Türkiye üzerinde oynanan büyük oyunlar

Türk ekonomisi ve siyaseti ile her zaman yakından ilgilenen Yahudilerin, neden Türkiye’yi Ortadoğu ateşinin içine çekmek istediklerini anlamak için bu yazıyı iyi okumanızı öneririz.

1880 yılında İstanbul’a gelen ve burada öğretmelik yapan Bertrand Bareilles’in 1917 yılında kaleme aldığı “İstanbul’un Frenk ve Levanten Mahalleleri” adlı kitabında Türkiye’de yaşayan Yahudilere geniş yer ayırıyor. Bareilles kitabında, Yahudilerin Filistinle birlikte hedefleri arasında Türkiye’nin de bulunduğuna işaret ediyor.

Türkiye’de Yahudi cemaati gelişmektedir, ama düne kadar bu gelişme sadece manevi düzeydeydi. Zaten maddi gelişmeden söz etmek yersiz olurdu. Çünkü Fransa’nın gönderdiğinden başka parası olmayan bu ülkede kimse servet yapamıyordu. Ayrıca Yahudi, kökleri bizim büyük Devletimiz’den çıkan liberal kurumlara uzanan bir toplumsal konumdan yararlanıyordu. Bunu, Evrensel İsrail Birliği’nin kurucusu Charles Netter’e, birçok yönden Tevrat’ta ki yargıçlarınkine benzer bir politikanın temellerini atan Hirsch’lere, Rotschild’lere borçluydu. Birlik okulları Yahudiliğin gelişimine büyük katkılarda bulundu. Yahudi, önyargıların ve kötü niyetlerin kendisini hapsettiği aşağı konumdan yavaş yavaş çıktı. Türkiye’de Yahudi milleti içinde özellikle iş alanındaki becerileriyle sivrilen çok sayıda insan bulunmakta ve bunların politikası, dünya çapındaki bir politikayla uyum içinde işlediğinden etkili olmaktadır. Bugün Yahudi ırkı sınır farkı tanımayan bir aile gibidir. Diğer milletler birer aileler toplamı iken Yahudilerin bir kardeşler toplumu olduğunu söyleyen Pascal, her zamankinden çok doğrulanmaktadır.

Yahudiler herkesle iş yapar, ama dostlukları sadece kendi içindedir. Dışlayıcı ve kendi içlerine kapalıdırlar; kuşkusuz bunda dinlerinin de payı vardır. Ama ırksal içgüdülerinin en önemli göstergelerinden birine dönüşen kendini savunma gereksinimi de unutmamak gerekir. Dünyada daha etkili bir dayanışma ruhuna sahip, insanların birbirine daha çok omuz verdiği başka bir cemaat yoktur. Öyle ki onları ilgilendirebilecek her olay bu cemaatte önemli yankı bulur. Alışkın bir göz insanların tavırlarındaki heyecandan bu olayları ve yankılarını ayırt edebilir. Bu gözlem kuşkusuz diğer cemaatler içinde yapılabilir, ama Yahudilerde iş çok daha belirginleşir. Kendilerini etkisi olmayacak her şeye karşı ilgisiz kalırlar; olaylarla ancak kendi hedeflerine ya da çıkarlarına uydukları oranda ilgilenirler. Gerek koşullardan yararlanmak, gerekse sorumluluktan kaçmak konusunda çok beceriklidirler; kimi zaman hiç belli etmeden yabancı aracılar kullanarak işlerine gelecek kimi olayları kışkırttıkları bile görülür.

Politikaları hep aynıdır; ama önlerine koydukları hedefe olaşmak için başvurdukları araçlar ve formüller sadece koşullara göre değil, aynı zamanda bir ülkeden diğerine ve ortamdan ortama değişebilir.

Türkiye’de nüfuz merkezleri Selanik ve eylemlerinin temel dayanağı dönme denen müslüman Yahudilerdi. Dönme İsraillinin onu kendinden kabul edeceği kadar Sami kalmış ama türkün güvenini kazanacak kadar da Müslümanlaşmıştı. Cahit’ler ve Cavit’ler dönmedir.

Şu arada Yahudilerle Türkler arasında süren ateşkes döneminde, Türkler Siyonist girişimin hedeflerinden habersiz değildir. Her zaman iyi haber alan Türk etrafında olup biten her şeyi bilir; çünkü ayakta kalabilmek için, maddi kaynaklarından çok, incelik ve kurnazlığın eşit dozlarda kullanıldığı diplomatik yeteneklerine güvenir. Rusya’nın ezilmesi ve bugüne kadar kendisine hizmet eden ama artık bağımsızlıktan başka bir şey düşünmeyen ırkların kökten yok edilmesi sonucunda, İsrail halkı daha hedefini gerçekleştiremeden kendi emellerine ulaşabileceğini hesaplamaktadır. İsrail halkının bu emellerine göz yumar görülmekte böylece bekleyiş döneminde Yahudiliğin çeşitli güçlerinden yararlanma olanağı bulmaktadır. Bu anlaşma, kendisine ayakta tutan hayaller yaşadıkça sürecektir.

