Kazak Tarihi

Kazak Adı: “Kazak adına eskiden Kazak’larla ilişki kuran, yazı kültürüne sahip memleketlerin yazılı kaynaklarında rastlamak mümkündür. Bunlar; Çin, Arap, Farsı, Bizans, Rus, Moğol ve Türk dillerinde yazılan eserlerdir. Bu eserlerin dil özelliklerinden dolayı “Kazak” adı: Asa, Kasa, Hasa, Haysak, Kosok, Gasag, Hasık, Kasok, Kazak, Kazsak v.s. çeşitli şekillerle yazılmıştır.

Kazak adının ne zaman ortaya çıktığını tam olarak söyleyemiyoruz. Çünkü, “Kazak” kelimesinin etimolojisi tarihin derinliklerinde yer almaktadır. Kazak’lar hakkında tarihçiler çeşitli hipotezler, deliller getiriyorlar. Mesela, Akademik Marr: “…Kafkaz’da “Kazak’lar (kasok, kasahi) yaşıyorlar…”, Çekoslovak tarihçisi Groznıy: “Kazak’lar m.ö. Hazar denizinin Batı bölgesinde yaşayan Hun’ların torunları ve kafkaz kaspi kelimelerinin kaz, kas kökünden türemiş olduğunu, “Kazak” adının da bu kelimeden kaynaklandığını söylüyor. Ermeni tarihçi-yazar Musa Hareni: “…İran Padişahı Velirittis’in devrinde, m.ö. 197-126 y.y. Kazak’ların Farsı’larla savaştığını yazıyor.”

Meşhur alim Vernştam, Radlof’un Vamberi’nin, Bartold’un, Samoyloviç’in, Marr’ın “Kazak” terimi hakkında söylediklerini destekleyerek, bu kelimenin tarihî asırlara inen kökeni olduğunu,” Kaspii ve Sak kelimelerin mürekkebinden meydana geldiğini “hür, yiğit, bağımsız, isyancı anlamlarının sonradan kazandığını söylüyor. Kazak şairi Kadır Mırzalı: “…Biz-Kazak, ecelden erkindik ansağan…” diye, Kazak adının “hür” anlamına geldiğini belirtiyor.

Kazak Hanlığı

Kazak Hanlığı, 13. asırda kurulan Ak Orda’nın üzerine bina edilmiştir. Asıl kurucusu Cengiz Hanın torunun Orda Ecen’dir. 1227 tarihinde Cuci’nin ölümünden sonra, Batu Han Altın Orda’yı sağ ve sol kanata ayırmıştır. Ulus’un Batı kısmını kendisi idare etmiş ve Doğu kısmını da ağabeyi Orda Ecen’e vermiştir. Bugünden itibaren Ak Orda diye adlandırılan Ulus’un merkezi şimdiki Balkaş gölünün etrafında yerleşmiş, sonra Sığnak’a değiştirilmiştir. 1395 yılında Emir Timur’un hakimiyeti altında kalmış, 1428’den 1456’ya kadar Ebülhayır’ın idaresinde olmuştur. 1456’da Barak hanın oğulları Kerey ve Canibek Ebülhayır’a isyan ederek “Yedi Su” etrafına göç etmişler ve kendi hanlıklarını ilan etmişler. Böylece Ak Orda hanlığı tarih sahnesine tekrar çıkmış, sonra da bu hanlık “Kazak Hanlığı” diye adlandırılmıştır.

Kazak Hanlığının Gelişmesi veya “Altın Devri” (15-17 yy): Ebülhayır Hanın iktidarına karşı ayaklanan Kazak boylarının Doğu Deşt-i Kıpçak’tan, Batı Yedi Su yerine göç etmeleri Kazak Hanlığı kuruluşunun başlangıcı olmuştur.

Kazak Hanlığında siyasi ve iktisadi yönden ilerlemeye ilk adım atan Kasım (1511-1523) Han olmuştur. Onun, Kazakların yaşadığı toprakları birleştirdiğini “Tarihi-Raşidi”, “Şeybaniname” v.b. tarihi eserler de açıklıyor. Önceden Ak Orda’ya ait olan bütün toprakları kendi idaresi altında bulundurmuştur. Orta Asya, Edil etrafındaki hanlıklar ile Rus’larla ticari ve diplomatik ilişkiler kurmuş. Kasım Hanı Batı Avrupa da tanımıştır. Bunu o dönemde Avusturya dışişlerinde elçilik görevi yapan Sigizmund Gerberşteyn, kendi yazılarıyla destekliyor. Kasım Han devrinde Kazak’ların ilk anayasası “Beş Yargı” yeniden düzenlenmiştir. Göçebeler adet, örf üzerine kurulan bu Anayasaya “Kasım Hanın Kaska Yolu” demişler. Moskova elçisi Danila Kubin’in 1536’da Rus Çarına yazdığı mektubunda “…Kazak Hanlığı, Orta Asya Hanlıklarından daha kuvvetli” diye, yazmıştır.

Kazak Hanlığı Haknazar Han (1538-1580) devrinde daha ileri gitmiştir. Bu han Kazak-Kıgız Hanı ünvanını almıştır. “Türk Tatar Tarihi” eserinde, A. Z. Velidi: “…Haknazar Kazak-Nogay Hanı oldu” demiş. Kazak Hanlığı ekonomisi kuvvetlenmiş, Orta Asya hanlıklarıyla yapılan dış politikada galip gelmiştir.Tevekkül Hanın devrinde (1586-1598) de Kazak Hanlığı dış politikada, Rus’larla diplomatik ilişkilerde önemli rol oynamıştır.
Tevekkül Han öldükten sonra yerine geçen Esim Hanın (1598-1628) şöhreti büyük olmuştur. Kazak’ların barış içinde yaşamalarını, ekonomik, ticari, ilmi sahalarda önemli gelişmeler sağlanmıştır. “Esim Hanın Eski Yolu” diye adlandırılan, Kazak’ların ikinci bir mükemmel Anayasasını yeniden düzenledi. İç politikada Kazak sultanlarının bölünme hareketlerine engel olmuş, Kazak Hanlığının bütünlüğünü korumuştur. Dış savaşlarda (1635, 1643,1652 yıllarında) Oyrat-Conğar’ları mağlup etmiştir.

