Siyasi Tarih (R-T)
Ruhr Sorunu
Almanya ile Fransa arasında tartışma konusu olan bir bölge sorunu. I.
Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa, Almanya ile fizik garantiler peşinde
koşuyor, tamirat borcu konusunda ısrar ediyordu. Kendini daha güvenli bir
konuma getirmek için Almanya’yı “çevreleme politikası” uyguluyordu.
Almanya ise Alsace-Lorrene bölgesinin Fransa’ya verilmesi ile demir
cevheri ihtiyacını ithalat ile karşılamaya başladı. Endüstri bölgesi olan
Ruhr’da yeni demir ve çelik işletmelerinin kurulmasını sağlamaya ve maden
kömürü işletmeciliğini modernleştirmeye girişti. Almanya’nın Fransa’ya
olan tamirat borcunun ödenmesinde aksaklık çıkmaya başlayınca, Fransa 1921
yılında Düsseldorf, Duisburg ve Ruhrort’u işgal etti. Ödemedeki aksaklığın
devam ettiğini görünce, tamirat borcunu kendisi toplamak için Ocak 1923’te
Ruhr bölgesini işgal etti. Ruhr bölgesini kendisi işletecek ve elde ettiği
geliri de tamirat borcundan düşecekti. Daha sonra ortaya çıkacak olan
“Dawes Planı” ile Almanya’nın tamirat borcu taksitlere bölündü ve nihayet
işgal 1925 yılında sona erdi.
Rus Devrimi
Mart 1917’de Rusya’da Çarlık rejimine son verilmesinden sonra Kasım
1917’de başlayan değişim. 1800’lerin sonlarında Avrupa’da toplum içindeki
sınıflar arasında siyasal dengenin sağlanması çabaları, uzlaşmalar yoluyla
bir ölçüde başarılı olmuşsa da, iki grup bu çaba ve arayışların dışında
kalmıştı. Bunlardan birincisi; Batı eğitimi görmüş, bulunduğu ortama
yabancılaşan Doğu Avrupa’nın okumuş kitlesiydi. Toplumdan soyutlanma ve
ondan uzak kalma, Rusya gibi imparatorluklarda oluşmakta bulunan devrim
potansiyelini artırmaktaydı. İkincisi, orta sınıfın siyasal önderliğini
kabul etmeyen fabrika işçileri. Fransız devrimin etkisi ile 1825 Aralık
ayında çıkan Dekamberist ayaklanması Rusya’da büyük yankı uyandırmıştı.
Ayaklanma bastırılmıştı. Fakat işçilerin kurtarıcısı olarak gözüken
Marksizm teorilerinin yayılmasına engel olunamamıştı. Keza, aydınlarda da
bu gibi fikirler yayılmış, varolan otokratik düzenin yıkılması için
mücadele veriyorlardı. Rusya’nın beşte dördünü oluşturan köylüler, toprak
sahiplerinin kölesi durumunda idiler. 5 Mart 1861 tarihinde çıkarılan
“Kurtuluş Kanunu” ile serflik kurumu kaldırılmış ve ortaya bir işçi sınıfı
çıkmıştır. Köylüye yapılan toprak dağıtımındaki bozukluk köylü halkını
tedirgin etmiş, onların çeşitli hareketlere girişmelerine sebep olmuştur.
1870’lerde ortaya çıkan bu hareketlerden biri “Narodnik” ve
“Narodniçestro” hareketidir. Bu hareket hükümetin baskısından dolayı
başarı kazanamadı ve 1881 yılında Rus Çarı II. Aleksandr’ın öldürülmesi
üzerine, bu “Halkçı Hareket” taraftarları ülkeyi terketti. 19. yüzyılda
başgösteren yoksulluk, halkın grevler düzenlemesine neden olmuş, bunun
sonucu olarak da sendikacılık faaliyetleri artmıştır. Bu ortamda Marksist
örgütler arttı. 1895 yılında Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) tarafından
Marksist nitelikte “İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği” ve
daha sonra 1898 yılında “Sosyal Demokrat İşçi Partisi” kuruldu. Sosyal
Demokrat İşçi Partisi’nin 1903 yılında yaptığı kongresinde Rusya’da
Marksist devrimin gerçekleştirilmesi ve bunun için de partinin nasıl bir
nitelik kazanacağı sorunu, partide görüş ayrılığına sebep oldular.
Sonraları bu parti Lenin’in önderliğini yaptığı Bolşevik ve Menşevik olmak
üzere ikiye ayrıldı. Bolşevikler, küçük ve devrimci bir elitin denetiminde
sıkı bir parti kurmak isterken, Menşevikler daha geniş ve katılmaya açık
bir örgüt kurmak istiyorlardı. Menşevikler’den Trotsky’nin önderliğinde
1905 yılında Petersburg’da bir ayaklanma oldu. Moskova ve Peterburg’da
“İşçi Sovyetleri” kuruldu. Ayaklanma bastırıldıysa da, Çar II. Nikola bazı
haklar vermeyi ve Rus Meclisi Duma’yı açmayı uygun gördü ve bir seçim
yasası çıkartıldı. Bu durumu etkileyen olaylar yanında, Rusya’nın
yenilgisi ile sonuçlanan Rus-Japon savaşı da sayılabilir.