Bugün Abdülhamid’i deviren darbenin örgütlenmesinde ve Türk işlerinin yönetiminde Yahudilerin oynadığı rolü herkes biliyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti dönmelerden oluşuyordu. Resmi yayın organı Tanin, bir dönme olan Hüseyin Cahit tarafından yönetiliyordu. Cemiyetin diğer yayın organı olan ve Fransızca basılan Jeune Turc, Siyonizm tarafından finanse ediliyor ve içinde Yahudiler de çalışıyordu. Düzenbaz Cavit de en az diğerleri kadar dönme idi. En çeşitli yetkilerle donatılmış ve daha önce işitilmemiş bir şekilde, Yıldız’a gidip Halife’ye milletin artık kendisi istemediğini bildiren parlamento heyeti içinde de yer alan mebus Karasu da Yahudi idi. 1914’den beri, yazı işleri müdürlüğünde kalan Hüseyin Cahid’in yerini alan ve Tanin’in başyazarı olan Salomon Efendi’nin de bir Yahudi olduğunu belirtelim.

Tüm giz perdeleri henüz kaldırılmamıştır. Ama 8 Temmuz 1908 darbesinden beri Türkiye’de yaşanan olayların öncesinde ve sonrasında yer alan entrikalar bunların gerçekleştirilmesinde Yahudi-Alman girişimlerinin payı hakkında bir fikir vermektedir. Times ‘ın Viyana muhabiri Mr. Steed bu anlaşmanın en önemli olayının Reval görüşmesinin ertesinde, 1908in haziran başında Çar ve Kral Edward’ın yanlarında Isvolsky ve Sir Charles Hardinge ile birlikte, genel bir vali atanmasını öngören Makedonya reform programı üzerinde anlaşmaya varmalarıyla yaşandığını söyleyecektir. “Almanya’nın” ve Avusturya-Maceristan’ın Alman-Yahudi basını bu görüşmeyi mevcut statükoya karşı bir komplo olarak suçladı ve sultanın egemenlik haklarına ve toprakları üzerindeki idari otoritesine karşı, püskürtülmesi gereken bir saldırı olarak niteledi. Jön Türklerin Abdülhamid’e karşı örgütlenmesinde toplantı yeri olarak kullanılan Selanik ve Makedonya’nın tüm mason localarında Reval görüşmesi hakkında bu Avusturya-Alman yorumu yaygınlaşmıştı ve Osmanlı imparatorluğu’nu tehdit eden bu yeni tehlike karşısında eylemi hızlandırmak gerektiğinden söz ediliyordu. 24 Temmuz’da Türk isyanı patladı. Barutu ateşleyen fitil, Abdülhamid’in komployu ortaya çıkarması oldu.

Ama günü gününe izlenebilen birbirini destekleyen ilk olaylara dönelim. 1896’da Dr. Herzel Berlin’de Siyonist Cemiyeti’ni kuruyordu. Ertesi yıl Kayzer o gürültülü Doğu gezisini gerçekleştiriyordu. Bunun hemen ardından Yahudi kolonizasyon tasarılarının gerçekleşmesi için çalışmalar başlıyor, ama bunu ilke olarak kabul eden Abdülhamid o kuşkulu kişiliyi ile tasarının hayat geçirilmesini engellemeye uğraşıyordu. Tüm vaatlerine karşın, yavaş yavaş tarım kolonileri kurulan Hayfa ve Saron bölgelerine Rusya’dan ve Galiçya’dan akın etmeye başlayan Yahudilere toprak satılmasına karşı çıkıyordu. Özellikler bu toplulukların kendi seçtikleri noktalarda büyük kalabalıklar halinde yığılmasına izin vermeyi reddediyordu. Sultanın Panislamist propagandayı yürüten Arap şeyhlerinin temkinli önerilerine kulak verdiğini biliyorum. Ama bu durum söz konusu girişimi hazırlayanların işine gelmiyordu. Türk yetkililere, “göçmenlere bireylerin ve ailelerin ayrılmasının şart koşulmaması gerektiğini çünkü bir Yahudi’nin dini görevlerini yerine getirmek için kendi dindaşları arasında yaşamak zorunda olduğunu” anlatabilmek için müdahale etmeleri gerektiğine inandılar. Jön Türkler iktidara gelince her şey değişti. Siyonist önderler daha büyük bir dayatmacılıkla bu sorunu gündeme getirdiler, ama şimdi tartışmasız bir güce dayanan bir örgüte uygun düşecek bir otorite ve haber alma kaynaklarına sahip olduklarını gösteren bir güven ile konuşuyorlardı. Babıali’ye gönderdikleri bir notada, Türkiye eğer Yahudi göçüne izin verirse “başka ülkelerde yüksek mevkilerde bulunan dindaşlarımız, kendi ülkelerine karşı görevlerini aksatmamak koşulu ile tüm nüfuzlarını Meşruti Osmanlı hükümetinin siyasal ve ekonomik ilerlemeleri hizmetine sunabilir. Yahudiler ile Türkiye arasında bu ittifakın kurulmasını kurulmasına girişecek olan Osmanlı devlet adamları, milletimizin şükran ve minnetini elde edebileceklerinden emin olabilirler. Yahudi dünyasının bağlılığı ve dostluğu konusunda gerekli sözleri ve güvenceleri verebiliriz; bizim tavsiyelerimizin ve dileklerimizin bu dünyayı yöneten kişiler ve çevreler tarafından olumlu karşılanacağına eminiz.” Bu çağrıya kulak verildi ve Yahudilerin yeni koloniler kurmak üzere hemen Filistin’de toprak satın alma pazarlıklarına giriştikleri görüldü. Taberiye kentinden Safed’e kadar uzanan bir bölgede, Taberiye gölünü çevreleyen ve Ürdün nehri boyunca Eriha’ya kadar inen bir alanda hatırı sayılır toprakların sahibi olacaklardı. Savaş arifesinde yeterli halkın özellikle de Dürzilerin tüm muhalefetine karşı, topraklarını Suriye’ye doğru genişletmişlerdi.