Kazak’ların bir araya gelerek, birlikte hareket etmeleri Tavke Han (1680-1718) devrinde olmuştur. Kazak’lar Tavke Hanı “Az Tavke” “insanoğlu’nun danışmanı” demişler. Bu han bir merkezden idare etmek için, yeni idari reformları, idarecilik “Han Meclisi’ni”, “Beyler Heyeti’ni uyguladı. “Kasım Hanın Kaska Yolu”, “Esim Hanın Eski Yolu” diye, tanımlanan Kazak’ların Anayasalarını tekrar yenileyerek, İslami, şerii hükümleri kullanarak “Yedi Yargı” veya “Yedi Hakikat” diye, adlandırılan Kazak’ların Anayasasını oluşturmuştur.

Ak Orda’nın devamı olan Kazak Hanlığının 15-17. yy.’da gerçek manada siyasi, ekonomik, ticari, ilmi rolü büyük olmuştur. Kazak’ların bu asırlardaki dini durumu hakkında ilmi araştırmalar yapılmamıştır. Sadece ulaşabildiğimiz kaynaklarda, Ak Orda devrinde tasavvufi faaliyetlerin önemli katkısı olduğu, meşhur Şeyh Baba Kemalüddin Sığnakî’nin, Şeyh Uluğ Bilgi’nin tesirlerinin büyük olduğu bilinmektedir. Sırderya nehri etrafında, Batı Kazakistan’da 300’den fazla sûfîlerin ocakları (tekkeleri) bulunduğu bilinmektedir.

XVIII-XIX. yy. Kazak Hanlığı

17. asrın sonu ve 18. asrın başında Kazak Hanlığı iç ve dış sebeplerden dolayı zayıfladı. Kazak hanları arasındaki taht mücadeleleri, her yüzdeki sultanların serbest Hanlık kurmaya çalışması, birlik, beraberlik kavramının ortadan kaldırılması, bütünlüğün bozulması, parçalanması halkı ekonomik ve manevi yönden çöküntüye uğrattı. Askeri kuvvetler yok olmaya yüz tuttu.

Bundan önce de Oyrat-Conğar’lar ile Kazak’lar arasında üç büyük savaş meydana gelmiştir. Rus ve Çinli’lerin destekleriyle Conğar’lar daima Kazak’lara saldırmaya başladılar. 1698, 1711, 1712, 1714, 1718, 1723, 1725, 1729 yıllarında Conğar Kazak büyük savaşları olmuştur. Bunun yanında, bir taraftan Kokan Beyleri de sıkıntı yaratıyorlardı. Buhara ve Hive Hanları Kazak’ları köle etmeye çalışmışlar, Çinliler ise Coğarlara yardım etmişler, Rus’lar bu durumdan istifade ederek Kazak topraklarına kendi kalelerini inşa etmeye başladılar. Kazak askeri kuvveti Conğar askerlerinden eksik değildi. Her Yüz hanları kendi hanlıklarını korudular.

Mesela, Ulu Yüz savaştığı esnada öteki Yüz hanları savaşa katılmadılar. Bu durumu iyice kullanan Conğar’lar Kazak Hanlarıyla teker teker savaşma şansına sahip oldular. Kazak Hanlıkları birleşmek yerine teker teker Rus’lara sığındılar. Kazak bozkırı boşalmağa başladı ve Kazak halkı nüfusunun yarısını kaybetti. Hak “Aktaban şuburundu’ya” (baskın, sürgün manasında) uğradılar. Bu asırlar Kazak’lar için acı sonuçlar getirmiştir. 1731’de Küçük Yüz, 1734’te Orta Yüz, 1728’de Ulu Yüz Hanlıkları Rus hakimiyetine geçtiler. Kokan Beki Alim (1801-1809) Ulu Yüz Hanlığını işgal etmiş, sonuçta 1822’de Orta Yüz, 1824’te Rusya tarafından ortadan kaldırıldı.

Böylece 13. asırda kurulan Ak Orda ulusunun devamı olan, 1456’da tekrar meydana gelen Kazak Hanlığı 19. asırlarda son buldu.

Kazak’lar Rus Hakimiyetinde

Bundan sonraki Kazak tarihine “ayaklanmalar tarihi” demek daha doğru olur. Bu ayaklanmalar hürriyet, bağımsızlık, egemenlik için olmuşlar ve üç asır boyu devam etmiştir.
18. asrın sonunda Küçük Yüz Kazak’larının silahlı ayaklanmaları geniş alana yayıldı. Bu ayaklanmaların önemlileri Sırım Batır (1783-1797), Karatay Sultan (1797-1814), Arınğazı Sultan (1816-1821), İsatay Mahambet (1836-1837), Eset Batır (1853-1858), Cankoca Batır (1856-1857), Kenesarı Navruzbay (1841-1847) önderlikleriyle olmuştur. Güney Kazakistan’da asrın sonunda Küçük Yüz Kazaklarının 1858’de Kokan Beylerinin baskısına karşı ayaklanmalar olmuştur. Kazakların büyük isyanı 25 Haziran 1916’da çıkarılan “Yabancıları Harekete Geçirme” kararnamelerinin yayınlamasıyla başladı. Bunlar Çarlık Rusya devrindeki ayaklanmalardır.
Bu ayaklanmaların sebepleri Rus’ların, işgal ettikleri Kazak’ların ülkesinde sömürgeleştirme siyaseti uygulaması, bu toprakların bütün imkanlarını elde ettikleri gibi, bu bölgelere getirdikleri göçmenlerle yerleşik bir koloni dönemi meydana getirmesi, Rus kalelerinin yükselmesi, yerli Kazakları göçe zorlaması, Kazakların diline, dinine ve yaşayışına Rus’ların hücum etmesi gibi Rus siyaseti olmuştur.

