bir sevda olduğu ortaya çıktı. Bakalım gelecek yıllar, petrolün kaygan zemininde daha ne kadar hülyanın kâbusa dönüştüğü kanlı sahne olacak.

Sultan Abdulhamit´in en büyük sırrı

Sultan İkinci Abdülhamid´in kendi parasıyla bir heyete petrol haritası hazırlattığı ortaya çıktı.

İlk kez haftalık haber dergisi Aksiyon’un bu haftaki sayısında yayımlanan “Sultan’ın petrol haritası”nda, Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamında yüksek ölçekte petrol rezervinin bulunduğu yer alıyor.

Haşim Söylemez imzalı habere göre, Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi Dicle’de sal üstünde, karada at ve eşek sırtında aylarca süren bir çalışma yaptı. 22 Ekim 1901’de II. Abdülhamid’e sunulan raporda, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervlerinin bulunduğu yer alıyor. Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı etrafı, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri (Çölemerik)’de önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor. Groskoph, raporunda “Dicle ve Fırat nehirleri havzasında zengin ve mühim petroller bulunuyor. Bunların işletilmesi ve pazarlanması için Bağdat’a uzanan bir tren yolu lâzım. 1889’da inşaatına başlanan ve 1902’de biten demiryolu, petrolün Anadolu’ya taşınmasını sağlayacaktır. Ana hatta sadece birkaç ilave ek hattın yapılması yeterlidir.” diyor. Başmühendis, ayrıca iyi değerlendirilmesi durumunda bu petrol coğrafyasının gelecekte dünyanın en önemli merkezlerinden biri olacağını vurguluyor.

AKSİYON’daki haberin tam metnini okumak için tıklayın

KÜRE DAĞLARI PETROL DENİZİ ÜZERİNDE (Duyulanlar Gerçek mi? ÖNCE YÖK’Ü IMF’Yİ TÜSİAD’I MI YOK ETMEMİZ GEREKİYOR?)

