Maya Takvimi

Güney Amerika’da, dördüncü binyılın sonlarına doğru bir uygarlıkta daha güçlü bir gelişimin gerçekleştiğine dair kanıtlar vardır. Bizim takvimimizle M.Ö. 12 Ağustos 3114’de Maya takvimi ortaya çıkmıştır. Mayalar, bizim bugün kullandığımız Gregorian takviminden daha doğru olan bir tarihlendirme sistemini bulmuş sıradışı insanlardır.

Dünya, güneş etrafındaki dönüşünü tam sayıda günde tamamlamaz. Çoğu okul öğrencisinin bildiği gibi yılda 365 gün vardır. Ama tam olarak değil. Doğrusunu söylemek gerekirse, her dört yılda bir, bir gün eklememizi gerektirecek şekilde tam olarak 365.25 gündür. Bu, onaltıncı yüzyılın sonlarına kadar batı Avrupa’da kullanılan orijinal Julian takviminin temelidir. Ancak yeterince doğru değildir.

Aslında bir yıl 365.25 günden onbir dakika ve birkaç saniye daha kısadır. Bu yüzden de zaman içinde takvimle mevsimler arasında bir ayırım ortaya çıkmaktadır. 1582 yılında takvimi aydönümüyle aynı konuma getirmek için Papa 13. Gregory, fazladan on günü bulunan bir takvim bastırdı. Julian takvimini yeniden düzenleyerek bir yüzyıl kapayan ve 400’e bölünemeyen yıllar sıradan yıllar olacak ve artık yıllar sayılmayacaktı. Bu Gregorian sistemine göre 1600 ve 2000 (400’e bölünebilen) yıllar artık yıllarken, 1700, 1800 ve 1900 böyle değildir. Bugün bu sistemi kullanmaktayız.

Maya sistemi karmaşıktır. Tzolkin denen 260 günlük bir temele dayanır ve belirsiz bir 365 gündür. Takvimlerini aydönümüne uydurmak için kullandıkları yöntemi anlatmak için yeterince yerimiz yok. Diğer kültürlerde olduğu gibi sistemleri güneşin hareketini temel almaktadır ama Venüs gezegeninin dairesel devrini kullanarak hesaplamalar yapmaktadırlar. Örneğin bir Baktun, 144,000 gündür. Onüç Baktun, tam bir çağ dönümüdür. Şu an içinde bulunduğumuz Baktım, 22 Aralık 2012’de tamamlanacak. 5000 yıllık bir süreçte, Maya takvimi Gregorian takviminden daha doğrudur.

M.S. 100 yıllarına kadar Maya bilinen bir uygarlık olmamasına karşın, takvimlerini M.Ö. 3114’de başlatmışlardır. Mayalar, M.S. 600 ile 800 yılları arasında Altın Çağ’larını yaşamış, sonra da şehirlerini bırakarak ortaya çıktıkları gibi gizemli bir şekilde kaybolmuşlardır. Tıpkı Mısırlılar gibi Mayalar da piramitler, dev heykeller inşa etmiş ve tam bir yazı sistemi geliştirmişlerdir.

Ne var ki, Maya takviminin başlangıç tarihinin de bizimki gibi önemli bir olaya dayandığı bellidir. M.Ö. 12 Ağustos 3114’de Mayalar için bu kadar özel ne olmuştu ki?

Bunu asla kesin olarak bilemeyeceğiz. Aztekler’i ve diğer Kızılderililer’i Hıristiyanlık dinine çevirme hevesine kapılmış olan İspanyollar, bütün yazılı bilgileri yokettiler. Yucatân Piskoposu Diego de Landa, şöyle demektedir: “Bu karakterlerle yazılmış çok sayıda kitap bulduk ama batıl inanç ve yalanlardan başka bir şey içermedikleri için hepsini yaktık.”

Neyse ki anıtların üzerine büyük karakterlerle kazıdıkları bazı yazılar kaldı ve dilimize çevrildiğinde Maya takvimi, sayı sistemleri, mitleri ve tarihleri hakkında biraz bilgi edindik.

Mayalar, takvimleri icat etmeleriyle tanınmalarının yanında, eski bir Meso-Amerikan uygarlığı olan Olmekler’den yola çıktıklarına dair bazı kanıtlar vardır. Bu insanlar hakkında fazla bilgi yoktur ama uygarlıklarının başlangıç tarihinin M.Ö.1500 yılları olduğu sanılmaktadır; takvimin başladığı M.Ö. 3114’den hâlâ biraz yakında. İleride yapılacak başka arkeolojik araştırmalar yeni cevaplar bulabilir. Ancak Ölmekler hakkında asıl ilginç nokta, heykelleridir. Biri beyaz, diğeri siyahi olan iki ırka ayrılmaktadırlar. Bu durum, bu insanların kökeninin Amerikalı değil, Atlantik Okyanusu’nun diğer yanından gelen insanlar olduğunu göstermektedir.

Kolomb’dan önce Avrasya ve Amerika kültürleri arasında bir bağ olduğu fikri yeni değildir. Kıtalar arasındaki fikirler, dil ve mimari arasında benzerlikler vardır. Thor Heyerdahl’ın 1970’lerde yayınladığı Ra II’de anlattıklarına göre antik Mısırlılar sazdan yapılmış tekneleriyle Atlantik’i aşmışlardır. Bu teknelerin tarzı ve yapıları, Peru’daki Titicaca Gölü’nde bulunanlarla büyük bir benzerlik göstermektedir. Diğer bazıları ise ünlü gezgin ve denizcilerin Atlantik’i ilk aşan insanlar olduğu fikrinde ısrar etmektedirler.

TİMURDAN SONRAKİ TÜRK DÜNYASI

1- ÖZBEK HANLIĞI (Şibaniler) (1428-1599)