Sovyet idaresi altındaki Kazak’ların tarihi içinde 1930-1986 yılları arasında Rus’lara ve rejime muhalif çeşitli olaylar olarak 1933’te yapılan suni açlık, 1937-1938 yıllarında soykırım (jenosit), 1954’te 6 milyon 300 bin hektar yerin zor kullanılarak Rus muhacirlerine dağıtılması, 1960’lı yıllara kadar Rus göçmenlerini yerleştirme planlarının uygulanması, 17-18 Aralık 1986 yılında meydana gelen meşhur “CELTOKSAN” hadisesini söylemek mümkündür.

Nihayet Kazakistan Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, 25 Ekim 1990 tarihinde egemenliğini 16 Kasım 1991 tarihinde de bağımsızlığını ilan etmiştir.

Devrimden Önceki Rusya ve Sovyetler Birliği:

9. yüzyılda, İskandinavya’dan gelen Viking kabileleri güneye, Avrupa Rusyası’na doğru, Baltık ve Karadeniz’e bağlanan ana su yollarını takip ederek hareket etmişlerdir.
13. yüzyıldaki Moğol istilasına kadar devam eden ilk monarşik hanedan Kiev’i başkent yapmıştır. Asya kıtasına yayılan Moğol İmparatorluğu birkaç topluluğa ya da bireysel krallıklara bölünmüştür; Rusya, Altınordu Hanlığı hükümranlığı altına girmiştir. Sonraki iki sene boyunca Moskova, eyalet başkenti ve Hristiyan Ortodoks Kilisesi’nin merkezi olarak sürekli gelişmelere sahne olmuştur.

15. yüzyılın sonlarında Moskova prensi III. Ivan, kuzeyde Novgorod Cumhuriyeti de dahil Rusya’nın önemli yerlerini ilhak etmiş ve böylece ilk ulusal egemenliği kurmuştur. Torunu IV. Ivan (daha çok Korkunç İvan olarak bilinir), daha sonra devleti güneye ve Sibirya’ya doğru genişletmiştir. İvan “çar” (sezar’dan alıntılanmıştır) lakabını ilk kullanandır. 1500 ve 17. yüzyılın ortaları arasındaki dönemin siyasi tarihini çar ile boyarlar olarak bilinen zengin, güçlü ve asil toprak sahipleri arasındaki mücadeleler karakterize eder.

Rus İmparatorluğu yavaş yavaş güneye, Hazar Denizi’ne ve Sibirya’nın güneyine doğru yayılmaya başlamıştır. 17 ve 18. yüzyılların en önemli yöneticileri, Rusya’yı Avrupa’nın lider gücü haline getiren Deli Petro (1682-1725) ile Petro tarafından başlatılan saldırgan dış politikayı devam ettirirken aydınlanma despotizmi politikası izleyen zeki ve enerjik bir yönetici olarak kabul edilen Katherine (1762-96)’dir.

19. yüzyılın ilk çeyreğinde Çar I. Aleksandr döneminde, çoğu insanın egemenliği altında yaşadığı serflik sisteminin parçalanmasına yönelik ilk adımlar atılmıştır. Bununla beraber bu girişim Napolyon’un Rusya’yı işgal etmesiyle kesintiye uğramıştır. 1812’de Napolyon’un ordusu Moskova’dan çekilirken yok edilmiştir. Aleksandr’ın halefleri imparatorluğun Kafkasya (şimdi Gürcistan) ve Ermenistan’a doğru olan yayılışını tamamlamışlar ve İngiltere ile Orta Asya’nın etki alanlarına bölünmesi konusunda anlaşmaya varmışlardır. 1840’larda Sibirya’nın çoğu ilhak edilmiş, fakat 1905’e kadar doğu ve güneye kadar olan genişleme (BDT’nin az ya da çok öncülerini oluşturarak) tamamlanamamıştır.

Rusya iç politikası muhafazakar yapısını sürsürmüştür: Siyasi ve ekonomik reform sadece baskı ile uygulandı. 1917 Şubat ayı itibariyle Rusya, halk tarafından yapılan çok geniş saldırılara, ayaklanma ve ordu isyanlarına sahne oldu ve Çar tahttan inmeye zorlandı. Kontrolü ele geçiren geçici liberal hükümet, aynı yılın Ekim ayında Bolşevik darbesiyle saf dışı edilidi. Bolşevikler (çoğunluk taraf), 1898’de kurulan Sosyal Demokrat Parti’nin en radikal koluydu ve rejime düzenlenen organize muhalefetin çoğu bu grup üzerine yoğunlaşmıştı. Daha çok Lenin olarak bilinen Vladimir Ivan Ulyanov’un liderliğinde devlet kontrolüne toprak, sanayi ve finans sağlayarak yerlerini sağlamlaştırmak istediler. İki yıl içinde, Avrupa’dan destek alan ve Çarlık rejiminin tekrar kurulmasını isteyen sağ kanat Beyaz Ordu’nun askeri ayaklanması bertaraf edilerek Bolşevikler kontrolü ele geçirdiler.