Pek çoğumuz sık sık işitiyoruz, “petrolümüz var da yabancı güçler çıkarmamıza izin vermiyor” diye. Aklı bütünüyle ve çok kurcalayan bir iddia bu. Türkiye’de petrol olduğunu savunanlarla, olmadığını iddia edenlerin artık iyice ‘sulanan’ müzmin çekişmesi süredursun, bu defa “petrol var”cıların savını uydularla destekleyen bir gelişme var. Son günlerde tartışmalı bir ‘petrol sahamız’daha oldu. Kastamonu Küre dağlarının altında büyük hacimli petrol bulunduğu ortaya çıktı; en azından uydu fotoğrafları öyle diyor. Bu keşfi yapan, uydular aracılığıyla Hazar havzasında petrol arayan, Amerikan tröstü Amaco. Fotoğraflarda, Bartın’dan Tosya’ya kadar uzanan alanın zengin petrol yataklarına sahip olduğu görülüyor.Aslında Küre dağlarında petrol bulunduğu iddiası ve arama çalışmaları yeni değil; 1950’li yıllarda Küre silsilesinin Ballıdağ mevkiinde Amerikalılar gelip arama yapmış. Tam 11 yerde kuyu açmış Amerikalılar ve ardından “bulunamadı” diye kuyuları mühürleyip gitmişler. Uydu görüntülerinde petrol olduğu söylenen bölge Bartın, Daday, Hanönü, Azdavay, Ağlı, Tosya istikametinde uzanıyor. Özellikle Daday’ın Alipaşa köyü ile merkeze bağlı Karadere ve Boyalılar bölgeleri, petrol olduğu iddialarının yoğunlaştığı yerler.Uydu resimleri nasıl bulundu?1997 yılında çekilen uydu resimlerinin bizzat petrol tröstleri tarafından Türkiye’ye verilmediği, verilmek istenmeyeceği kesin gibi. Resimleri, biraz da rastlancı sonucunda Prof. Dr. Ahmet Maranki ele geçirmiş. Aslen Kastamonulu olan Maranki, görevli olarak bulunduğu Azerbaycan’da Amerikan uydularının çektiği resimlere bir Azeri bilimadamı arkadaşı vasıtasıyla ulaşmış. Azerbaycan’da 1997’de yapılan Uluslararası Enerji Kongresi’ni BM adına izleyen Maranki, basına kapalı toplantıda anlatılanlara ve gösterilen uydu resimlerine bakıldığında, Türkiye’nin adeta petrol denizi üzerinde yüzdüğünün görüldüğünü anlatıyor.Maranki, merakını yenemeyip geçtiğimiz şubat ayında memleketi Kastamonu’ya gidip araştırma yapınca ilginç gerçeklerle karşılaşmış; “Bana yaşlı köylüllerin anlattığına göre, 1950’lerde Amerikalıların açtığı kuyulardan sarı renkte bir şey fışkırmış. Sonra hemen kuyulara taş doldurup kapatmışlar. Bazı köylülere, ‘siz petrol denizinin üzerinde yaşıyorsunuz ‘ demişler. Uyduların aramasında petrolün yanısıra bu bölgede Ilgaz dağlarında 1850 metrede selenyum bulunduğu tespit edilmiş. Gidip gördüm, Ballıdağ eteklerinde Tosya’nın Karadere mevkiinde petrol resmen yerden çıkıyor. Petrol var ancak çıkartılmıyor”. Konuyla yakından ilgilenen bir başka isim, CHP Kastamonu Miletvekili Mehmet Yıldırım. “Meclis’in şu telaşı geçsin, kesin kararlıyım, bu Küre dağlarındaki petrol meselesiyle ilgili bir önerge vereceğim” diyen Yıldırım, bu arada Petrol Mühendisleri Odası’yla irtibata geçmiş. Oda Başkanı Mete Topgüder’in yaptırdığı araştırmanın sonucunu, önümüdeki günlerde ortak bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayacaklar.Maranki ve Yıldırım bölgeye gidip arama yapılan kuyuları görmüş, yöre halkıyla konuşmuşlar. Amerikalıların 1958’de TPAO ile işbirliği içinde yaptığı sondaj çalışmalarının 11 tanesi tespit edilebildi. Bu 11 kuyuunun hepsi betonla kapatılmış. Yıldırım, “O zaman kuyuları açanlar yerli halka, ‘zengin oldunuz’ demiş. Halk kuyulardan petrol çıktığını bizzat görmüş” diyor. Petrol çıkan kuyuların neden kapatılıp mühürlendiği konusu ise, biraz sonra değineceğimiz üzere, Yıldırım’ın ifadesiyle “kuşatılmışlıktan” gaflete kadar uzanan sebepler zincirinde saklı.”Asfalt yapalım diye getirdik, tamamen yandı”Küre silsilesinde petrol ve türevlerinin bulunduğuna dair yöre halkının birçok anısı ve gözlemi bulunuyor. Bunlardan biri, Tosyalı emekli zabıta memuru Hasan Mısırlı’ya ait. Mısırlı, Karadere köyünde dere yatağı boyunca akan yanıcı maddenin 1970’li yıllarda ilgilerini çektiğini ve zamanın belediye başkanının, bundan faydalanmak için kendisini görevlendirdiğini belirterek şöyle devam ediyor: “Dere boyunca yıllardır akan bu maddeyi yolda zift olarak kullanmak istiyorduk. Yükleyip getirdik. Sınamak için yaktık, geride hiçbir şey kalmamacasına tamamı yandı. Şaşkına döndük. O zaman çok uğraştık ama sesimizi kimse duymadı. Bu maddenin incelenmesi gerekir”.Sadece petrol değil…Küre silsilesinin barındırdığı zenginlik sadece petrolle sınırlı değil. Prof. Maranki, uydu resimlerinde petrolün yanısıra Cide dağlarında cıva olması kuvvetle