Bu derneklerin ne olduğunu, kredilerinin nereden kaynaklandığını, kimler tarafından yönetildiklerini bugün artık herkes biliyor. Yinede bunların Alman Yahudilerinden oluştuğunu belirtelim ve aidiyetin onların yüksek mevkilerde bulunan diğer ülkelerin Yahudileri adına, onları yöneten çevreler tarafından kendilerine karşı çıkılmayacağına güvenerek, yabancı bir hükümetle anlaşmaya girmelerini engellemediğinin de altını çizelim. Her yerde kolları olan bu dernekler –sadece Amerika’dan söz edecek olursak- gerçekten de Kahn, Loeb Kumpanyası ve onların denetimindeki Felix Warburg, James Speyer gibi güçlü mali kuruluşlara dayanıyorlardı. İngiltere’de Banker Cassel’e ve Jön Türklerin çıkarlarına bağlılığıyla dikkat çeken Adam Block’a ve Rusya’nın güçlü Musevi örgütlerine dayanıyordu. Bu ittifak Babıali’ye bir ayağının Alman müttefikinde diğerinin de olası rakiplerinde olması avantajını sağlıyordu. Bilgenin dediği gibi, dostlarınızın sayısını asla yeterli bulmamalısınız.

Siyanist emellerin Jacobson’lara Eikus’lar ve Morgenthau’lar tarafından temsil edilen yürütme organları da uluslararası nitelikte idi. İstanbul’da elçi olan Morgenthau, 1 Temmuz 1916’da şu haberi yayınlayan Le Peuple Juif gazetesine bakılacak olursa, zamanını boşa harcamıyordu: “Morgenthau, 21 Mayısta Cincinnati’de yaptığı bir konuşmada, savaştan sonra Filistin’in Siyonistlere bırakılması sorununu kısa bir süre önce Osmanlı hükümeti ile görüştüğünü açıkladı. Açılımları Türk nazırları tarafından çok olumlu karşılanmıştı. Rakamlar önerildi ve bir Filistin cumhuriyeti kurmanın yararları tartışıldı.” Ve gazete konuşma haberinin ardından şu yorumu yapıyordu: “tüm dünya Yahudileri güncel olayları diğer halklardan daha umutlu bir şekilde izlemekte haklıdır; çünkü tam bağımsız bir vatana kavuşma şansları oldukça yüksektir.” Morgenthau bu konuşmayı yaparken, savaşta taraf olan bir devletin top atışlarıyla imzaladığı bir anlaşmanın yazgısından pek kaygılanmadığı anlaşılıyor; ama Wilson sahneye çıkınca herhalde kendine sormuştur. Zaten başka etkenler de bu konuda imdada yetişti. Jön Türk hareketini yönettikleri sürece her türlü Siyonist gösteriden sakınan Selanik Yahudileri, Yunan uyruğuna geçtikten sonra bu temkinli tutumu bir yana bırakıp, General Sarrail’in iyi niyetli süngülerinin gölgesinde geçek kimliklerini ortaya koyabileceklerini düşündüler.

Bu kentin bir gazetesinde çıkan habere göre, “17 Nisan 5677’de (9 Nisan 1977)” yıllık Yom Aşokel bayramını kutlamak için toplanan 3000 kadar Selanikli Siyonist içinde bulunan günlerin İsrail halkının hak etmediği felaketlerin sona ermesinde ve binlerce yıllık umutlarının gerçekleşmesinde ne kadar büyük bir önem taşıdığının bilincinde olarak, halkların en eskisine karşı olan adalet borcunun ödenmesi, Yahudi milletinin tarihsel toprakları olan Filistin’de dirilmesi için Yahudi olmayan dünyanın tüm seçkin yüreklerinin sıcak desteğini bekliyorlar.” Bundan iyisi can sağlığı; ama bu çağrının elçinin tek yanlı oyunlarının biraz fazla küçümsediği İtilaf güçlerini yumuşatmayı hedeflediği açıktır. “seçkin yürekler”in desteği istenmektedir. Çünkü hedeflerin gerçekleştirilmesinde artık sadece Almanya’nın gücüne dayanarak başarı sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Bu hedeflerin Müslüman önyargılarını ayaklandırmaktan öte sadece Fransa’nın değil –sadece Fransa olsa pek önemli sayılmazdı- İngiltere’nin de çıkarlarına ters düşeceği, Hint Okyanusu’na açılan büyük ulaşım yolları üstüne Töton kültüründen gelme unsurların yerleşmesini İngiltere’nin hoş karşılamayacağı düşünülmüştü. Yaşlı kıtaların göbek deliğini oluşturan Suriye ve Mezopotamya’nın, Ön Asya’nın geri kalanının çok daha önemli olduklarını, tüm kapıların bu anahtarlarla açıldığını İngiltere, Fransızlardan daha iyi bilir. Üstelik İngiltere, bu tasarıyı kabullenmek istese bile, müttefiki olduklarını açıklayan Arapların duygularını incitmeyi göze alabilir mi? Tevrat çağına dek uzanan bir hakka sahip olduklarını ileri süren bir takım yabancıların gelip –Kızılderililere yapıldığı gibi- topraklarını ellerinde almaları karşısında Araplar susacak mıdır? Ve niye toprakları ellerinden alınacaktır? O kadar uzun süre başkalarının yanında yaşayan İsrail, sonuçta kendi ırkından bir başka unsurun yanında yaşamasını niye hoşgörüyle karşılamayacaktır ? Filistin’e geri dönüşün mutlaka Amuriyelilerin ve Moabitlerin sürülmesiyle birlikte mi düşünmek gerekir?