1924’te Lenin’in ölümünden sonra sanayileşme ve tarımın zorla kollektivize edilmesi programı izleyen Josef Stalin yerini aldı. Bu dönemin ayırt edici özellikleri arasında açlık ve kitlelerin tasfiye edilmesi vardır. 1941’de, 1939’da Hitler’le bir barış imzalanmış olmasına rağmen Rusya Nazi Almanyası tarafından işgal edildi ve bu da Rusları savaşa itti. Napolyon’unkiler gibi, Hitler’in orduları da Ruslar’ın büyük kayıplar vermesi pahasına (yaklaşık 20 milyon olarak tahmin edilmektedir) da olsa saf dışı edildi. 1950’lerin başındaki büyük yeniden yapılanma çabalarıyla savaşın yol açtığı zararların büyük çoğunluğu telafi edilmiştir.

Bu süre içinde SSCB ilk atom bombasını 1949’da patlatarak dünyanın ikinci nükleer gücü olmuş ve Doğu Avrupa’da komünist kontrolündeki hükümetlerin tampon bölge oluşturmasına destek olmuştur. Rejimlerin ara sıra vaki olan istikrarsızlıkları SSCB’yi iki kere askeri müdahaleye sevk etmiştir: 1956’da Macaristan ve 1968’de Çekoslovakya. Dış politikayı ise ABD ile olan ve “Soğuk Savaş”ın sınırsız düşmanlığının damgasını vurduğu ilişkiler belirler. Her iki taraf da 1962 Küba kriziyle nükleer savaşın eşiğine gelmişlerdir. O sıralarda Sovyetler Birliği, Stalin’in haleflerinden, 1956’da Stalin’in zulmünü göstererek Komünist Parti’yi şok eden Nikita Krushchev’in elindeydi. Krushchev döneminde olumsuz Çinle dünya komünist hareket birliğini kıran olumsuz münasebetler gerçekleşmiş ve o dönemden beri iki ülke arasında sürekli anlaşmazlık devam etmiştir. 1964’te Krushchev’in yönetimden ayrılmasıyla 1982’ye kadar devlet Leonid Brejnev tarafından yönetilmiştir. Geçmişe baktığımızda Brejnev dönemi, ülke içinde atalet ve durgunlukla beraber uluslararası ilişkiler bazında istikrar ve rahatlama (her ne kadar Afganistan’a asker gönderdiyse de) dönemi olarak görülebilir.

Sovyetler Birliği’nin sonuncu Komünist Parti Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov 3 yıllık bir genel sekreterlik fetret döneminden sonra 1985 Martı’nda başa geçmiştir. Gorbaçov sadece toplumsal, siyasi ve ekonomik reformlar ile nükleer silahların kontrolü konusunda değil, bölgesel politikalar ve Üçüncü Dünya ülkeleriyle olan münasebetler konusunda da dışarıya karşı toptan diplomatik hücuma geçmiştir. Gorbaçov’un ilk başarılarından biri Aralık 1987’de imzalanan ve süper güçlerin silahlanmasını büyük ölçüde azaltan Ara Nükleer Güçler anlaşması olmuştur. Diğeri ise, son Rus güçlerinin Afganistan’dan on yıllık bir savaştan sonra ayrıldığı sırada, 1989’un başında, Amerika’yla olan eski bir anlaşmazlığın halledilmesidir. İçeride Gorbaçov’un programı perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) gibi slogan kavramlar üzerine odaklanmıştı. Glasnost politikasının temelinde, daha önce halktan gizlenen yönetim hatalarına ve siyasi yanlışlıklara dikkat çekme konusunda önemli rol oynayan medyanın liberalleşmesi vardı. Gorbaçov başa geçtiği zaman “uluslar problemi”nin -Sovyetler Birliği’ndeki 100’den fazla değişik etnik gruba işaret eder- ulusun karşı karşıya kaldığı en büyük problem olduğunu açıklamıştır. Ülkenin toplumsal ve politik hayatı üzerinde sıkı denetim kurulmasının, tepkileri -özellikle Trans-Kafkasya ve Orta Asya’da- gün yüzüne çıkaracağı konusundaki iddiaları doğru çıkmıştır. Ekonominin korkunç durumu açığa çıkınca, uluslararası arenada, 1990 Kuveyt krizinde tepkisiz kalması (uysal bir şekilde ABD’ye tabi olmuştur) ve Almanya’nın tekrar birleşmesine direnç göstermemesinde de görüldüğü gibi sadece basit bir oyuncu olarak durdu. Gorbaçov, cumhuriyetlerdeki artan bağımsızlık isteğine rağmen son tavrını SSCB’nin dağılışına karşı gösterdi. Baltık cumhuriyetleri bu konuda kesinlikle taviz vermediler ve bağımsızlık duygusunun konunun üstesinden geleceğini ispatlayan plebisitler organize ettiler. 1991’in başlarında Gorbaçov’un Kızıl Ordu’yu Litvanya’ya gönderme kararı sonun başlangıcı oldu. Bir tarafta radikaller ve geri çekilenler, diğer tarafta ordu ve KGB’nın sıkıştırmalarıyla Gorbaçov’un pozisyonu giderek daha da savunulmaz bir hal aldı. Bu noktada bir rakip doğdu; Moskova Komünist Partisi’nin alaşağı edilmiş başkanı ve 1992’de Rusya Cumhuriyeti devlet başkanlığı seçimlerini kazanan Boris Yeltsin.