Batu Han’ın kardeşi Şiban soyundan gelen Ebulhayr Han devletin kurucusudur. Altınorda Hanı Özbek Han’ın ahfadından oldukları için devlete onun ismini vermişlerdir. Özbekler, 1428 yılında Ebulhayr’ı Sibir şehrinde han ilân etmişler ve Timurluların içine düştüğü karışıklıklardan yararlanan Ebulhayr Han da, 1431’de Gürgenç dahil olmak üzere Harezm’e, 1447’ye doğru da Seyhun dolaylarında Sığnak şehrinden Özkent’e kadar olan bölgeye hâkim olmuştur. Ancak 1457’deki Moğol kabilelerin saldırısı yeterli direnç gösterilmediği gerekçesiyle Özbeklerin bir kısmı Ebulhayr’ın hâkimiyetini tanımayarak kuzeye göç etmişlerdir. Bunlar kendi başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye anılacaklardır.
Ebulhayr Han, Çağataylılar’dan Yunus Han’a karşı giriştiği mücadeleyi kaybederek 1468 yılında ölmüştür. Yerine geçen oğlu Şah-Budak Han ise Yunus Han ve Timurlulara karşı ülkesini koruyamamıştır. Onun yerine geçen oğlu Muhammed Şibani Han, önce Timurluların iç mücadelelerinden faydalanarak, Maverâün-nehr’i ele geçirmeyi başardı (1500). Ardından Çağataylılar’ı yenerek Taşkent ve Sayram bölgelerini (1503), Timurlular’ın elinden de Harezm, Belh ve Herat şehirlerini alarak Türkistan’ın en büyük gücü haline gelmiştir. Ancak Şibani Han, Merv’de Safevi Hükümdarı Şah İsmail ile yaptığı savaşı kaybederek öldü (1510). Muhammed Şibani Han’dan sonra büyük bir sarsıntı geçiren Özbek Hanlığı uzun bir süre iç çekişmelerle istikrarsız bir dönem yaşamıştır. Muhammed Şibani Han’dan sonra Özbeklerin en büyük hükümdarı olarak kabul edilen II. Abdullah Han zamanında (1580-1598), hanlık eski gücüne kavuşmuştur. Fakat 1597 yılında Safevi Hükümdarı Şah Abbas’a yenilmesi Özbek Hanlığı’nın parçalanmasına yol açmıştır. Sonuçta Horasan Safevilere, Taşkent ve civarı Kırgızların eline geçti. Diğer bölgelerde müstakil hanlıklar kuruldu.

2- ÖZBEK HANLIKLARI

a- Hive Hanlığı (1512-1873):
Şibaniler soyundan İl-Bars, Safevileri Harezm’den atmayı başararak, merkez Ürgenç şehri olmak üzere Hive Hanlığı’nı kurdu (1512). Arab Muhammed Han zamanında (1603-1623), hanlık merkezi kuraklık sebebiyle Hive şehrine nakledilmiştir. Hanlık tarihinde iç çekişmeler, Özbek Hanlığı’na, Moğol Kalmuklar’a, Ruslar’a ve İran’a karşı mücadeleler eksik olmamıştır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru, Amu-derya’nın yatağını değiştirerek, Hazar Denizi yerine Aral gölüne dökülmeye başlaması, bölgede ziraî ve iktisadî hayatın büyük ölçüde gerilemesine sebep olmuştur. Hanlık, Afşar hanedanından Nadir Şah’ın Hive’yi ele geçirmesinden sonra (1740) kısa bir süre İran’a bağlı kaldı. Deli Petro zamanından beri Orta Asya’da gözü olan Ruslar, hileyle önce Hazar kıyılarında üs oluşturup ardından 1873 yılında Hive’ye saldırdılar ve hanlığı ele geçirdiler. Son Hive hanının Kızılordu tarafından tahtan uzaklaştırılmasına kadar ( 1920) şeklen de olsa Hive Hanlığı varlığını korudu.

Hive Hanlarından Ebul Gazi Bahadır Han (1643-1665), “Şecere-i Terakime” ve “Şecere-i Türkî” adlı eserleriyle Türk tarih ve kültürüne büyük bir hizmette bulunmuştur.

b- Buhara Hanlığı (1599 -1868):
II. Abdullah Han’ın ölümü üzerine (1598) baş gösteren iç çekişmeler ve taht kavgaları Özbek Hanlığı’nın parçalanmasına yol açmıştı. Halkın ileri gelenlerinin teklifi ile Astrahanlı Yar Muhammed’in oğlu Baki Muhammed hanlığa getirildi (1599). Böylece Buhara’da Şibani hanedanı yerine Astrahanlılar hanedanı başlamış oluyordu. Bu hanedanın Canıbeg kolu, İran hükümdarı Nadir Şah’ın Buharayı işgaline kadar devam etmiştir. Diğer kolu olan Mangıt Hanedanı ise 1753 yılında Muhammed Rahim Atalık’ın hâkimiyeti ele geçirmesiyle başlayıp, 1920 yılına kadar devam eder. Buhara ve Hive Hanlıkları, İran ve Ruslara karşı Osmanlılar ile iyi ilişkiler kurmuşlardır. Ancak mesafenin uzaklığı daha sıkı ilişkileri engellemiştir. 1868 yılında Rus hâkimiyetine düşen hanlık, 1920 yılında yeni Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.

c- Hokand Hanlığı (1710-1876):
Hive ve Buhara Hanlıkları arasındaki mücadelelerden bıkan bir kısım halkı etrafına toplayan Şibani soyundan gelen Şahruh, Fergana’da Hokand merkez olmak üzere bağımsız bir hanlık kurmayı başarmıştır (1710). Bir ara Çin hâkimiyetini tanımak zorunda kalan hanlık, 1876 yılında Ruslar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

3- YAKA TÜRKMENLERİ (TÜRKMENİSTAN)

Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Türkmenlerin bir kısmı Mangışlak, Maveraünnehir ve Horasan’da kalmışlardı. Bu bölgede diğer Türk boyları ile birlikte önce Moğol, sonra da Timurlular hâkimiyetinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra Moğol asıllı Kalmukların saldırılarına maruz kalmışlardır. Fakat bulundukları bölgelerin istilâlara karşı daha korunaklı olması ve boylar hâlinde yaşamaları sebebiyle Türkmenler genelde müstakil bir hayat sürmüşlerdi. Kopet Dağı çevresinde Yamud, İmralı gibi Türkmen boyları ile bir araya gelerek güçlendiler. 1835’den itibaren İran ve Hive Hanlığı baskısıyla Merv bölgesine doğru yayıldılar.

Burada 1855’te Hive Hanlığı, 1860’ta da İranlıların saldırılarını savuşturarak istiklâllerini korudular. Bu dönemde başlarında Kuşid Han bulunuyordu . Türkistan’daki Rus ilerleyişi karşısında büyük direniş gösteren Türkmenler, 1879’da Göktepe’de Rusları ağır yenilgiye bir uğratmışlardır. Daha sonra aynı mevkide yapılan savaşlarda verilen kayıplar ve uğradıkları katliamlar sonucunda, Rus hâkimiyetini tanımak zorunda kalmışlardır(1884). Çarlık döneminde Türkmenler, ağır baskılara maruz kalmışlardır.

Bu baskılar Sovyetler döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde Hazar kıyılarından Merv bölgesine kadar uzanan bölgelerde Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla sözde bir devlet kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında bağımsızlığını ilân ederek Türkmenistan Cumhuriyeti adını almıştır.