Siyonizmin Türkiye’yi, sonucu ne olursa olsun, ancak tabut içinde çıkabileceği bir savaşa itmesinin altında Davud’un tahtının yeniden kurulmasının İslam için de yaratacağı güçlükleri aşma öngörüsü yok mudur? Güçlü sermayelerin kullanılması ile nüfusu ve kendisi yenilenecek bir Türkiye, Yahuda topraklarında kurulacak bir Yahudi cumhuriyetine geçiş yolu olacaktır. Planları hazırlayanlar Siyonist sorunu bu şekilde çözülmesini düşünmüş olmalıdır. Yahudi’nin toprakta çalışmaktan tiksinmesi gibi diğer engelleri bir yana bırakacak olursak, bu çözümün en azından tüm dünyaya dağılmış durumdaki on iki milyon Yahudi’yi Yahuda krallığı dar çerçevesi, içine sokmanın olanaksızlığından kaynaklanan güçlükleri –Yahudi karşıtları bu güçlükleri ustaca istismar etmektedir- aşma avantajı sağladığı kabul edilmelidir. Kimi olgularca da inanılır kılınan bazı söylentilere bakılırsa Siyonist, sadece Tapınağını kuracağı ve iki bin yıllık bir aradan sonra Tanrı’ya yeniden sunmaya başlayacağı yakılmış kurbanların dumanlarının tüteceği kayalık Filistin’i değil, kullanılmamış zenginlikleriyle, stratejik noktalarıyla, Akdeniz’in bir Güney Baltık denizine dönüşmesini engelleyen ulaşım yollarıyla tüm Türkiye’yi istemektedir.

Bununla birlikte, kendi evinde oturmak istemesine karşı başkalarının yanında yaşamayı sürdüren bir ulusun ebedi sorunu muhalefetleri artırarak çözülemeyeceğini görmek gerekir. Bu oyunda İsrail, sadece eski, zararsız ve zaten hayırseverlik bilinci ile yumuşatılmış önyargılardan değil, hiçbir zaman affetmeyen yeni kıskançlık ve kinlerden beslenen acı düşmanlılar yaratmıştır kendine. Gerçi Almanya, İsrail’in artık işine yaramadığını düşündüğü, bu nedenle zaten ilk işaretini ve örneğini de kendisinin verdiği Yahudi karşıtı duyguları canlandırma kararı aldığı gün Yahudilerin durumu iyice kötüleşecektir. Çünkü Almanya’nın hoşgörüsü sadece koşullara bağlıdır ve kısa vadede tüm dünyayı önünde diz çöktüreceğini düşündüğü anlaşmalara dayalı kısa bir ateşkesten başka bir şey değildir.

Bu makale Bertrand Bareilles’in Güncel Yayıncılık tarafından basılan “İstanbul’un Frenk ve Levanten Mahalleleri” adlı kitabından özetlenerek alıntılanmıştır.

Ay’a ayak basildi mi?

1957 Ruslar Uzaya ilk uyduyu gonderdi. Boylece ABD’nin bir adim onune gecmis oldu. Ardindan uzaya ilk insani da gonderdi. ABD’ye bu yarista one gecmek icin tek bir yol kaldi. AY’A AYAK BASMAK. Goruntulere ve belgelere bakilirsa 20 Temmuz 1969’da bunu basardilar. Ancak fotograflara ve o gunlerin sartlarina bakilinca bazi supheler ortaya cikiyor. Neil Astrong kendisi icin kucuk insanlik icin buyuk adimi atti mi? Yoksa hersey bir senaryo mu?

YIL 1969

  • 60’larin sonunda 70’lerin basinda teknoloji birikimi ne kadardi?
  • O zamanin bilgisayarlari tirlarla tasiniyordu, uzay aracina nasil sigdi?
  • Eger Amerikalilar o zamanin teknolojisi ile Ay’a gidebildilerse simdi Mars’ta koloni kurmalari gerekmez miydi?