Bu arada, KGB, ordu ve partideki muhafazakarlar, giderek artan bir korku içinde, ülkedeki değişimi (kendi durumlarıyla beraber) durdurma konusunu düşünerek beklemekte ve hızlı bir şekilde harekete geçmek istemekteydiler. 19 Ağustos 1991’de Gorbaçov Kırım’da tatildeyken SSCB Acil Durum Komitesi tarafından bir ihtilal yapıldı; Gorbaçov’un pozisyonu tamamen elinden alındı, darbeye karşı direniş ve muhalefet gösteren Boris Yeltsin çok güçlendi. Gorbaçov’un SSCB’yi kurtarma adına yaptığı son çabalar, 1991’in geri kalan aylarını konumlarını sağlamlaştırma ve Sovyetler sonrası için bir taslak çizme çabalarıyla geçiren cumhuriyetlerin liderleri tarafından boşa çıkarılmıştır. 1991 Ekim ayı sonunda sekiz cumhuriyetle bir ekonomi anlaşması ve Aralığın ilk haftasında da Rusya, Belarus ve Ukrayna’nın katıldığı ve BDT’nin temellerini oluşturan üçlü bir anlaşma imzalandı.

Sovyetler Birliği’nin Dağılmasından Sonra
Sovyetler Birliği’nin sona ermesi ve Gorbaçov’un görevinin bitmesi ile Yeltsin Rusya Federasyonu’nda gücünü sağlamlaştırmaya başladı. Sovyet ve Rus Komünist Partileri feshedildi. Yeltsin 1991 Ekim ve Kasım ayları boyunca Rusya için yeni bir bakanlar kurulu ve köklü bir ekonomik program uygulama yoluna gitti. Bu program, eski komünist ve muhafazakar milliyetçilerin işbirliği ile, 1989’da Gorbaçov tarafından kurulmuş olan sözde seçilmiş meclis Halkın Vekilleri Kongresi tarafından büyük bir muhalefet gördü. Devlet başkanı ve Kongre arasında devam eden mücadele 1993’te Yeltsin’in Kongre için yeni seçimlerin yapılacağını ilan etti. Karar, 1993 Ekimi’nin ilk haftasında Kongre taraftarlarıyla Yeltsin’e bağlı güvenlik kuvvetleri (çoğunlukla ordu birlikleri ve içişleri kuvvetleri) arasında sokak savaşlarına sebep oldu. Meclis binası Beyaz Saray -Yetsin’in sadece iki yıl önce ihtilalcilere karşı ilk direnişini yaptığı yer- kuşatma altına alındı. Yeltsin yanlısı güçler galip geldi. Yeltsin, pozisyonunun güvenlik altına alınmasıyla, şimdi, daha güçlü devlet başkanlığı yetkileri ve iki meclisli parlamento imkanı sağlayan yeni bir anayasa hazırlayabilecekti -Aralık 1993’te ulusal referandum yapılmıştır-. Bu yeni model ağırlıklı olarak Amerikan ve Fransız örnekleri üzerine bina edilmişti. Yasama organı Duma’nın yetkileri sıkı bir şekilde sınırlandırılmıştı.

1993’ten beri en istikrarlı başarıyı gösteren parti, 1992 Kasımı’nda yasağı kaldırılan ve tekrar kurulan Gennady Zyuganov başkanlığındaki Komünist Parti’dir. Bunun yanında milliyetçi bir sağ kanat partisi olan ve Vladimir Jirinovsky tarafından yönetilen Liberal Demokrat Parti 1990’ların ortalarında kısa bir dönem çıkış yapmış fakat daha sonra tekrar zayıflamıştır. Duma ile başkanlık arasındaki mücadele devam etmiş ve 1995’te Çeçenistan’da savaş felaketinin ortaya çıkmasıyla yoğunlaşmıştır. 1996’da yapılacak olan başkanlık seçimleri Yeltsin’i makamından kaydıracak gibi görünüyordu. Rusya son beş yıl boyunca çok değişmişti. Komünist Parti’nin yayılmacı etkisi yerini rekabete giren güç merkezlerine bıraktı: Güvenlik kuvvetleri; askeriye ve beraberindeki sanayi kompleksleri; sözde oligarşiler, reform programı sırasında devletin kontrolü kaybettiği sıralarda ekonominin önemli bölümlerinin kontrolünü sağlamayı başaran güçlü iş yöneticileri; ve son olarak kendi topraklarını çok uzaklardan ve Moskova’nın çok az müdahalesiyle kontrol eden bölgesel liderler (Bunun en açık örneklerinden biri eski popüler general, Sibirya Krasnoyarsk oblastını yöneten Aleksandr Lebed’dir. Bu unsurlar arasındaki karışık ve sapkın işbirlikleri şimdi ülkeyi kontrol etmekteydi. Ülkeyi yöneten sınıf zenginleştikçe zenginleşirken, halkın çoğu ekonomi kötüye gittikçe daha çok acı çekiyordu.