muhtemel belirtilerin görüldüğünü, Ayrıca Ağlı-Azdavay-Daday-Tosya-Kurşunlu güzergahında altın, manganez ve linyit bulunduğunu, bunların da bölgenin değerini son derece artırdığını belirtiyor.Yıldırım da bölgede daha başka madenlerin bulunduğundan bahsediyor: “Küre dağlarında dünyanın en zengin kobalt cevherleri çıkıyor ama biz bakır cevherini ham olarak içinde kobalt ve altın bulunduğu halde yok pahasına satıyoruz”.TPAO: “Bütçemiz sınırlı, arama yapamıyoruz”Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) yetkilileri ise Boyabat, Soğuksu, Ekinveren yörelerinde 8 kuyu açtıklarını, ancak bunların hiçbirinde ekonomik bir keşif yapamadıklarını, sadece birinde gaz bulunduğunu belirtiyorlar. Yetkililer, “TPAO’nun arama bütçesi onda bire düşürüldü. Bu da yeterli sayıda ve istediğimiz yerlerde kuyu açmamızı engelliyor. Bu bütçeyle ancak çok sınırlı aramalar yapabiliyoruz.Şu an için kuruluşun Küre’de bir çalışması yok. Şimdilerde daha ziyade Karadeniz’de denizel alanda Madison şirketiyle birlikte petrol araması yapıyoruz. Karadeniz’den oldukça umutluyuz” şeklinde konuşuyorlar.Türkiye’nin en yakın petrol mühendislerinden Necdet Pamir, TPAO’nun Ekinveren, Soğuksu, Boyabat yörelerinde petrol sızıntısı keşfettiğini belirterek. “Sızıntı varsa petrol mutlaka vardır” diyor.Osmanlı’nın başına gelen,Türkiye’yi ürküttüTürkiye’de petrol arama ve çıkarma faaliyetlerinin geçmişine göz attığımızda, “art niyet olarak” isimlendirilebilecek bazı hallerin yanısıra, ilginç bir içe kapanma da hemen dikkati çekiyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, daha önce özellikle yabancılara verilmiş bir çok petrol arama/çıkarma izninin iptal edildiği görülüyor. Dahası 1940’lı yıllara kadar da petrolle ilgili bir kuruluşumuz yoktu.1921’de Amerikan Raşyen Kumpanyası Anadolu’da petrol aramak için başvuruyor, TBMM barış imzalanmadan kabul edilmeyeceği yönünde karar çıkartıyor. Meclis 3 Kasım 1922’de, “Petrol, neft ve havagazı arama izninin kimseye verilmeyeceği” kararını çıkartıyor. Fransız Emile Mayen’e verilen Van’ın Beşparmak ve Gürgün ilçelerindeki arama izni, Manisa Kozluca’daki Mehmet Bahri Bey’e verilen petrol işletme imtiyazı, Mardin Midyat’ta Ahmet Şakir Efendi’ye verilen neft ve zift araştırma ruhsatı… Bunlar ve daha bir çok petrol arama/çıkarma izni 1924’te iptal ediliyor. Ertesi yıl, yani 1925’te ise Sinop Ekinvaran, Gelibolu, Gölcük, Eksamil, Gonoz, Mürselli, Tekirdağ Balatnoz deresi, Van Hareşit, Amik ve daha birçok bölgede daha ziyade yabancılara verilmişpetrol arama/çıkarma ruhsatları feshediliyor.Genç Cumhuriyet’in bu “refleks” davranışında muhakkak ki, petrol yüzünden Osmanlı devletinin başına gelenler ve batılılarca bu devletin zenginliklerinin nasıl talan edildiğinin iyi bilinmesi yatıyor. Ancak çok geçmeden Türkiye, çekirge ile mücadelede kullanılacak motorlara konulacak kadar bile petrol bulamayınca durum değişiyor. Hükümet, Urfa ve Mardin’i istila eden çekirgelere karşı kullanılacak araçlara konmak üzere “pazarlık” usulüyle petrol alınmasına karar veriyor. 1927’de, Türkiye dahilindeki bütün petrol yataklarının tespiti ve işletmesi hakkı İş Bankası’na veriliyor.Petrolümüzü kim saklıyor?Ülkemizde petrol olup olmadığı kadar tartışmalı, su götüren, ‘suyu çıkmış’ bir başka konu bulmak zor. Türkiye’de petrol olduğunu iddia edenlerin de, olmadığını iddia edenlerin de kendine göre gerekçeleri var. ‘Petrol yok’çular, bugüne kadar açılan 1000 küsür kuyudan sonuç alınamadığından hareketle, buna bilimsel bazı izahatler de ekleyerek cepheyi sağlamlaştırıyor. ‘Petrol var’cılar ise, daha ziyade arama yapılan yörelerdeki halkın sahit olduğu olayları, yurt dışında yazılmış yazıları, yabancı araştırmacıların sonuçlarını gerekçe gösteriyor.Petrol denizi üzerinde yüzdüğümüz doğruysa eğer, neden diğer bütün ülkelerde çıkartılmasına ‘izin verilen’ petrol bizim ülkemizde yerin altında tutuluyor? 