    ASTRONOTLAR STUDYOYA INDI

  • Temsili aya inis goruntuleri, genis bir alana kurulu San Benardino yakinlarindaki Norton Hava Üssünde gerçekleştirildi

    KANIT FOTOGRAFLAR

  • Fotograflardaki astronotlarin gölgeleri neden farkli boyutlarda? Oysa Ay üzeride tek isik kaynagi var.

    NASA’ya gore: “Ay yuzeyini bir tepsi gibi dusunursek golgelerden suphelenmekte hakliyiz ancak ancak Astronotlarin bir yamacta oldugunu ve farkli seviyelerde oldugunu dusunursek golgelerin uzunluklarinin ayni olmamasi normal. Ayrica burasi bir studyo ise neden tek golge var?”

  • Modulun altinda niye iz yok? Teknik ozelliklerine bakilirsa Ay modulunun roketi yaklasik 1.5 ton basinc cikariyordu. Ay yuzeyi tasli ve tozlu ise modulun altinda kucuk bir krater olusmasi gerekmez miydi?
  • Ay’da atmosfer yok, oyleyse neden tum fotograflarda hic yildiz gorunmuyor? Gokyuzu neden simsiyah?

    NASA’ya gore: “Fotografla ilgilenenler bilirler, fotografta alan derinligi yani netligi odakladiginiz bolum vardir. NASA yetkilileri bu fotograflarda netligin on plandaki nesnelere gore ayarlandigini yildizlarin da bu yuzden gorunmedigini savunuyor.

  • “Man on the Moon” fotografinda ufuk cizgisine yaklastikca karanligin arttigi goruluyor. Oysa atmosferi olmayan Ay’da ufuk cizgisinin daha keskin ve parlak olmasi gerekir.
  • NASA’nin aciklamasina gore Ay’a Neil Amstrong ve Buzz Aldrin ayak basti. Peki fotografta gorulen ucuncu kisi kim? Ya da orasi neresi?

    KOMIK OLMAYIN BEYLER ORASI AY!..

  • Verilere gore Ay yuzeyindeki gunduz sicakligi 260-280 Fahrenayt. Bu sicaklikta dunyada kullanilanlardan farkli gorunmeyen film makinesi nasil erimiyor?
  • Ayin karanlik yuzundeki hava sicakligi -40 dereceye kadar ulasiyor. Bu sicaklikta elektrikli cihazlarin calismadigi biliniyor (en azindan o tarihlerde oyleydi). Diger taraftan gunese donuk tarafa geciste isi farki nedeniyle cisimlerde esneme ve kirilmalar olur. Astronotlar ve ekipmanlar buna nasil dayanabiliyor?
  • Ay’daki yercekimi Dunya’kinin 1/6’si kadar. Peki goruntulerde zipladigi gorulen Astronatlar zipladiginda neden bir adimdan oteye gidemiyor?
  • Ay’a gonderilen Apolla Uzay araci saatte 6 bin km hizla hareket eden metorlar arasindan parcalanmadan Ay’a nasil gitti ve geri dondu?

    PEKİ NEDEN KANDIRILDIK?

    CUNKU: ABD yönetimi, uzay calismalari icin 30 milyar dolara yakin para harcadi. basarisiz olunsaydi halk vergilerinin hesabini soracakti. Oysa Ay’a ayak basilinca butce onlarca katlandi.

    CUNKU: O gunlerde ABD hukumetinin uzerine Vietnam savasinin kara bulutlari cokmustu. Gundemin degismesi gerekiyordu. Astronotlar Ay’a gidince akillar da Ay’a gitti. Ve savaş unutuldu. Inanmayanlar tarih kitaplarina baksin. Ve iki olayin ne kadar eşzamanli oldugunu gorsunler.

    CUNKU: SSCB uzay yarisinda onde gidiyordu. One gecmek icin tek yol Ay’a ayak basmakti.