4- AZERBAYCAN HANLIKLARI

Azerbaycan yani “odlar/ateş ülkesi” tıpkı Anadolu gibi çok eski devirlerden itibaren Türk akınlarına sahne olmuş ancak, bölgenin Türkleşmesi XI. yüzyıldaki Selçuklu çağı Oğuz-Türkmen yerleşmeleriyle gerçekleşmiştir. Moğol ve Timur idaresinden sonra bölgede Karakoyunlu ve Akkoyunlular Türkmenleri hâkimiyet kurmuştur. Daha sonra kurulan Safevi Devleti ile Osmanlılar arasında sürekli mücadelelere sahne olan Azerbaycan, Nadir Şah’ın ölümünden sonra (1747) küçük hanlıklara bölünmüştür. Bölgede güçlenen Ruslar, önce Azerbaycan’ın iç işlerine karışmaya başladılar. Ardından Kuzey Azerbaycan’da yarım asır kadar birbirleri ile mücadele eden hanlıkları, birebir hâkimiyetlerine almışlardır. Böylece 1805’de Gence Hanlığı ( Ziyadoğulları), 1806’da Kuba ve Bakü Hanlıkları, 1815’te Şeki Hanlığı (Hacı Çelebi oğulları) ve 1822’de Karabağ Hanlığı (Cevanşir Beyleri) Ruslar tarafından ele geçirildi. Rus ilerleyişi karşısında harekete geçen, İranlılar, Ruslara peşpeşe yenilerek Gülistan ve ardından 1828 Türkmençay Andlaşması’nı imzalamak zorunda kaldılar. Bu anlaşmayla Azerbaycan, Aras sınır olmak üzere kuzey ve güney diye fiilen bölünmüş, Kuzey Azerbaycan’ı Ruslar işgal ederken, Güney Azerbaycan İran’da kalmıştır. Güney Azerbaycan’da Hoy ve Tebriz’de Dünbüllü Hanları, Erdebil’de Şeyhler gibi hanlıklar hüküm sürdüler.
Bolşevik İhtilâli üzerine Rus ordularının Kafkaslardan çekilmesi ardından Azerbaycan Türkleri, 28 Mayıs 1918’de bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bunda Nuri Paşa komutasındaki bir Osmanlı birliğinin Bakü’ye girmesi etkili olmuştur.

İlk bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti, 27 Nisan 1920 yılındaki kanlı Kızıl Ordu işgaline kadar yaşamıştır. Sovyetler döneminde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1991 yılında ise bu devlet Azerbaycan Cumhuriyeti olarak bağımsız bir Türk devleti hâline geldi.

5- KAZAK HANLIĞI VE YÜZLER (CÜZLER)

Ebulhayr Han idaresindeki Özbekler, Moğol kabilelerinin saldırısı ile büyük kayıplar vermişlerdi. Özbek uruğları arasında iç çekişmeler başlaması üzerine bunlardan bir kısmı hanlıktan ayrılarak kuzeye göç ettiler (1457). Daha başka Türk unsurların katılması ile güçlenen bu topluluklar, kendi başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye bilineceklerdir. Kazaklar bundan sonra Cuci soyundan değişik hanlar idaresinde siyasî bir birlik hâlinde yaşamışlardır. Kasım Han XVI.
yüzyılın başlarında Kazakların tamamını hâkimiyeti altında birleştirmeyi başarmıştır. 17. yüzyıl başlarında Tevkel Han zamanında güçlerini daha da artıran Kazaklar, Maveraünnehir’e başarılı bir sefer düzenlemişlerdir. Bu dönemde Kazaklar, üç orda hâlinde (cüz = yüz) teşkilâtlandırılmışlardır.

Bunlar Büyük Orda (Ulu Cüz) doğu da, Küçük Orda (Kiçi-Cüz) batıda, Orta-Orda (Orta-Cüz) ise Taşkent merkez olmak üzere ortada bulunuyordu. 18. yüzyıldaki Kalmuk istilâsı, Özbeklerin kuzeyindeki Kazakları perişan etmiş ve cüzlerin
birbirinden kopmasına yol açmıştır. Ruslar, Kalmuklar ile Kazakları birbirine kışkırtarak, onları iyice zayıflatmıştır. Kazak ordalarından Küçük Orda Hanı Ebulhayr’ın, yardım alma ümidiyle Ruslara taviz vermesi, Kazakların Rus hâkimiyetine düşmüşlerine sebep olmuştur (1731). Geri kalan Kazaklar, Kırgızlar ile birlikte Buhara, Hive ve Hokand Hanlığı etrafında toplanarak Ruslar’la mücadele etmişlerdir. Rus zulmüne karşı Kazak Türkleri pek çok defa isyan etmişlerdir. Bunlardan 1783’te Sırım Batur önderliğinde Doğu Kazakistan ‘da baş gösteren ayaklanma 15 yıl sürmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısında Ruslar, Kazakların siyasî birliğine son vermişlerdir. Sovyetler döneminde de Kazaklara karşı baskılar ve asimilasyon devam etmiştir.

6- KIRGIZLAR

840’ta Orhun-Yenisey’deki Uygurları yıkan Kırgızlar önce Karahıtay ve ardından da 13.yüzyılda Moğolların hâkimiyetinde yaşamışlardır. Timurlular dönemine ait haklarında bir bilgi bulunmamaktadır. 16 yüzyılda ise başlarında Cengiz soyundan Halil Sultan’ın bulunduğu bilinmektedir. Kırgızların kâvmî teşkilâtı, bugünkü şeklini 17. yüzyılda almıştır. Bu dönemde Kırgızlar, Sağ ve Sol olmak üzere iki kola ayrılmışlardı. Kırgızlar, Sayan bölgesinde oturdukları eski zamana ait uruğ (kabile) adlarını korumakla beraber diğer Türk toplulukları ile de kaynaşmışlardır. Meselâ bunlardan, devlet tecrübesi olmayan bazı Altay ve Yenisey Türkleri. Kalmuklar ile karışarak Oyrat adıyla anılmışlardır. Umumiyetle Kazak hanlarının hâkimiyetleri altında yaşayan Kırgızlar, onlarla birlikte, 17. yüzyılın sonlarında Moğol asıllı Kalmuklara karşı savaşmışlardır. Kalmuklar ile olan savaş, dünyanın en uzun lirik destanı olan Kırgızların millî destanları Manas’ın oluşmasını sağlamıştır..

Hokand Hanlığı’nın kuruluşunda Özbekler yanında Kırgız ve Kazaklar da yer almıştır (1710). Orta Asya’da Kalmuk istilâsı Kazak ve Kırgızları yıpratmış, Rusya ve Çin bundan faydalanarak onları boyunduruk altına almaya çalışmıştır. Sovyet döneminde Bişkek merkez olmak üzere Karakol bölgesi, Fergana ve Hokand’ın bazı bölgeleri ile Oş ve Pamir’in kuzeyini içine alacak şekilde Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında diğer Türk Cumhuriyetleri ile birlikte bağımsızlığını ilân ederek Kırgızistan Cumhuriyeti hâlini almıştır.