Yeni yönetimin gücünü gösteren en göze çarpan örnekler, ekonomik gerilemeye sebebiyet verme ve giderek artan tutarsız kişilik suçlamalarına (sağlıksızlık ve alkoliklik gibi) maruz kalan Yeltsin’in kaybetmesi beklenen 1996 başkanlık seçimleriyle beraber ortaya çıktı. Bununla birlikte, kilit medya oligarşileri ile işbirliğinin sağlanmasıyla (özellikle en büyük medya kuruluşlarının sahibi olan Boris Berezovsky), Yeltsin’in şansı bütün muhalefet adaylarını saf dışı edecek şekilde yükseltilmiştir. Komünist lider Gennady Zyuganov’un ona yakın oy toplamasıyla Yeltsin yarışı kazanmış oldu. Yeltsin, sağlığının giderek bozulmasıyla, ataması Duma’nın onayına bağlı olan başbakanına daha çok güvenmek zorunda kaldı. 1993’ten 1998 martında Yeltsin tarafından azledilinceye kadar Viktor Chernomyrdin beş yıllık süre içinde yegane varlıktı. Yerine Yeltisn tarafından 35 yaşında bir ekonomist atandı. Beş aylık bir süre bu siyasi açmazın onun yapabileceklerinin ötesinde olduğunu göstermeye yetmiş ve Ağustos’ta o da görevden alınmıştır. Yeltsin’in Chernomyrdin’i tekrar görevlendirmesine rağmen Duma onu tekrar onaylamayı reddetti. Nihayet kıdemli bir asker diplomat olan, 1991 Körfez Savaşı’nda Irak’la yapılan anlaşmalarda görev alan ve daha sonra da KGB’nin dışişleri sorumluluğunu almış olan bir aday, Yevgeny Primakov üzerinde anlaşıldı.

Primakov da Yeltsin tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmeden ve uyarılmadan görevden alınıncaya kadar bir yıla yakın görevde kalmaya devam etti. Yerine başka bir eski ajan, KGB’nin içişlerinden (şimdi federal güvenlik servisi olarak bilinen FSB) sorumlu olarak görev yapmış Vladimir Putin getirildi. Meşum kökenine rağmen Putin maharetli bir yönetici olduğunu ispatladı: 1999 Aralık ayında yapılan Devlet Duma seçimlerinde, sadece iki ay önce kurulan hükümet yanlısı “Birlik” Partisi, Komünist Parti’nin ardında ikinci olarak yerini aldı. Putin’in artan popülaritesinin asıl sebebi İkinci Çeçen Savaşı’nın başlamasıydı. Rusya Federasyonu homojen bir yapıdan yoksundur ve 16 özerk cumhuriyet ve 30 özerk bölgeyle beraber 100 ulusu bünyesinde barındırmaktadır. Bu sayının çokluğu ve özellikle Müslüman çoğunluğun yaşadığı Güney Kafkasya bölgesi Moskova hükümetinin başının ağrımasına sebep olmuştur. 1991 ve 1992’de Kuzey Osetya ve İnguşetya’da savaş patlak vermiş ve Dağıstan ve Başkurdistan özerk bölgelerinde gerginlikler yaşanmıştır. Bir milyonluk nüfusuyla en geniş bölgelerden biri olan Tataristan’da 1992 Martı’nda yapılan bağımsızlık referandumuyla % 61 lehte oy toplanmıştır. Fakat bunlar arasında en ciddi olanı Ruslar’ın Çeçen ayrılıkçı hareketini engellemeye çalıştıkları Çeçenistan’dır. (Rus-Çeçen tarihini tamamen savaşlar ve geniş çaplı zulümler kaplar. 1944’te Almanlar’la işbirliği yapan Stalin, neredeyse nüfusun hepsini zorla Kazakistan steplerine sürmüştür. Çeçenlerin binlercesi yaşam mücadelesi verdi. Nihayet Krushchev bu insanlara haklarını iade etti ve yurtlarına geri dönmelerine izin verdi.) 1994’te geniş çaplı bir savaş başladı ve 1996 Ağustosu’nda ateşkes ilan edilinceye kadar devam etti. Çeçen gerilla savaşçıları konvansiyonel birlik oluşumlarına ve Ruslar tarafından konuşlandırılan mühimmata karşı bir mücadeleden daha fazlasını yaptılar ve binlerce kazazede (daha önce de olduğu gibi daha çok siviller arasından) ve hesapsız maddi kayıplar verinceye kadar aralıksız savaştılar. 1996 Ağustos kayıtlarına göre Çeçenistan’ın son resmi statüsü 2001 tarihine kadar ertelenmiştir. Bu zamana kadar Çeçenistan resmi ordu komutanı Aslan Mashadov’un devlet başkanlığında bağımsız kabul edilmektedir. Bununla beraber Moskova’ya göre bu yenilgi utanç vericiydi ve her iki tarafın da öç almak ve birbirlerini sınamak için yaptıkları bir savaştı.