1930’lardan bu yana petrol aramak için açtığımız 1000’in üzerindeki kuyu da, sadece Raman ve bir iki küçük hacimli kuyu haricinde hiç mi petrol izine rastlanmadı? Aranıp bulunamayan petrol, sınırın hemen öte tarafından niçin yer altından kendiliğinden çıkıyor? Yok eğer rastlanmadıysa, 1080 civarında arama sahası raastgele mi seçildi? Türkiye’nin, petrol varlığını ekonomik ve stratejik gücüne dahil etmesini kim engelliyor?Mason-petrol ilişkisi…Kastamonu yöresinde petrolün mevcut olduğu uydu fotoğraflarıyla anlaşılınca, zamanın Amerikan büyükelçisi marc Grossman 1997’de bölgeye ilginç bir gezi gerçekleştirmiş. Gezinin detaylarını Prof. Maranki şöyle anlatıyor: “Grossman bu geziyi, uzun yıllar Türkiye’de petrolle ilgili kuruluşlarda en üst düzeylerde görev yapmış mason büyük üstadı Necdet Egeran’ı da yanına alarak yaptı. Gezinin tam da uyduların Küre’de petrol tespit ettiği zamana denk gelmesi çok manidar. Taşköprü ve Tosya civarlarını gezen büyükelçi, soru soran gazetecilere “kastamonu etli ekmeği ve Taşköprü sarımsağı yemeye geldim” cevabını verdi. Grossman’ın Egeran’la loca bağlantısı var, ikisi de aynı mason locasına kayıtlı”.İskoç Riti’ne bağlı Bilgi Locası’na kayıtlı olan Enver Necdet Egeran, uzun süre en üst masonluk derecesi oan ‘büyük üstad’ olarak Türkiye masonluğunu yönetti. Egeran’ın hayatında masonluk ne kadar önemliyse, petrol de o kadar önemli. Maden Tetkik Arama’nın 1940 ila 1951 yılları arasında Jeoloji Şube Müdürlüğünü yapan Egeran, 1951’de MTA’nın Petrol Dairesi’nin kurulmasıyla Petrol Dairesi Şube Müdürü olur. Egeran, 1953-56 arasında petrol devi Mobil’in Türkiye müdürü yapılır ve 1968’e kadar bu görevde kalır.Egeran’ın Türkiye petrol tarihinde dikkat çekici bir yeri var. Yabancı şirketlerin Türkiye’de petrol aramasına izin veren Petrol Kanunu’nun çıkmasında en büyük pay Egeran’a ait. İlginç olan şu ki ülkmizde Mobil tarafından kuyuların açılıp, petrol bulunmadığı gerekçesiyle betonla kapatılması daha ziyade Egeran’ın Mobil’in başında bulunduğu tarihlere denk geliyor. İlgili yöre halklarının, “Gözlerimizle gördük, petrol fışkırıyordu” diye hala torunlarına anlattıkları kuyular bunlar.Türkiye’de masonların kendi üyelerin mahsus gizli olarak yayınladıkları ‘Şakul Gibi’ adlı dergide Egeran hakkında oldukça çarpıcı bilgiler veriliyor. 1949’da Tekris Locası’na kaydolan egeran, Mayıs 1950’de kalfa, aynı yılın ekim ayında üstad oldu. Ardından bilgi Locası’nı kurdu ve 1955’te Üstad-ı Muhterem, 1958’de Türkiye Büyük Locası’na Büyük Sekreter, 2 Mayıs 1965’te Pek Sayın Büyük Üstad seçildi.Resmi bazı raporlarda Egeran’dan ve faaliyetlerinden bahsediliyor. Bu bahis öyle alışılmış ifadeler içermiyor. Bazı paragrafları birlikte okuyalım: “..Yabancıların Türkiye’de petrol aramasına izin veren kanunun kabul edilmesinden sonra ülkemizde petrol arayan yabancı şirketlerin tamamı yahudilere aittir. Görüldüğü gibi Necdet Egeran, Türkiye’de petrol aramaları yapan Yahudilerin türlü entrikalar çevirdiği bir dönemde, Türkiye’nin en aktif masonu olma özelliği taşıyor. Aynı tarihlerde petrol çıkan kuyuları betonlayan Mobil’in genel müdürü olması da rastlantı değildir. Türkiye’nin petrol yönünden yıllarca dışarıya bağımlı kalması ve Ortadoğu’nun sayılı petrol üreticisi ülkelerinden biri olma şansını elde edememesinin sebebi, bu petrol kuyularının ileriki bir tarihte kullanmak üzere kapatılmasıdır. 1950’lerden beri Türkiye’deki petrol rezervleri ile ilgili kilit noktalarda görev yapmış olan Egeran ve Türk masonları, Siyonizm’in idealleri için tarihi bir hizmette bulunmuştur”.Türkiye’de petrol faaliyetinin içinde bulunan masonlar, Egeran’la sınırlı değil. Değişik localara kayıtlı daha bir çok mason, petrolle ilgili kuruluşların tepe noktalarında görev almış. Yıllar içinde petrolle ilgili çeşitli kuruluşlarda görev yapan masonlar var.CHP Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım, “Anlaşılıyor ki Türkiye kuşatılmış” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “Bu kuşatmayı biz yaracağız ve kurtulacağız. Kuşatmayı yarmamız için TBMM’de AKP, CHP ayrımı yapmadan ulusal mutabakatı sağlamamız lazım yer altında zengin madenlerimiz var ama kullanamıyoruz. Var mı dünyada bizim gibi başka ülke?”.Türkiye’nin güçlü bir ekonomi için petrole ihtiyacı var. Gerçekten var da çıkarılmmıyor mu, yoksa bize Osmanlı’dan kalan “kuru” bir arazimi, henüz belli değil ama petrol arama kuruluşlarımızın ödeneğini de arttırarak , geçmişte kapatılan kuyuları yeniden ve öncelikle ele alabilir, yıllık açılan kuyu sayısını birkaç düzineden birkaç bine çıkarırsak, bizim de petrol zengini olmamamız için hiç sebep yok. Kaldı ki bu noktada Prof. Maranki, Sovyetler Birliği döneminde Sovyet Kozmik Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin yaptığı bir tespiti aktarıyor: “Irak ve İran’da bulunan petrol yatakları her yıl çok belirgin şekilde Türkiye’ye doğru kayıyor”.