7- DOĞU TÜRKİSTAN (KAŞGAR HANLIĞI)

Uygur ve Karahanlıların üzerinde kurulduğu Isık göl, İli Havzası ve Doğu Türkistan’ın bir bölümü Çağatay Hanlığı’nın çöküşünden sonra, Duğlat emirlerinin hâkimiyetine girmişti. Timur’dan sonra kendini toparlayan hanlığın idarecileri, putperest Kalmuk, Oyrat gibi kabilelere karşı cihat eden Müslüman kimselerdi. Bunlardan biri Veys Han’dır (1418-1428). Yerine geçen oğlu Esen-Buğa (1429 -1462), Timurlular ile mücadele etmiştir. 17 yüzyılda bu bölgelerde Hoca adı verilen yerli kişiler
hâkim idi. Mançu Sülâlesi boyunca (1644-1911) Çin’e bağlanan bölge halkı daha sonra sık sık Çin’e karşı ayaklanmıştır. Bunlar’dan 1866 yılında başlayan, Yakub Bey (Atalık Gazi) tarafından idare edilen ayaklanma önemlidir. Türkistan’ın istiklâlini amaç edinen Atalık Gazi, kendini Kaşgar Hanı ilân ederek önemli başarılardan sonra müstâkil hale gelmiştir (1874). Fakat Çin,Rus ve İngiliz kıskacına giren Atalık Gazi, çareyi İstanbul’a elçiler göndererek (1870) Sultan Abdulaziz’e tâbi olmakta bulmuştur.. Osmanlılar karşılık olarak, o dönemde içinde bulundukları güç şartlardan dolayı silâh ve iktisadî öğretmenler göndermekten başka yardım yapamamışlardır. Atalık Gazi’nin ölümünden sonra ülkesi Çinliler tarafından tekrar işgal edilecektir (1877).

SAFEVİLER (1502-1732)

Devlet, adını Erdebilli (İran) Şeyh Safiyüddin (ölm. 1334)’ tarafından kurulmuş olan Safeviyye Tarikatı’ndan almıştır. Şah İsmail, Akkoyunluların içinde bulunduğu kargaşadan faydalanarak, gerek Akkoyunlu ve gerekse Karakoyunlulardan dağınık Türkmen zümrelerini, propaganda ettiği dinî heyecanın katkısı ile bir araya getirmeyi başarmıştır. Şah İsmail, çoğunluğu Anadolu’dan gitme Rumlu, Şamlu, Tekelü, Ustacalu, Dulkadirli, Afşar, Kaçar, Bayburtlu, Varsaklar gibi Türkmen
aşiretlerinin de desteği ile Tebriz’ i zapt ederek Safevi Devleti’ni kurdu (1502).Akkoyunlular’dan Azebaycan’ı alan Şah İsmail, 1509’da Bağdat’ı ele geçirdi. 1510 yılında Özbek Hanı Şibani’yi Merv yakınlarında ağır bir yenilgiye uğratarak sınırlarını Ceyhun nehrine kadar genişletti. Anadolu’da Şiî propagandasını gittikçe artırması, Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim’i harekete geçirdi. 1514 yılında Çaldıran’da yapılan savaşı kaybeden Şah İsmail, ölümüne kadar (1524) bir daha toparlanamadı. Yerine geçen Şah Tahmasb (1524 -1576), saltanatı süresince doğuda Özbekler, batıda da Osmanlılar ile mücadele etti. Onun ölümü ile bir süre devam eden karışıklıklardan sonra hükümdar olan I.Abbas dönemi (1587-1628) Safevilerin en parlak dönemidir. Özbeklere ve Osmanlılara karşı başarılar yanında pek çok alanda ilerlemeler kaydedilmiştir. Daha sonraki dönemler Osmanlılarla uzun süren mücadeleler, taht kavgaları ve iç çekişmelerle geçmiştir.1732 yılında Afşarlar’dan olan Nadir Şah’ın iktidarı ele geçirmesiyle İran’da Safevi Hanedanı yıkılmış Afşar Hanedanı başlamıştır. Nadir Şah, doğuda Türkistan ve Hindistan’da büyük fetihler yapmıştır. 1779 yılında kurulan Kaçar Hanedanı ile İran’da Türk hâkimiyeti 1925 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir.

9- HİNDİSTAN TÜRK SULTANLIKLARI – BABÜRLÜLER

Gur Devleti’nin Kuzey Hindistan’daki Valisi Kutbiddin Aybeg tarafından kurulmuştur (1206). Lahor ve Pencap’ı da ülkesine katan Aybeg’in 1210’da ölmesi üzerine, oğlu olmadığı için yerine damadı Şemsüddin İl-Tutmuş, bütün Kuzey Hindistan’ı elinde toplayarak Şemsiyye Hanedanı’nı kurdu (1211 -1266).

İl-Tutmuş zamanında devleti Delhi başkent olmak üzere, Pencap, Multan, Lahor yanında kuzeyde Gazne’ye kadar uzanan bölgeleri içine alıyordu. İl-Tutmuş, Harezmşahlara karşı ülkesini korumuş, Moğolların önünden kaçan kalabalık Türk kitlelerini kabul ederek Hindistan’ın kuzeyinde Türk kültürünün gelişmesini sağlamıştır . Halife tarafından Hindistan Sultanı olarak tanınan İl-Tutmuş, 1236 yılında ölmüştür.Daha sonra kurulan Balaban Hanedanı döneminde (1266-1290), Moğol saldırıları durdurulmuş , ülke imar edilmeye çalışılmıştır. Kalaç Türklerinin Başbuğu Celaleddin Firuz’un iktidarı ele geçirmesiyle başlayan Kalaç Hanedanı döneminde (1290-1320) Moğollar akınları püskürtülüp, yeni fetihler gerçekleştirilmiştir.