Öncekilerden daha hırslı ve saldırgan biri olan Putin’in atanması, ayaklanma olan bölgelerde ordu tarafından yapılacak olan yeni uygulamaların habercisi oldu. 1999 Ekimi’nde Moskova’da apartmanlarda bir çok kişinin ölümüne ve pek çok maddi zarara sebebiyet veren bir dizi bombalama olayları şaibeli bir biçimde Çeçenlerin suçlanmasında bahane olarak kullanıldı. Bu olaydan Çeçen ayrılıkçılarını sorumlu tutan hükümet vakit kaybetmeden ayaklanma bölgelerine saldırı düzenlemeye başladı. Kampanyayı gerilla muhalefet kuvvetlerine karşı, başkent Grozni’yi yok eden ve diğer şehirleri de enkaz yığını haline getiren Rus güçlerinin üstün gelmesi karakterize eder. Daha önce olduğu gibi savaş süreci yavaş ve dolambaçlıydı. Kitle imha silahlarının sistematik olarak kullanımı ve ağır silahlarla yapılan hücumlar izne bağlıydı ancak 2000 yılının ilk aylarında Rusya, ulusal ve uluslararası protestoları dikkate almayarak Çeçenistan’ı tamamen boyunduruğu altına almış oldu. Dağlardan gerilla saldırılarına devam eden savaşçılar ile Çeçenler’in stratejisi Rusya’yı mümkün olduğu kadar uzun süre denge dışı tutmaktır. Putin bu olayla beraber çok puan topladı ve böylece Yeltsin de nihayet, keyifsiz olduğu açıkça görülen başkanlık koltuğunu başkasına devretmek gerektiğini hissetti. Keyifsiz başkan yeni yılın başında emekliye ayrıldığını açıkladı. 2000 Martı’na ayarlanan başkanlık seçimlerinde Putin’in oyların % 50’sini alarak ilk turu alması biraz sürpriz oldu. Bastırılmış Çeçenya problemi çözülmediği takdirde Putin dikkatini Rusya’nın bozuk siyasi ve ekonomik yapıları üzerine yoğunlaştıramayacaktı. Bunun ilk belirtileri arasında Putin’in birçok hükümet tarafından benimsenen geniş özerklik uygulamasını kısıtlamayı önermesi gösterilebilir. Putin’in yakın ilişkiler içinde bulunduğu (FSB) federal güvenlik servisinin büyük bir rol ile görevlendirildiği de gayet açıktır. Ülke dışında Putin’in en büyük problemi, batıda hükümetin puan toplamasını sağlamak ve destek bulmaktır ve buna dayanarak finansal kaynak bulacağını ummaktadır. Daha geniş açıdan bakıldığında Güvenlik Konseyi’ne sürekli üyeliği Rusya’ya üst seviyede ses getirmektedir, fakat bir zamanlar etkisinin yoğun olduğu dünyanın pek çok bölgesinde -örneğin Orta Doğu ve Afrika- ağırlığı göz ardı edilmektedir. Yeltsin dönemi boyunca Ruslar Putin’den ve yeni başbakanı Mikhail Kasyanov’dan daha çok şey beklemişlerdir.

Ay’a ayak basildi mi?

1957 Ruslar Uzaya ilk uyduyu gonderdi. Boylece ABD’nin bir adim onune gecmis oldu. Ardindan uzaya ilk insani da gonderdi. ABD’ye bu yarista one gecmek icin tek bir yol kaldi. AY’A AYAK BASMAK. Goruntulere ve belgelere bakilirsa 20 Temmuz 1969’da bunu basardilar. Ancak fotograflara ve o gunlerin sartlarina bakilinca bazi supheler ortaya cikiyor. Neil Astrong kendisi icin kucuk insanlik icin buyuk adimi atti mi? Yoksa hersey bir senaryo mu?

YIL 1969

  • 60’larin sonunda 70’lerin basinda teknoloji birikimi ne kadardi?
  • O zamanin bilgisayarlari tirlarla tasiniyordu, uzay aracina nasil sigdi?
  • Eger Amerikalilar o zamanin teknolojisi ile Ay’a gidebildilerse simdi Mars’ta koloni kurmalari gerekmez miydi?

    ASTRONOTLAR STUDYOYA INDI

  • Temsili aya inis goruntuleri, genis bir alana kurulu San Benardino yakinlarindaki Norton Hava Üssünde gerçekleştirildi

    KANIT FOTOGRAFLAR

  • Fotograflardaki astronotlarin gölgeleri neden farkli boyutlarda? Oysa Ay üzeride tek isik kaynagi var.

    NASA’ya gore: “Ay yuzeyini bir tepsi gibi dusunursek golgelerden suphelenmekte hakliyiz ancak ancak Astronotlarin bir yamacta oldugunu ve farkli seviyelerde oldugunu dusunursek golgelerin uzunluklarinin ayni olmamasi normal. Ayrica burasi bir studyo ise neden tek golge var?”

  • Modulun altinda niye iz yok? Teknik ozelliklerine bakilirsa Ay modulunun roketi yaklasik 1.5 ton basinc cikariyordu. Ay yuzeyi tasli ve tozlu ise modulun altinda kucuk bir krater olusmasi gerekmez miydi?
  • Ay’da atmosfer yok, oyleyse neden tum fotograflarda hic yildiz gorunmuyor? Gokyuzu neden simsiyah?

    NASA’ya gore: “Fotografla ilgilenenler bilirler, fotografta alan derinligi yani netligi odakladiginiz bolum vardir. NASA yetkilileri bu fotograflarda netligin on plandaki nesnelere gore ayarlandigini yildizlarin da bu yuzden gorunmedigini savunuyor.

  • “Man on the Moon” fotografinda ufuk cizgisine yaklastikca karanligin arttigi goruluyor. Oysa atmosferi olmayan Ay’da ufuk cizgisinin daha keskin ve parlak olmasi gerekir.
  • NASA’nin aciklamasina gore Ay’a Neil Amstrong ve Buzz Aldrin ayak basti. Peki fotografta gorulen ucuncu kisi kim? Ya da orasi neresi?

    KOMIK OLMAYIN BEYLER ORASI AY!..

  • Verilere gore Ay yuzeyindeki gunduz sicakligi 260-280 Fahrenayt. Bu sicaklikta dunyada kullanilanlardan farkli gorunmeyen film makinesi nasil erimiyor?
  • Ayin karanlik yuzundeki hava sicakligi -40 dereceye kadar ulasiyor. Bu sicaklikta elektrikli cihazlarin calismadigi biliniyor (en azindan o tarihlerde oyleydi). Diger taraftan gunese donuk tarafa geciste isi farki nedeniyle cisimlerde esneme ve kirilmalar olur. Astronotlar ve ekipmanlar buna nasil dayanabiliyor?
  • Ay’daki yercekimi Dunya’kinin 1/6’si kadar. Peki goruntulerde zipladigi gorulen Astronatlar zipladiginda neden bir adimdan oteye gidemiyor?
  • Ay’a gonderilen Apolla Uzay araci saatte 6 bin km hizla hareket eden metorlar arasindan parcalanmadan Ay’a nasil gitti ve geri dondu?