16.06.2003 Aksiyon

II. Abdülhamid’in Petrol Haritası

Türkiye petrol denizi üzerinde mi? Sınırın öteki yakasında petrol çıkıyor da Güneydoğu’da niye çıkmıyor? Ya da başlayıp bitmeyen bir polemik; Türkiye’de petrol var ancak yabancılar çıkarmamıza izin vermiyor! Peki gerçekten petrolü bol denilen Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde petrol var mı? Bu soruya Sultan II. Abdülhamid yüz yıl öncesinden cevap veriyor. Sultan’ın hazırlattığı tespit haritasında Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamında yüksek ölçekte petrol rezervinin olduğu saptanıyor. Görevli mühendisler araştırmalarını Doğu ve Güneydoğu ile sınırlı tutmayıp Osmanlı toprakları içinde bulunan Zaho, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Musul ve Bağdat gibi bölgeleri de tarıyorlar. İşin en ilginç tarafı yüz yıl önce hazırlanan petrol haritasının birçok yerinde hâl-i hazırda petrol çıkarılıyor olması.6 ay önce Barzani ailesi tarafında Habur Çayı’nın öteki kıyısında çıkartılan ve Türkiye’nin, tabir yerindeyse, iştihanı kabartan petrol kuyuları bunlardan sadece biri.
BİTLİS’TE PETROL Sultan II. Abdülhamid özellikle 1800’ün son çeyreğinde tüm dünyada gündeme gelen ve stratejik bir maden olduğu kabul edilen petrol için büyük çaba harcadı. Yetişmiş jeoloji ve maden mühendisi olmaması Devlet-i Aliye’nin elini kolunu bağlıyordu. Ancak uğruna savaşların çıkartılacağı, yeni bir dünya düzeninin oluşturulacağı petrolün ehemmiyetini anlayan Abdülhamid sıkıntıları kendi fedakarlıkları ile aştı. Hazine-i Hassa’dan, yani padişahın şahsi malından ödenek çıkartılarak geniş kapsamlı bir petrol rezervi çalışmasına girildi. Sultan’ın kendi parasıyla yaptırdığı çalışmada yabancı ve yerli mühendisler yer aldı. Musul ve Bağdat havalisinde, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yapıldı. Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi çalışmalarını 22 Ekim 1901’de Sultan II. Abdülhamid’e sundular. Bu zamana kadar söylenen ancak mahiyeti hakkında bir bilginin bulunmadığı “Sultan’ın petrol haritası” sadece Güneydoğu’da değil, Hakkâri ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğ ini öngörüyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri tespit etmiş. Heyetin başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, takip ettikleri güzergâhı da detaylı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını dolaşan Paul, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu belirtiyor. Dicle Nehri kıyısındaki noktalarda yeterli araştırmayı yükselen sulardan dolayı yapamadıklarını da raporuna ilave eden Paul, nehrin kıyısı dışında, Dicle’nin kıyı şeridi boyunca uzayıp giden yüksek dağlarda da petrol bulunduğunu kaydetmiş. Yine de o dönemin teknik imkanları açısından 900 metre yükseklikteki bu dağlardan petrolün çıkarılması ve nakliyatının zor olacağını eklemeyi unutmamış raporuna. Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı etrafı, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri (Çölemerik)’de önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor.