Kalaçlardan sonra Gıyaseddin Tuğluk tarafından kurulan Tuğluk Hanedanı bir asra yakın hâkimiyet sürmüştür (1321-1413). Türkistan’da Timur hâkimiyeti Hindistana Türk göçünün kesilmesine sebep olmuştu. Bundan dolayı devlet içerisinde yerli güçlerin ağırlığının artmaya başlaması üzerine Timur, Hindistan’a sefer yapmaya karar verdi. Timur 1398 yılındaki bu seferiyle Hindistan’da zayıflayan İslâm’ı güçlendirmek istiyordu. Fakat Tuğluklulara ağır bir darbe indirmekle bağımsız devletçiklerin artmasına zemin hazırlamıştır. Nihayet Delhi’de idarenin Afganlıların (Seyyid Ailesi) eline geçmesi ile Tuğluk Hanedanı sona ermiştir (1414). Hind-Türk İmparatorluğu olarak da bilinen Babürlüler Devleti’nin kurucusu, Timurlular’dan Fergana Beyi Ömer Şeyh Mirza’nın oğlu Zahüriddin Babür’dür. Renkli bir kişiliğe sahip olan Babür, Türkçe yazdığı Vekayi adlı hatıratında, kendinin ve askerlerinin Türk olması ile iftihar etmesine rağmen, kurduğu devleti batılı tarihçiler tarafından yanlış ve kasıtlı olarak Moğol devleti olarak adlandırılmaktadır. Babür, 1501 yılında Semerkant’ı ele geçirmesine rağmen, Özbekler karşısında tutunamayarak 1519 yılında Hindistan’a gelir. Delhi Sultanı Afganlı Lûdi hükümdarı ile uzun mücadelelerden sonra, Pencap’ın önemli şehirleri yanında Delhi ve Agra’yı da alarak devletini kurmuştur (1526).

Afgan emirlerini, Hindu prenslerini ve yerel hâkimleri mağlûp eden Babür, Müslüman olmayanlara karşı başarılarından dolayı Gazi unvanını almıştır (1527). Bir yıl sonra hâkimiyetini Bengal’e kadar uzatan Babür, 1530 yılında başkent Agra’da ölmüştür. Babür’den sonra yerine geçen oğlu Hümayun , Hindistan’ da önemli fetihlerde bulunmasına rağmen kardeşleriyle giriştiği iktidar mücadelesini kaybederek Safevilere sığınmıştır (1540). Ancak bir müddet sonra Delhi’yi geri alarak tekrar hâkimiyet kurmayı başarır (1555). Onun yerine geçen oğlu Ekber dönemi (1556-1605) devletin en parlak dönemidir. Ekber yaptığı fetihlerle Hindistan Yarımadası’nın büyük bir bölümünü hâkimiyeti altında birleştirdi. Aynı zamanda din, kültür, iktisat alanlarında büyük gelişmeler kaydedildi. Dış işlerine de önem verilerek, Safeviler, Özbekler, Osmanlılar ve Portekizliler ile münasebetler kurulmuştur. Oğlu Cihangir döneminde (1605-1627), İngilizler Hindistanda yer edinmeye başlamışlardır. Daha sonra gelen Şah Cihan dönemi (1628-1658) mimarî, sanat ve siyaset alanlarında parlak bir dönemdir. Osmanlılar ile kurulan yakın münasebetler sonucunda, dünyanın en güzel mimarî eserlerinden sayılan Tâc-Mahal Türbesi’nin inşasında Osmanlı mimarları da görev almıştır. Kardeşleri ile yaptığı mücadeleyi kazanarak tahta geçen Alemgir döneminde (1658-1707), başarılı bir siyasî dönem geçirilmiştir. Ancak ondan sonra Babürlülerin durumu bozulmuştur.

İç çekişmeler, taht kavgaları, ayaklanmalar birbirini izlemiştir. 1723 yılında devlet, Delhi ve Haydarabad olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 1739 yılında İran hükümdarı Nadir Şah’ın Kuzey Hindistan ve Delhi’yi ele geçirmesinin ardından batılıların ülke üzerindeki baskıları artmaya başladı . 1766 yılında yapılan Allahabad Antlaşması ile idarî hâkimiyet İngilizlerin eline geçti. Nihayet, 1858 yılında Hindistan’ın İngiltere’ye bağlanmasının ardından 1877’de Kraliçe Victoria, resmen Hindistan İmparatoriçesi ilân edildi.

Dünya’nin En Gizemli 10 Nesnesi

Focus son sayisinda bugünün teknolojisiyle bile üretilmesi ve
açiklanmasi zor olan gizemli nesnelerden bazilarini tanitti:
Gelecegi gören harita
Cografya ve harita uzmani ünlü Türk denizci Piri Reis’in 1513’te
çizdigi Afrika, Amerika ve Güney Kutbu’nu gösteren harita, ortaya
çikarildigi 1929 yilinda ortaligi karistirdi. Çünkü Güney Kutbu’nun
kesfi, haritanin çizilmesinden çok sonra, yani 1818’de
gerçeklesmisti. Dahasi, Piri Reis’in haritasi, kitanin buz altinda
kalmis sahil kesimlerini de gösteriyordu. Ancak kita üzerindeki buzlar,
haritanin çizilmesinden tam 6 bin yil önce erimisti.

======================================
2 bin yillik pil
Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafindan 1938’de Irak’in baskenti
Bagdat’in yakinlarinda bulunan 2 bin yillik pil, bilim
adamlarini saskina düsürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabin
içine monte edilmis bir bakir silindir, onun etrafindaki demir çubuk
ve testinin agzini kapatan asfalttan olusan bu nesneyi “dünyanin en
eski pili” olarak tanimladi. Pilin 2 volt enerji ürettigi saptanirken, 1800’lü yularda modern pili icat eden Alessandro Volta adli Italyan
kontunun da söhretine gölge düstü.

===================================
Bir nevi bilgisayar
1900 yilinda Girit açiklarindaki bir batikta arastirma yapan
bilim adamlari ilginç bir cisme rastladi. Tahta bir muhafazanin içine
yerlestirilmis bir dizi bronz disliden olusan bu garip nesnenin kasasi, yüzeye
çikarildigi anda dagildi ve cihazin içindeki karmasik yapi ortaya çikti. Yapilan
çalismalarin ardindan, bu aygitin Ay, Günes ve diger gezegenlerin konumlarini
hesaplamak ve istendigi anda bunlarin pozisyonlarina yönelik tahminlerde
bulunmak için gelistirildigi anlasildi.

=====================================

Gizemli kuru kafa
Maya dönemine ait 1000 yillik bu kristal kuru kafa, tek bir blok
kristal üzerine oyma olarak yapilmis. Nasil yapildigi hala anlasilamayan
kuru kafanin altindan tutulan isik, dogrudan göz çukurundan yansiyor.
Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadigi söyleniyor.

=========================================

Alüminyumdan kemer tokasi
M.S. 300’lü yillarda ölen Çinli general Çou Çou’nun mezarinda
1956 yilinda bulunan kemerin tokasi, yüzde 85 oraninda alüminyumdan yapilmis. Ama dogada sadece bilesik olarak bulunan alimünyumun diger maddelerden ayristirilarak tek bir madde olarak kullanilabilmesi ilk kez 19. yüzyilda mümkün olmustu.