  • AMERİKA’NIN BAĞIMSIZLIĞINA KAVUŞMASI VE MASONLAR

    AMERİKA’NIN GERÇEK SAHİPLERİ KIZILDERİLİ KABİLELERİNİ İNSAN YERİNE KOYMAYAN BATILILAR, KRISTOF KOLOMB’UN KITAYA AYAK BASTIĞI 1492 YILINDAN SADECE 20 YIL SONRA, 1.000.000’DAN FAZLA KIZILDERİLİ ÖLDÜRMÜŞTÜR!.. KALANLARINI YA KURDUKLARI KOLONİLERDE KÖLE GİBİ ÇALIŞTIRMIŞ, YA DA AVRUPA’YA GÖTÜRÜP SATMIŞLARDIR!..
    İKİ KOCA KITA, KISA ZAMANDA DÖRT DEVLET TARAFINDAN SÖMÜRGELEŞTİRİLDİ: İSPANYA, PORTEKİZ, FRANSA VE İNGİLTERE.
    İSPANYA İLK KOLONİSİNİ 1565 YILINDA KURMUŞTU!.. PORTEKİZ HEMEN SONRA!.. FRANSA İSE 1604’DE YERLEŞİM MERKEZLERİ OLUŞTURDU. 1608 YILINDA BUGÜNKÜ QUEBEC ŞEHRİNİ KURDU… İNGİLİZLER HEMEN ARKALARINDAN GELDİ VE 1607’DE VIRGINIA’YA YERLEŞTİLER… PORTEKİZ’İN FARKI GÜNEY AMERİKA’YA SEÇMESİ İDİ!
    O DÖNEMİN EN BÜYÜK DEVLETİ OLAN OSMANLI İMPARATORLUĞU İSE, BELKİ DE TARİHİNİN EN BÜYÜK HATASINI YAPMIŞ, KRISTOF KOLOMB’DAN İTİBAREN GELİŞMELERİ TAKİP ETMESİ GEREKİRKEN, AKDENİZ’İ BİR “TÜRK GÖLÜ” YAPMAKLA YETİNMİŞTİ.
    TÜRKLERİN BU HATASINI HEM OSMANLI DEVLETİ, HEM DE KIZILDERİLİLER ÇOK PAHALI ÖDEDİLER.
    1600 VE 1700’LÜ YILLARDA SÖMÜRGECİ DEVLETLER ARASINDAKİ SÜRTÜŞME DAHA ZİYADE İNGİLTERE VE FRANSA ARASINDA CEREYAN ETTİ. HER İKİ DEVLET DE KENDİ GÖÇMENLERİNİN VE ASKERİ GÜÇLERİNİN AZLIĞI SEBEBİYLE KIZILDERİLİLERİ DEVREYE SOKTULAR… DEĞİŞİK KABİLELERE SİLAH VEREREK KARŞI TARAFI VE ONLARI TUTAN KIZILDERİLİLERİ ÖLDÜRMEYE TEŞVİK ETTİLER.
    KAFA DERİSİ YÜZME ÂDETİ, İŞTE BU DÖNEMDE, BEYAZLARIN KIŞKIRTMASI İLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR!.. YANİ, ASLINDA BİR “VAHŞİ” KIZILDERİLİ GELENEĞİ DEĞİLDİR!.. İNGİLİZLER, KENDİ TARAFTARI KIZILDERİLİLERİN FRANSIZ ÖLDÜRDÜĞÜNÜ İSPAT ETMESİ İÇİN CESEDİ DEĞİL DE, SAÇINI GETİRMESİNİ İSTEDİLER… GETİRDİKLERİ KAFA DERİSİ SAYISINA GÖRE ONLARI ÖDÜLLENDİRMEYE BAŞLADILAR!.
    BAĞIMSIZLIKTAN SONRA DA BU ÂDET AMERİKAN KANUNLARINA GİRDİ. KIZILDERİLİ KAFA DERİSİ GETİREN HER BEYAZA, 25$ ÖDÜL VERİLECEĞİNE DAİR HÜKÜM KONDU!..
    BİR MÜDDET SONRA AFRİKA’DAN KÖLE GETİRMEYE BAŞLADIKLARINDA, YASALARINA BİR BAŞKA MADDE EKLEDİLER: ZENCİLERİN OKUMA-YAZMA ÖĞRENMESİ YASAKLANDI!.. GİZLİCE OKUMA-YAZMA ÖĞRENEN ZENCİNİN ELİ KESİLİYORDU!..
    İŞTE BİZİ MEDENİLEŞTİRMEYE ÇALIŞAN BATILILAR, KENDİLERİ BUKADAR VAHŞİ İDİLER!..
    ÇİFTE STANDARDI GÖREBİLİYOR MUSUNUZ?.. MÜSLÜMANLARI, BİR SUÇ OLAN HIRSIZLIKTAN DOLAYI EL KESMEKLE SUÇLAYAN BATILILAR; EN TABİİ İNSANLIK HAKKI OLAN EĞİTİMİ ZENCİLERE YASAKLIYOR, BU HAKKI KULLANANLARIN ELİNİ KESİYORDU!.. KIZILDERİLİLERE KAFA DERİSİ YÜZMEYİ BEYAZLAR ÖĞRETİYOR, SONRA ONLARI VAHŞETLE SUÇLUYORLARDI!
    DAHASI VAR!.. 200 YIL KADAR SONRA, YANİ 1800’LERDE HİNDİSTAN’I SÖMÜRGELEŞTİREN İNGİLİZLER, KENDİ KUMAŞLARINI DAHA FAZLA SATABİLMEK İÇİN HİNTLİ DOKUMA TEZGÂHI USTALARININ BAŞPARMAKLARINI KESECEKLERDİ!.. HİÇ BİR SUÇLARI YOKKEN!.. ÇALIŞAMASINLAR DİYE!..
    AYNI ZALİM BATILILAR, BU SEFER ALMAN KILIĞINDA, GÜNÜMÜZDEN SADECE 60 YIL ÖNCE İNSANLARIN DERİSİNİ YÜZECEK, VE ÇANTA-BAVUL YAPACAKTI!..