1917 yılına gelindiğinde Rusya’da vergi sistemi iflas etmiş durumdaydı.
Savaş harcamaları, erimekte olan altın rezerveleri ve dış borçlar ile
karşılanmaktaydı ve Rus halkının tek seçeneği Çarlık rejimine karşı
gelmekti. Ülkenin savaşta da olması durumu gerginleştirdi. Bu ortamda 8
Mart 1917 tarihinde Petersburg’da başlayan gösteri ve grevler genel
ayaklanmaya dönüştü. 12 Mart 1917 tarihinde Petersburg’da “İşçilerin ve
Askerlerin Sovyet”i kuruldu. Üç yıldır aç, silahsız ve bıkkın bir biçimde
savaşı sürdüren ordu Çar’ın yanında yer almadı ve devrimci hareketin
üzerine yürümedi. Yapılan devrim iki aşamalıydı. Mart 1917’deki birinci
aşamada, Sovyet yetkilileri ile Duma temsilcileri arasında yapılan
görüşmeler sonucu Çarlık rejimine son verilmiş ve liberal görüşlü Prens
Lvov’un başkanlığından Bolşevikler hariç hemen hemen bütün siyasal
eğilimli partilerin katıldığı bir koolisyon hükümeti kurulmuştur. Kurulan
hükümetin beklenen barışı sağlayamaması, toprak reformunu
gerçekleştirememesi, işçilerin sorunlarına eğilememesi ve ekmeğe ihtiyacı
olan halkın isteklerini gerçekleştirememesi koalisyonun başarısızlığını
göstermiştir. Bunun sonucu Bolşeviklerin halktaki desteğinin artmasına
oldu.
Devrimin ikinci aşamasında, Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler, hemen
hemen tek kurşun bile atmadan 7 Kasım 1917 tarihinde yönetimi ele
geçirdiler. Ordu bunların yanında yer aldı. Böylece Rusya’da Bolşevik
Devrimi gerçekleşti.
Rus-Japon Savaşı, 1904-1905
Rusya ve Japonya arasında sürdürülen ve tarihte en önemli ve uzun vadeli
sonuçlar yaratmış bir savaştır. 1902 yılına gelindiğinde Japonya İngiltere
ile ittifak kurmuş, doğal yayılma alanı olarak gördüğü Mançurya ve Kore
üzerinde var olan Rus etkisini ortadan kaldırmak için bölgeye, göz
dikmişti. Rusya ile yapmak istediği savaşın hazırlıklarını yapıyordu. 1904
yılında bir bahane ile Port Arthur limanına bir baskın yaparak, Rusya ile
savaşa girmiş ve bir buçuk yıl sürecek olan savaşta hem denizde hem karada
Rusya’yı yenilgiye uğramıştır. Savaşın Avrupa’ya sıçramaması için, işe
karışmayan Avrupa devletleri savaşın Uzakdoğu ile sınırlı kalmasını
istemişlerdi. Pasifikte sömürgeci durumu gelen ABD Japonya’nın güçlenmesi
karşısında elinde bulundurduğu adaları tehlikeli duruma düşürmemek için,
Rusya’nın yardımına yetişti. O zaman ABD devlet başkanı olan Theodore
Roosevelt, arabuluculuğa soyunarak, tarafların Portsmouth Barış
Konferansı’na katılmalarını sağladı. Yapılan antlaşmaya göre, Port Arthur
ile Sakhalin adası Japonya’ya verilecek, Ruslar Mançurya’dan askerlerini
çekecek ve buradaki demir ayrıcalıklarını da Japonya’ya devredecekti.
Rus-Japon savaşı uzun vadeli sonuçlar yarattı:
a)Savaştan galip çıkan Japonya’nın tıpkı Batılılar gibi emparyalist bir
devlet olarak ortaya çıkması.
b)Rusya’nın Uzakdoğu’da başarısız olmasıyla, dikkatlerini Balkanlar’a
yöneltmesi. Bunun sonucu olarak da, I. Dünya Savaşı’nın başlaması.
c)Çarlık hükümetinin başarısızlığa uğraması, savaşın yarattığı sıkıntılar,
halkın tepkisine yol açtı ve 1971 yılında yapılacak olan Rus Devriminin
kapısını araladı.
Saar Plebisiti, 1935
Saar bölgesine ilişkin halkoylaması. 28 Haziran 1919 tarihinde Almanya ile
yapılan Versailles Barış Antlaşması “Saar” bölgesini Fransa’ya bıraktı.
Ancak bu bölgede 15 yıl sonra plebisit yapılacak, ve hangi devlete
bağlanacağı kesin olarak o zaman kararlaştırılacaktı. 13 Ocak 1935
tarihinde plebisit yapıldı ve 539.000 Saarlı’dan 477.000’i Almanya ile
birleşme lehinde oy kullanınca 1 Mart 1935’de “Saar” bölgesi Almanya’ya
teslim edildi.