============================================

1000 yilda yapilan kent
Pasifik Okyanusu’ndaki Mikronezya adasi yakinlarina kurulu antik
Nan Madol kentinin insasi, M.Ö 200’de basladi ve 1000 yil sürdü.
250 milyon tonluk dev bazalt bloklar kullanilarak yapilan bu kent,
100 yapay adayi kanallarla birbirine bagliyor. Bu kadar bazaltin bölgeye nasil
getirildigi ise hâlâ sir.

=============================================

Uzaylilara inis pisti
Peru’nun Pampa sahilindeki 450 kilometrekarelik alan üzerine
çizili motifler, M.O. 300 üe M.S. 600 arasindaki dönemi kapsayan hayvan
ve bitki sekillerini resmediyor. Nazca medeniyeti tarafindan yapildigi
düsünülen bu garip motiflerin, uzaylilar için bir inis pisti vazifesi gördügü
öne sürülüyor.

=============================================
Concorde’un atasi
M.Ö 200’de yapildigi sanilan bu nesne, 1898 yilinda Misir’da bir
lahitte bulundu. Ancak gerçek uçaklar icat edilene kadar ne oldugu
konusunda kimse bir fikir beyan edememisti. 1972’de arkeolog Halil Mesiha bunun bir model uçak oldugunu, mükemmel bir aerodinamiginin bulundugunu ve kanatlarinin Concorde’u andirdigini iddia etti.

=============================================

Çekicin sirri
Tahta sap ve demir tokmaktan olusan bu çekiç, 1936’da Teksas’ta
400-500 milyon yillik bir kayanin içine gömülü olarak bulundu.
Modern bir aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasil girdigi bir
yana, çekiçte kullanilan demirin günümüz demirlerinden bile saf olmasi bilim
adamlarini hayrete düsürdü.

=============================================

Harçsiz tas set Peru’nun Cusco bölgesindeki bir Inka kalesinin
etrafini 360 metre boyunca zikzak yaparak saran 9 metrelik setlerin yapiminda, tanesi 300 tona varan kireçtasi bloklari kullanilmis. Ancak hiç harç
kullanilmamasina ragmen bu kayalar, arasina biçak bile sokulamayacak kadar mükemmel yerlestirilmis…
&&& alıntı &&&

3 Boyutlu Dünya Haritası Süper Bir Pro

çok güzel bir 3 boyutlu dünya haritası şehirler arasındaki mesafeleri gösteren
tek tek şehir ismine tıklayarak anında haritada size yerini gösteren
ve bir çok özellikleri olan bir dünya haritası.

http://www.longgame.com/files/3dwmap20.zip

Dünya Çapında Araştırma..

TEK SORULUK ANKET

Dünya çapinda bir anket yapilmis.
Sadece bir soru sorulmus “Lütfen dünyanin geri kalan kismindaki yiyecek
eksikligine bir çözüm ile ilgili kisisel görüsünüzü dürüstçe belirtiniz.”
Anket büyük bir basarisizlikla sonuclanmis. Çünkü;
Afrika’da insanlar “yiyecek” kelimesinin ne anlama geldigini bilmiyorlar.
Bati Avrupa’da insanlar “eksiklik” kelimesinin neanlama geldigini
bilmiyorlar.
Dogu Avrupa’daki insanlar “kisisel görüs”ün ne anlama geldigini
bilmiyorlar.
Orta Dogu’da insanlar “çözüm”ün ne anlama geldigini bilmiyorlar.
Güney Amerika’daki insanlar “lütfen” kelimesinin ne anlama geldigini
bilmiyorlar.
Israil’deki insanlar “dürüstlük” kelimesinin ne anlama geldigini
bilmiyorlar.
Ve Amerikada’ki insanlar “dünyanin geri kalan kismi”nin ne anlama
geldigini bilmiyorlar.

Bir insan için en kötü beş şey

* Haram yiyenlerin, bütün azaları istese de istemese de, günah işler. Helal yiyenlerin azaları ise, ibadet eder.

* Edeplere riayet etmeden yapılan hizmetlerin, faydası yoktur.

* Dünyadan sonraki yolculuk çok uzundur. O uzun sefer için, yol azığı hazırlayınız!

* Kendisinin ve çoluk çocuğunun geçimini temin etmek için çalışmak farzdır.

* Dünya ve ahirette iyilik, sabır ile ele geçer.

* En faziletli amel; nefsin istediğinin tersini yapmaktır.

* İnsanların müptela olduğu bela ve musibetlerin en büyüğü, ahiret ve dünya işi ile meşgul olmayıp, boş oturmaktır.

* Din; insanları ebedi saadete götürmek için, Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir.

* Bir insan için, en kötü beş şey; imansızlık, kibir, şükür azlığı, kötü ahlak ve cimrilik.

* Allahü teâlâ, başkasına acımayana merhamet etmez, af etmeyeni af etmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.

* Mal cimrilerde, silah korkanlarda, idare de zayıflarda olursa, işler bozulur.
* Din bilgileri; dünya ve ahirette huzuru ve saadeti kazandıran bilgilerdir.

* Dünya malı için üzülmek, kalbe zulmet; ahiret için üzülmek ise, kalbe nurdur.
* Uğraşmadan ve çalışmadan, Cennete kavuşacağını zanneden, hayale kapılır.

* Şerefli ve asil kimse, sözünde durur. Akıllı olan yalan söylemez. Mümin olan, gıybet etmez.

* İlmi olmayan kimsenin, dünyada da, ahirette de hiç kıymeti yoktur.
* Her fenalıktan uzak kalmanın yolu, dili tutmaktır.

* Dünya imtihan yeridir. Burada dost ve düşmanlar karıştırılıp hepsine merhamet edilmiştir. Ahirette yalnız dostlara merhamet edilecektir.

* Kızdığı zaman, kendisine emanet edilen sırları ifşa edenler, aşağı kimselerdir.
* Çalışmayıp, herkese muhtaç kalanların, dini ve aklı noksan olur.

* Kötülerle düşüp kalkan ve onları müdafaa edenler de kötülerdendir.
* Kibir ve öfke, insanın başına çok felaketler getirir.

* Başkasını düzeltmek istiyorsan, önce kendini düzelt!

* Âlim ve velilerin kabirlerini ziyaret ediniz! Zira, o büyükler ziyaret edenlere şefaat ederler

Türkiye, MSN’de bir dünya devi!



Türkiye, Microsoft’un mesajlaşma programı MSN Messenger kullanımında, 11.7 milyon kullanıcı rakamıyla dünyada 5’inci oldu.Microsoft’un anlık mesajlaşma programı MSN Messenger, Türkiye’de 11.7 milyon kullanıcı sayısına ulaştı. Microsoft MSN’in Ortadoğu ve Afrika bölgesinden sorumlu yöneticisi Ebru Çapa, ulaşılan bu rakamla Türkiye’nin dünya MSN Messenger liginde 5’inci sıraya yerleştiğini açıkladı. Türkiye de Çapa’nın sorumluluğundaki bölgede yer alıyor.Çapa’ya göre bu rakamın artışında, Türk Telekom’un son bir yılda hızlı internet erişimi ADSL’de 1.5 milyon abone sayısına ulaşması ve bilgisayar kampanyalarının cazibesi rol oynadı. Microsoft’un hazırladığı, dünya MSN Messenger kullanım tablosunda birinciliği 27.7 milyon kişi ile ABD aldı.