    PEKİ NEDEN KANDIRILDIK?

    CUNKU: ABD yönetimi, uzay calismalari icin 30 milyar dolara yakin para harcadi. basarisiz olunsaydi halk vergilerinin hesabini soracakti. Oysa Ay’a ayak basilinca butce onlarca katlandi.

    CUNKU: O gunlerde ABD hukumetinin uzerine Vietnam savasinin kara bulutlari cokmustu. Gundemin degismesi gerekiyordu. Astronotlar Ay’a gidince akillar da Ay’a gitti. Ve savaş unutuldu. Inanmayanlar tarih kitaplarina baksin. Ve iki olayin ne kadar eşzamanli oldugunu gorsunler.

    CUNKU: SSCB uzay yarisinda onde gidiyordu. One gecmek icin tek yol Ay’a ayak basmakti.

  • Özbekistan Tarihi

    Özbek halkının tarihinin ilk dönemlerine ait bilgi yoktur. Özbeklere bu ad, ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hükümdarı Gıyaseddin Muhammed Özbek tarafından verildi. Timur Hanın ölümü üzerine zayıflayan Timur İmparatorluğu topraklarının Aral Gölü ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşıyan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın idaresinde toplanarak, 1428’de onu kendilerine han ilan ettiler. Kısa zamanda kuvetlenerek çevredeki diğer boyları da hakimiyetleri altına aldılar.

    Ceyhun Irmağı kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Özkent gibi şehirleri ele geçirdiler ve bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar. Türkistan taraflarına düzenlenen seferlerde Kalmuklara mağlup olunca, bu durumdan istifade eden Kanay veCanibek adlı başbuğlar bazı Özbekleri de yanlarına alarak Çağatay Hanına sığındılar. Bölgeden ayrılan bu Özbeklere Kazak veya Kırgız kazakları adı verildi.

    Ebü’l-Hayr’ın vefatından sonra Özbekler, Çağatay-Moğol hükümdarı Yunus Hana yenilerek dağıldılar. Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak, Yunus Han tarafından öldürüldü. Dağılan Özbekler Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in (Şeybani) etrafında toplandılar. Bu tarihten itibaren Şeybaniler adıyla da anılan Özbekler 1500 yılındaTimuroğulları Devletindeki iç karışıklıktan istifade ederek Buhara’yı zabtedip, Timur Hanedanına son verdiler. Harezm ve Hive’yi ele geçiren Özbekler, Çağatay Hükümdarı Babür’ü mağlup ettiler. Belh, Herat ve Taşkent’i zapteden Özbekler, Orta Asya’nın en güçlü devleti haline geldiler.

    Özbekler bir ara Safevilere karşı yenildiler ve bazı bölgeler ellerinden çıktı ise de 1512’de buraları geri aldılar. Özbek hakimiyeti 16. yüzyıl boyunca Maveraünnehr’de devam etti. 1598’de İkinci Abdullah Hanın vefat etmesinden altı ay sonra oğlu Abdülmü’min de kendisine bağlı taraftarlarca öldürülünce, Özbekler ülkesinin hakimiyeti,Şeybanilere akraba olan Canoğullarına (Astırhan Hanları) geçti.

    Özbekler on altıncı asır boyunca İran’dakiŞii-Safevilerle devamlı olarak savaştılar. Ehl-i sünnet olanOsmanlılar ve Hindistan’daki Babürlülerle iyi münasebetler kurmaya çalıştılar. 17 ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığının hakimiyeti altında kaldılar. 1740’ta Nadir Şah tarafından Astırhanlar Hanlığı yıkıldı.

    Nadir Şahın vefatından sonra, hakimiyet Canoğullarının yerine Mangıthanlar Sülalesine geçti. Bu sülale hakimiyetlerini 1860’a kadar devam ettirdi. 1860’tan itibaren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himayesinde yarı bağımsız olarak devam eden Buhara Hanlığının hakimiyetinde kalan Özbekler, Rusların çeşitli baskıları altında yaşadılar.

    Bugün Özbekistan’ın bulunduğu toprakların büyük bir kısmı 19. asırda Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarının idaresi altında bulunuyordu. 1917 Sovyet Devrimi ardından, bölgede Özbeklerin ve diğer Müslümanların hemen hiç söz sahibi olmadığı bir geçici hükümet kuruldu. Aralık 1917’de Hokand’da bir milli kongre toplayan Müslümanların Mustafa Çokayev başkanlığında kurdukları hükumet 1918’de gönderilen Rus askerleri tarafından devrildi.

    Darbeden sonra yeni yönetime karşı Basmacı ayaklanması olarak bilinen bir direniş hareketi başladı. Harezm ve Buhara Sovyet Halk Cumhuriyetlerinin kurulması Basmacı Ayaklanmasının yayılmasına sebep oldu. Türkistan Komisyonunun 1922’de başlattığı reformlar neticesinde ayaklanma etkisini kaybetti.

    1924’te Orta Asya ve Kazakistan’da sınırları etnik temellerde tekrar belirleyen düzenleme ile Harezm, Buhara ve Türkistan cumhuriyetleri dağıtılarak bölge toprakları Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan arasında paylaştırıldı. Sovyetler Birliğinde 1989’da başlayan yenileşme hareketleri neticesinde, Özbekistan 1991 Ağustosunda bağımsızlığını ilan etti. Daha sonra kurulan Bağımsız Devletler Topluluğuna bağlandı.