HARİTA İLK KEZ YAYIMLANIYOR Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çalışmalarını tamamlanan heyet daha sonra bugün Irak sınırları içinde kalan merkezlerde petrol taramasına devam ediyor. Kerkük, Babagürgür, Zaho, Süleymaniye, Bağdat, Musul ve Altınköprü’deki petrol noktaları kilometre ve yerleşim yerlerine göre yön tayini yapılarak kayıt altına alınıyor. Raporda Kerkük ve şehre 15 kilometre uzaklıktaki Babagürgür bölgesinde yoğun miktarda petrol rezervinin bulunduğu belirtiliyor. Babagürgür bölgesinin II. Abdülhamid’in şahsî malı olduğu, ve bu topraklarda Türkiye’deki Nefçi ve Doğramacı ailesinin pay sahibi olduğu biliniyor. Ekip yaptığı tetkikler sonucunda en kaliteli petrolün Bağdat yakınlarındaki El-Kayra ile Mendel’de olduğu sonucuna da varıyor. Ulaşımın Dicle’de sal üstünde, karada da at ve eşek sırtında yapıldığı bir dönemde aylarca süren bir çalışma sonunda Başmühendis Paul Groskoph, ince detayların yer aldığı raporun sonuna iki önemli noktayı da ilave etmeyi unutmuyor: “Dicle ve Fırat nehirleri havzasında zengin ve mühim petroller bulunuyor. Bunların işletilmesi ve pazarlanması için Bağdat’a uzanan bir tren yolu lâzım. 1889’da inşaatına başlanan ve 1902’de biten demiryolu petrolün Anadolu’ya taşınmasını sağlayacaktır. Bunun için ana hatta sadece birkaç ilave ek hattın yapılması yeterlidir.” Başmühendisin ikinci notu ise iyi değerlendirilmesi durumunda bu petrol coğrafyasının gelecekte dünyanın en önemli merkezlerinden biri olacağı şeklinde. Kısa bir zamanda bu kadar noktada tarama yaptırarak günün kıt imkânlarına rağmen petrol tespitini belgelendiren Sultan II. Abdülhamid’in saltanat ömrü petrol çıkartmaya yetmedi. İlk kez yayımlanacak olan ‘Sultan’ın petrol haritası’ Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve önümüzdeki günlerde kamuoyuna sunulacak olan “Osmanlı Döneminde Irak” isimli kitapta yer alacak.Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak, bu çalışmayla Irak’taki Osmanlı’yı kamuoyuna sunacaklarını belirtiyor. Kitabın editörlüğünü yapan Cevat Ekici de kitaptaki birçok belge ve çizimin, özellikle de petrol bölümündeki haritaların halen üzerinde çalışılmaya değer belgeler olduğunun altını çiziyor. Çalışmanın kapsamı petrol haritası ve bununla ilgili raporlarla kısıtlı değil. Hazine-i Hassa’ya devredilen petrol hakları ve bununla ilgili yazışmalar da bulunuyor kitapta. 18 Kasım 1902’de Yıldız Sarayı’na gönderilen belgede Musul vilayetindeki petrol madenlerinin imtiyazının Hazine-i Hassa’ya verildiği kaydediliyor. Daha sonraki tarihlerde padişaha ait araziler Maliye Hazinesi’ne devrediliyor. Ancak 12 Ocak 1920’de Maliye Hazinesi’ne devredilen padişaha ait bütün malların tekrar Hazine-i Hassa’ya devri için bir kararname çıkartılıyor. Aksiyon dergisinin 480. sayısında yer alan “Hanedan Musul’u istiyor” başlıklı haberde, Osmanoğullarını n Sultan Abdülhamid’ten miras kalan Musul’daki gayrimenkullerini almak için hukuki bir mücadele başlattıklarına yer veriliyordu. Aynı haberde hanedanın mirasçılarının daha önceki dönemlerde Musul’daki gayrimenkulleri dava yolu ile kazandıkları, ancak birtakım siyasi manipülasyonlar sebebiyle bu kararın uygulanmadığı da vurgulanıyordu.