Tabloda ikinci 17.3 milyon kişiyle Brezilya, üçüncü ise 12.9 milyon aboneyle İspanya. Çapa, bu rakamların mart sonu itibariyle güncellenen veriler olduğunu belirtti. Buna göre Türkiye, 11.7 milyon aboneyle dünya 5’incisi, Avrupa’da ise 3’üncü sırada bulunuyor.Türkiye’de toplam internet kullanıcı sayısınının 12 – 13 milyon kişi olduğu düşünüldüğünde, hesaplanan MSN Messenger kullanıcısı rakamında aynı kişinin ikinci ve üçüncü aboneliklerinin de yüksek olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Bu rakam ayrıca, diğer ülkelerde MSN’e rakip farklı mesajlaşma programlarının da yüksek oranda kullanıldığını gösterir nitelikte. Çapa, tüm ülkelerde ikinci, üçüncü kullanımın bulunduğuna dikkat çekerek, ulaşılan rakamın Microsoft için oldukça önemli bir başarı olduğunu vurguluyor.

Messenger ‘cep’te

MSN Messenger’la şu anda kullanıcılar, metin, ses ve görüntülü olarak bilgisayar başından haberleşme imkânı buluyor. Ebru Çapa, yakın zamanda MSN Messenger kullanıcılarının cep telefonlarından da birbirleriyle haberleşeceklerini açıkladı.Skype’ın şu anda uyguladığı sistemin bir benzeri olacak yeni çalışma kapsamında, Philips firması ile işbirliğine gidildi. MSN Messenger yüklü Philips markalı cep telefonunu kullananlar, birbirleriyle GPRS (cep’ten internet erişimi) üzerinden anlık mesajlaşabilecek.

Kullanıcılar ayrıca, yine GPRS üzerinden birbirleriyle sesli görüşme de yapabilecekler. Bu görüşmelerde cep operatörünün sesli görüşmeler için uyguladığı tarifeler değil, data (veri) bir başka ifadeyle GPRS tarifeleri geçerli olacak.Böylelikle, MSN kullanıcıları çok daha ucuza telefon görüşmesi yapabilecekler. Ücretlendirme, toplam görüşme süresinde kullanılan veri baz alınarak yapılacak. Şu anki tarifelere bakıldığında, Türkiye’deki operatörlerin uyguladığı GPRS ücretleri, telefon görüşme ücretlerine göre oldukça düşük seviyede bulunuyor.
12.04.2006

Kaynak : Milliyet

Ay’a ayak basildi mi?

1957 Ruslar Uzaya ilk uyduyu gonderdi. Boylece ABD’nin bir adim onune gecmis oldu. Ardindan uzaya ilk insani da gonderdi. ABD’ye bu yarista one gecmek icin tek bir yol kaldi. AY’A AYAK BASMAK. Goruntulere ve belgelere bakilirsa 20 Temmuz 1969’da bunu basardilar. Ancak fotograflara ve o gunlerin sartlarina bakilinca bazi supheler ortaya cikiyor. Neil Astrong kendisi icin kucuk insanlik icin buyuk adimi atti mi? Yoksa hersey bir senaryo mu?

YIL 1969

  • 60’larin sonunda 70’lerin basinda teknoloji birikimi ne kadardi?
  • O zamanin bilgisayarlari tirlarla tasiniyordu, uzay aracina nasil sigdi?
  • Eger Amerikalilar o zamanin teknolojisi ile Ay’a gidebildilerse simdi Mars’ta koloni kurmalari gerekmez miydi?

    ASTRONOTLAR STUDYOYA INDI

  • Temsili aya inis goruntuleri, genis bir alana kurulu San Benardino yakinlarindaki Norton Hava Üssünde gerçekleştirildi

    KANIT FOTOGRAFLAR

  • Fotograflardaki astronotlarin gölgeleri neden farkli boyutlarda? Oysa Ay üzeride tek isik kaynagi var.

    NASA’ya gore: “Ay yuzeyini bir tepsi gibi dusunursek golgelerden suphelenmekte hakliyiz ancak ancak Astronotlarin bir yamacta oldugunu ve farkli seviyelerde oldugunu dusunursek golgelerin uzunluklarinin ayni olmamasi normal. Ayrica burasi bir studyo ise neden tek golge var?”

  • Modulun altinda niye iz yok? Teknik ozelliklerine bakilirsa Ay modulunun roketi yaklasik 1.5 ton basinc cikariyordu. Ay yuzeyi tasli ve tozlu ise modulun altinda kucuk bir krater olusmasi gerekmez miydi?
  • Ay’da atmosfer yok, oyleyse neden tum fotograflarda hic yildiz gorunmuyor? Gokyuzu neden simsiyah?

    NASA’ya gore: “Fotografla ilgilenenler bilirler, fotografta alan derinligi yani netligi odakladiginiz bolum vardir. NASA yetkilileri bu fotograflarda netligin on plandaki nesnelere gore ayarlandigini yildizlarin da bu yuzden gorunmedigini savunuyor.

  • “Man on the Moon” fotografinda ufuk cizgisine yaklastikca karanligin arttigi goruluyor. Oysa atmosferi olmayan Ay’da ufuk cizgisinin daha keskin ve parlak olmasi gerekir.
  • NASA’nin aciklamasina gore Ay’a Neil Amstrong ve Buzz Aldrin ayak basti. Peki fotografta gorulen ucuncu kisi kim? Ya da orasi neresi?

    KOMIK OLMAYIN BEYLER ORASI AY!..

  • Verilere gore Ay yuzeyindeki gunduz sicakligi 260-280 Fahrenayt. Bu sicaklikta dunyada kullanilanlardan farkli gorunmeyen film makinesi nasil erimiyor?
  • Ayin karanlik yuzundeki hava sicakligi -40 dereceye kadar ulasiyor. Bu sicaklikta elektrikli cihazlarin calismadigi biliniyor (en azindan o tarihlerde oyleydi). Diger taraftan gunese donuk tarafa geciste isi farki nedeniyle cisimlerde esneme ve kirilmalar olur. Astronotlar ve ekipmanlar buna nasil dayanabiliyor?
  • Ay’daki yercekimi Dunya’kinin 1/6’si kadar. Peki goruntulerde zipladigi gorulen Astronatlar zipladiginda neden bir adimdan oteye gidemiyor?
  • Ay’a gonderilen Apolla Uzay araci saatte 6 bin km hizla hareket eden metorlar arasindan parcalanmadan Ay’a nasil gitti ve geri dondu?