    İŞTE O YÜZDEN “BATILI” DENDİ Mİ, TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLUR!.. HELE ONLARDAN “İNSANLIK” ÖĞRENMEYE KALKAN AYDIN BOZUNTULARINI TEKMELEMEK İSTERİM!..
    HER NEYSE… ZAMAN İLERLEDİKÇE KITAYA YERLEŞEN İNGİLİZLER VE ONLARLA BİRLİKTE YAŞAYAN AVRUPALILAR, SAYILARI 13’Ü BULAN KOLONİNİN İNGİLTERE KRALLIĞI’NA BAĞLI OLMASINI, BU YÜZDEN İNGİLTERE’YE VERGİ ÖDEMEYİ HAZMEDEMEZ OLDULAR!.. ÇÜNKÜ 1750’LERDE İNGİLTERE BU KOLONİLERİN BAŞINA DESPOT BİR VALİ GÖNDERİP, HARAÇ ALMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY YAPMAZ OLMUŞTU.
    İLK AYAKLANMA 1765 YILINDA İNGİLTERE’NİN ALDIĞI HARACI, YENİ BİR “DAMGA PULU KANUNU” İLE ARTTIRMAK İSTEMESİNDEN ÇIKTI.
    1767’DE İNGİLTERE, BU KEZ “TOWNSHEND KANUNU” İLE ÇAYA VE DİĞER BAZI MALLARA VERGİ KOYDU!.. AMA TEPKİLER ÜZERİNE KANUNU GERİ ALDI. ANCAK 1772’DE KRAL III. GEORGE, KONUYU PRESTİJ MESELESİ YAPARAK TEKRAR GÜNDEME GETİRDİ. BUNUN ÜZERİNE BOSTONLULAR BİR İNGİLİZ GEMİSİNİ BASARAK ÇAYLARI DENİZE DÖKTÜLER!.. KRAL DA CEZA OLARAK “BOSTON LİMANI KANUNU”NU YAYINLADI. BU DA BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA OLDU!..
    VİRGİNYA, BÜTÜN KOLONİLERİ “AMERİKA’NIN BİRLEŞİK MENFAATLERİ”Nİ SAVUNMAK ÜZERE TOPLANTIYA DAVET ETTİ… 5 EYLÜL 1774’DE FİLEDELFİYA’DA BİR KONGRE TOPLANDI. G. WASHINGTON, B. FRANKLIN VE J. ADAMS DA BU KONGREDE DELEGEYDİLER.
    SAVAŞ 1775 YILINDA BAŞLADI VE 1776’DA THOMAS JEFFERSON’UN KALEMİNDEN ÇIKMIŞ OLAN “BAĞIMSIZLIK BEYANNAMESİ” KONGRE TARAFINDAN KABUL EDİLDİ… AMERİKALILAR, BATI AVRUPALILAR VE BİZİM ZİBİDİ AYDINLAR BU BEYANNAMEYİ BÜYÜK BİR “İNSAN HAKLARI” BEYANNAMESİ KABUL EDERLER!.. HALBUKİ ESAS KÖLECİLİK VE KIZILDERİLİ SOYKIRIMI BU TARİHTEN SONRA BAŞLAMIŞTIR!.
    BAŞLANGIÇTA KOLONİ ORDULARI SÜREKLİ İNGİLİZLERE YENİLİYORDU.
    NİHAYET 1777 YILINDA SARATOGA’DA İNGİLİZLERİ YENDİLER. İNGİLİZ KOMUTANI 6000 KİŞİLİK ORDUSUYLA ESİR ALINDI…
    O DÖNEMDE DAHİ AMERİKA KITASINDAKİ SAVAŞLAR, OSMANLI DEVLETİ’NİN BAZEN YARIM MİLYONA VARAN ORDUSU SEVİYESİNDE OLMAKTAN ÇOK UZAKTI…
    BU ZAFER ÜZERİNE FRANSA VE İSPANYA, AMERİKA’NIN SAFINDA SAVAŞA GİRDİ… AMERİKA’NIN BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ SIRASINDA FRANSA’DA KRAL, XVI. LUİ İDİ VE İNGİLTERENİN BAŞINA GELENLERE ÇOK SEVİNMİŞTİ!.. ÇOK GEÇMEDEN KENDİSİNİN DE AYNI SIKINTALARA DÜŞECEĞİNİ NASIL BİLEBİLİRDİ Kİ ?…
    NİHAYET 1781’DE İNGİLİZ ORDUSU VİRGİNYA’DA TESLİM OLDU… 1783 YILINDA DA BARIŞ İMZALANDI… İNGİLTERE, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİN BAĞIMSIZLIĞINI TANIDI… FRANSA’DA KENDİ BAŞARISININ SEMBOLÜ OLARAK, NEW YORK’TAKİ O MEŞHUR HÜRRİYET HEYKELİNİ “HEDİYE” GÖNDERDİ!..
    HÜR VE BAĞIMSIZ BEYAZ AMERİKALILAR, KÖLE ZENCİLERİ ÖLESİYE ÇALIŞTIRMAYA, KIZILDERİLİLERİ DE SON FERDİNE KADAR KIRMAYA KOYULDULAR!..
    İŞTE BUGÜN DÜNYADA DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI HAVARİSİ KESİLEN AMERİKA, İNGİLTERE VE FRANSA; BUGÜNKÜ “MEDENİYET”LERİNİ BU ZİHNİYETE BORÇLUDURLAR!