65 NOKTADA PETROL TESPİT EDİLMİŞ
1. Diyarbakır 2. Mardin 3. Bismil 4. Hazro Çayı 5. Sinan 6. Batman çayı 7. Dicle 8. Midyat 9. Bedran 10. Bitlis Suyu (çayı) 11. Tulan 12. Siirt 13. Botan çayı 14. Habur 15. Fındık 16. Cizre 17. Dehuk 18. Zaho 19. Habur çayı 20. Hakkari (Çölemerik) 21. Ahmediye 22. Bisan 23. Alkuş 24. Akra 25. Büyük Zap 26. Revanduz 27. Musul 28. Karakuş 29. Nemrut 30. Küçük Zap 31. Erbil 32. Köysancak 33. Altınköprü 34. Şargat 35. Hamrin Dağı 36. Kerkük 37. Taşhurmatı 38. Tavuk 39. Karadağ 40. Süleymaniye 41. Karadağ 42. Aksu 43. Tuzhurmatı 44. Kefri (Salahiye) 45. Deli Abbas 46. Tikrit 47. Samara 48. Haso çayı 49. Narbin Suyu 50. Diyale Suyu 51. Ramadi 52. Felluce 53. Mendeli 54. Bakuba 55. Kazımiye 56. Bağdat 57. Museyyeb 58. Hılle 59. Kerbela 60. Hit 61. Fırat 62. Anah 63. El-Kadim 64. Ebu Kemal 65. Meydani

Dr. Orhan Koloğlu: HARİTA BİLİNMİYOR AMA ABDÜLHAMİT’İN PETROLE İLGİSİ MEŞHUR II. Abdülhamid’in petrol ile ilgili çalışmaları daha çok genel olarak biliniyor. Kapsamlı ve detaylı bir şekilde bilinmiyor. Bu haritanın ortaya çıkarılması önemli bir gelişmedir. Abdülhamid dünyadaki değişimi yakından takip ediyordu. O dönemlerde petrolün yeni kullanım alanları bulduğunun da farkındaydı. Artık motorlu taşıtlar yaygınlaşıyor ve bunlarda petrol kullanılıyordu. Donanmaları ile dünyayı idare etmeye çalışan İngilizler kömürle çalışan gemilerini artık daha pratik olan petrolle çalıştırmaya başlamışlardı. Abdülhamid bunların hepsini biliyor ve petrolün gelecekte stratejik bir silah olacağının hesabını yapıyordu. Bu yüzden Musul’un petrol arazilerini satın aldı. Çünkü İngilizler ısrarla burayı istiyordu. İngilizler, 1. Dünya Savaşı’nda Bağdat’ı almak için harcadıkları paranın 7 mislini Musul’a sahip olmak için harcadılar.

Haşim Söylemez – Aksiyon Dergisi
Kaynak : http://www.acikistihbarat.com/