    PEKİ NEDEN KANDIRILDIK?

    CUNKU: ABD yönetimi, uzay calismalari icin 30 milyar dolara yakin para harcadi. basarisiz olunsaydi halk vergilerinin hesabini soracakti. Oysa Ay’a ayak basilinca butce onlarca katlandi.

    CUNKU: O gunlerde ABD hukumetinin uzerine Vietnam savasinin kara bulutlari cokmustu. Gundemin degismesi gerekiyordu. Astronotlar Ay’a gidince akillar da Ay’a gitti. Ve savaş unutuldu. Inanmayanlar tarih kitaplarina baksin. Ve iki olayin ne kadar eşzamanli oldugunu gorsunler.

    CUNKU: SSCB uzay yarisinda onde gidiyordu. One gecmek icin tek yol Ay’a ayak basmakti.

  • Dünya Osmanlı´yı anlama derdinde

    15. Türk Tarih Kongresi´ne büyük ilgi var. Özellikle Osmanlı´ya ilgi çok büyüt. Eskiden yalnız Avrupalıların ilgi gösterdiği Osmanlı Devleti şimdi tüm dünyanın merak odağı

    Ortadoğu en huzurlu ve refah dolu yıllarını Osmanlı döneminde yaşadı. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin kutsal mekânlarını barındıran bu topraklar, 400 yıl boyunca huzur solukladı. Yaklaşık 1 asır önce Osmanlı’nın elinden çıkan bu bölge, daha son
    ra gün yüzü görmedi, dünyanın en istikrarsız, en kanlı bölgelerinden biri haline geldi. Son yıllarda Ortadoğu’nun yeniden kaynaması dünya tarihçilerini Osmanlı’ya yöneltti.
    Önümüzdeki hafta düzenlenecek olan 15. Türk Tarih Kongresi’ne tam 750 yabancı bilim adamı bildiri gönderdi.
    Zaman’ın sorularını cevaplayan Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, rekor düzeydeki ilgiyi şöyle yorumladı: “Son yıllarda olayların dinmediği Ortadoğu’daki toprakların Osmanlı coğrafyasında bulunması tarihçileri daha fazla araştırma yapmaya itiyor.” Halaçoğlu, kongreye katılmak isteyen bütün yabancı tarihçilerin Osmanlıca ve Türkçe bildiğini vurguladı.
    Yabancı bilim adamları, 15. Türk Tarih Kongresi’nde, Türk tarihinin çok çeşitli dönemlerine ışık tutacak bildirilerini sunmak için adeta yarıştı. 11-15 Eylül 2006 tarihleri arasında Türk Tarih Kurumu’nun (TTK) ev sahipliğinde gerçekleşecek kongre için 750 bilim adamı bildiri gönderdi. Bu bildirilerin sadece 310 tanesi kongreye kabul edildi.
    TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu, rekor derecedeki katılım talebinin, tarih uzmanları arasında son yıllarda giderek artan Türkiye ve Osmanlı merakından kaynaklandığını söyledi. Halaçoğlu, kongrede bildiri sunmak isteyen 750 tarih uzmanını zaman bakımından ağırlama imkanı olmadığı için aralarında Türk bilim adamlarının da bulunduğu 310 isim ile sınırlı tuttuklarını açıkladı. Atatürk’ün bizzat katıldığı 1932 yılında düzenlenen ilk kongrede 33 bilim adamı bildiri sundu
    Katılımcı yabancı tarihçilerin hemen hepsinin Osmanlıca ve Türkçe bildiğini hatırlatan Yusuf Halaçoğlu, Türkiye tarihinin giderek artan sayıda takipçilerinin olduğunu aktardı. Kongre boyunca çok farklı konu başlıklarını içeren bildirilerin sunulacağını belirten Halaçoğlu, uzmanların konu seçimlerinde ve ifadelerinde tamamen özgür olduklarını söyledi. Ermeni ve misyonerlik gibi tartışmalı konuların da konuşulacağı kongrede, Ermeni soykırımını savunan isimlerin de çıkabileceğine işaret eden Halaçoğlu; “Ancak bu iddialarını sağlam belgelere dayandırmalıdırlar. Bu iddiayı savunacak bilim adamının tezlerini çürütecek birikimimiz var.” dedi.
    Yusuf Halaçoğlu, bu yılki ilgiyi; “Ortadoğu’da yaşanan olayların geçtiği toprakların Osmanlı coğrafyasında bulunması, tarihçileri bu topraklarda daha fazla araştırma yapmaya itiyor.” sözleri ile açıklarken, Hazırlık Komitesi’nde yer alan Prof. Dr. İlber Ortaylı da, kongrenin bilim dünyasında prestijli bir yere sahip olmasının ilgi noktasında önemli bir sebep olduğunu söyledi. Ortaylı, eskiden sadece Avrupalıların ilgi gösterdiği Osmanlı’ya şimdi tüm dünyadan ilgi olduğunu belirtti.
    Yabancı uzmanların sunacağı bazı bildiri başlıkları
    Salahi R. Sonyel “Kurtuluş Savaşı Döneminde Padişah Vahdettin’in İngilizlerle İlişkileri”, Howard Reed “Gazeteci Louise Bryant’ın 1923 Yılında Türk Liderleri ile Yaptığı Röportajlar”, Entela Muço “Atatürk Döneminde Türk Kadının Batılılaşması ve Arnavutluk’taki Etkileri”, Boris Potskhveriya “İkinci Dünya Savaşı Zamanında Türkiye’nin Tutumu ile İlgili Sovyet Arşiv Belgeleri”, George S. Harris “Washington’da İki Türk Büyükelçisi: Ahmet Muhtar ve Mehmet Münir”, Kerstin Tomenendal “1. Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan Yergili ve Mizahi Haftalık Dergilerinde Müttefiki Türklerin İmgesi”, Aleksander Vasilyev “18.-19. Yüzyıllarda Rusya Harbiyesinde Öğretim Görerek Rus İmparatorları Tarafından Ödüllendirilmiş Olan Türk Subayları Hakkında Rusya Devlet Arşivindeki Belgeler”, Muhammed Ahmed “Sultan 2. Abdülhamit ve Filistin Meselesi”
    Yabancı uzmanların yanı sıra Türk bilim adamları da Osmanlı’da ABD’li misyonerlerin faaliyetleri, Ermeni iddiaları, Osmanlı toplumuna şans oyunlarının girmesi, İncirlik Üssü ve Türkiye-ABD ilişkileri gibi ilgi çekici konularda Türk uzmanlar bilgiler verecek.