    ÖNEMLİ SAYFALAR
    FRANSIZ iHTiLALiNDE MASONLAR
    iÇiNDEKiLER
    _________________________________
    BU MÜCADELEYİ SÜRDÜREN İSİMLERİN HEMEN HEPSİ MASONDU! G. WASHINGTON, B. FRANKLIN, T. JEFFORSON, VE DAHA SONRAKİ BAŞKANLARDAN A. LINCOLN, ROSEVELT, TA CLINTON’A KADAR… HEPSİ MASON TEZGÂHINDAN GEÇMİŞLERDİ!..
    FRANSA’DAKİ BÜTÜN MASON LOCALARININ BÜYÜK ÜSTADI RADECLYFFE’İN ELÇİLERİNDEN OLAN A. RAMSEY’İN KURDUĞU FİLADELFİYALILAR TARİKATI’NIN, BU İHTİLALCİ AMERİKALILARA DESTEK VERDİĞİ AÇIKTIR…
    FİLADELFİYA’DA TOPLANAN İLK KONGREDE İNGİLTERE’YE KAFA TUTMA KARARININ ALINMASI, HERHALDE TESADÜF DEĞİLDİ!.. BENJAMIN FRANKLIN’İN DE SIK SIK AVRUPA’YA GİTTİĞİ BİLİNMEKTE AMA ORADA NE YAPTIĞI KONUSUNDA FAZLA BİR BİLGİ BULUNMAMAKTADIR.
    BURADA İLGİNÇ OLAN HUSUS, 1717’DE İNGİLTERE’DE TEŞKİLATLANAN İLK “MASON” ADLI KURULUŞ İLE, 1725’DE FRANSA’DA KURULAN MASON TARİKATI’NIN BİRBİRİNE DÜŞMAN OLMASIDIR… BUNUN SEBEBİ REKABET OLABİLİR…
    HELE RADECLYFFE’İN İNGİLİZ OLMASINI, İSKOÇYA AYAKLANMASINA KARIŞMASINI, STUART HANEDANINI İNGİLTERE TAHTINA OTURTMAYA ÇALIŞMASINI, SONRA DA KAÇIP PARİS’DE FRANSA MASON TEŞKİLATINI KURMASINI, VE NİHAYET İNGİLTERE’DE YAKALANIP BAŞININ KESİLMESİNİ DÜŞÜNÜRSEK, OLAYIN KARMAŞIKLIĞI ORTAYA ÇIKAR.
    AMERİKA EYALETLERİNE BAĞIMSIZ GELDİ AMA, ZENCİLERE, KIZILDERİLİLERE, ÇİNLİLERE BİR YARARI OLMADI!.. NE A.B.D.’NİN SÖZDE İNSAN HAKLARINA DAYALI BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİ, NE DE FRANSIZ İHTİLALİ’NİN HÜRRİYETİ; AMERİKA’DA, AFRİKA’DA, ASYA’DA GEÇERLİ DEĞİLDİ!…
    İNSANLARIN HÜRRİYETİ, EŞİTLİĞİ VE KARDEŞLİĞİ DE ONLAR İÇİN GEÇERLİ DEĞİLDİ!..
    ABD’Lİ BEYAZLAR DA, FRANSIZ İHTİLALCİLER DE, ONLARDAN SONRA GELEN AVRUPALI İDARECİLER DE, FRANSIZ İHTİLALİNİN SONUÇLARINI SAVUNURKEN, ASLINDA KENDİ HÜRRİYET VE EŞİTLİK KAVGALARINI YAPIYORLAR, İNSAN HAKLARINI KÂĞIT ÜZERİNDE UYUMAYA TERKEDİYORLARDI. TIPKI ŞİMDİKİ HELSİNKİ SENEDİ, AGİK BİLDİRİLERİ, AVRUPA BİRLİĞİ’NİN SÖZDE İNSAN HAKLARI TALEPLERİ GİBİ!..
    MESELA FRANSA HÂLÂ KORSİKA VE YENİ KALEDONYA’DAKİ BAĞIMSIZLIK HAREKETLERİNİ BASTIRIRKEN, HATTA SÖZDE BAĞIMSIZ FİLDİŞİ SAHİLİ’NDE BULUNDURDUĞU ASKERLER İLE KATLİAM YAPARKEN; TÜRKİYE’YE, “KÜRTLERE, ERMENİLERE TOPRAK VER, ERMENİ SOYKIRIMINI TANI” DİYEBİLİYOR!.. BU DA MASON ZİHNİYETİNDE TA BAŞINDAN BERİ VAROLAN BENCİL YAKLAŞIMINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.
    AYNI ŞEY MASONLAR İÇİN DE GEÇERLİDİR!.. ARTIK HEMEN HERKES KABUL ETMEKTEDİR Kİ, MASON LINCOLN ZENCİLERİ SEVDİĞİ İÇİN DEĞİL, UCUZ İŞÇİ KULLANARAK GÜÇLENEN GÜNEY EYALETLERİNİ ÇÖKERTMEK İÇİN AMERİKAN İÇ SAVAŞINA GİRİŞMİŞTİR.
    EĞER LINCOLN VEYA ONDAN SONRA GELEN MASON BİRADERLER, GERÇEKTEN İNSANİ FİKİR VE DUYGULAR İLE “İNİSİYE” OLMUŞ OLSALARDI, NE KIZILDERİLİLERİN NESLİ YOKOLMA NOKTASINA GELİRDİ, NE DE ZENCİLERİN SIKINTILARI BUGÜNLERE KADAR YANSIRDI.

    Kaynak : http://www.angelfire.com/de3/dumrul/page1.html