Saint Germain Barış Antlaşması, 1919
I. Dünya Savaşı sonunda iki dünya savaşı arasındaki dönemin özelliklerini
belirleyecek olan Paris Barış Konferansında, bir yenik devlet olarak
Avusturya’ya imzalattırılan antlaşmadır. Antlaşma 10 Eylül 1919 tarihinde
imzalanmıştır. Buna göre, Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ile
Yugoslavya’nın bağımsızlıklarını tanıyacaktı. Önemli toprak parçaları olan
Galiçya Polonya’ya; Hırvatistan; Yugoslavya’ya; Tirol ve Tireste İtalya’ya
ve Bukovina Romanya’ya bırakılıyordu. Avusturya’ya, Almanya’ya olduğu
gibi, kısıtlayıcı askeri hükümler getirildi ve tamirat borcu yüklendi.
Böylece Avusturya’dan zorunlu askerlik kaldırılacak ve ordu 30.000 kişiye
indirilecekti.
Saint Jean De Maurienne Antlaşması, 1917
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, itilaf devletlerinin (İngiltere,
Fransa ve İtalya) Osmanlı devletinin yıkılması durumunda ortaya çıkacak
olan “toprak mirası”nı nasıl paylaşacaklarını belirleyen antlaşmalardan
biri. Antlaşma Nisan 1917 tarihinde yapıldı. Buna göre, Fransa’ya Adana;
İtalya’ya ise İzmir-Kayseri-Mersin üçgeni arasında bulunan güneybatı
Anadolu bölgesi veriliyordu. Antlaşma, 18 Ağustos-26 Eylül 1917 tarihleri
arasında üç devlet tarafından onaylandı.
Salt: bkz. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri
Samimi Anlaşma (Entente Cordiale), 1904
Fransa ile İngiltere arasında Nisan 1904’te imzalanan anlaşma. 1900’lere
gelindiğinde denge Fransa’nın aleyhine döndü. İngiltere sömürge elde etme
savaşlarında Fransa’yı yenilgiye uğrattı. Denizaşırı çatışmalarda
Fransa’nın Avrupa’daki durumu zayıfladı. Almanya’nın deniz silahlarında
İngiltere ile arayı kapatmaya başladığı anlaşılınca, sömürge yollarının
korunmasında rekabete tahammülü olmayan İngiltere, 1902’de Japonya’yla
imzaladığı İngiliz-Japon ittifakına bağlı olarak Uzakdoğudan çıkması
muhtemel bir Rus-Japon savaşında, 1894 ittifakına göre Fransa Rusya’ya
yardım ederse, Fransa’ya karşıt bir kamp içinde yeralmak istemedi. Avrupa
ülkeleri arasında silahlanma yarışı başlamış ve Üçlü İtilaf Devletleri
hızla silahlanmaya yönelmişlerdi. Balkanlar’da barış hızla bozulmaktaydı
ve bunun da büyük bir savaşa yolaçabileceği her iki devletce de
anlaşılmıştı. Sonuç olarak İngiltere ve Fransa, yakınlaşmaya zemin
oluşturması için sömürge konularını bu anlaşmaya çözüme bağladılar.
Bu anlaşmaya göre, Fransa Fas’ın siyasal statüsünü değiştirmeme sözü
veriyor, topraklarına katmama yükümlülüğü altına giriyor; buna karşılık
İngiltere Fransa’yı Fas’ta ekonomik, mali ve askeri yenilikler yapabilme
noktasında serbest bırakıyordu. İngiltere de Mısır’ın siyasal statüsünü
değiştirmeyecek, Fransa da İngiltere’nin 1882’de işgal ettiği Mısır’dan
çıkmasını istemekten vazgeçecekti. Bu anlaşmayla aynı zamanda Üçlü
İtilaf’ın ikinci kanadı ortaya çıkmış oldu.
San Fransisco Konferansı, 1945
Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulması ile sonuçlanan uluslararası
konferans (25-26 Nisan 1945) II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Müttefikler
uluslararası bir örgütün kurulması çabalarını yoğunlaştırmışlardı. Bu
örgütün temel ilkeleri, 1944 yılında toplanan Dumbarton Oaks Konferansında
ortaya atılmıştı. San Fransisco Konferansına Müttefiklerin siyasal
amaçlarını ele alan Birleşmiş Milletler Bildirisini imzalamış kırk altı
ülke ile Mihver devletlerine karşı savaşmış yirmi ülkenin temsilcisi
katılmıştır. Konferansta büyük ve küçük devletler arasında çeşitli
anlaşmazlıklar çıktı. Dumbarton Oaks ilkelerine göre kurulacak örgüt büyük
devletlere geniş yetkiler veriliyordu. Konferans’ın çoğunluğunu oluşturan
küçük devletlerin istekleri şunlardı: örgütün bütün ülkelerin eşitlik
ilkesi çevresinde temsil edildiği Genel Kurul’un yetkilerinin
genişletilmesi, uluslararası Adalet Divanı’nın yetkilerinin
genişletilmesi, kurulacak örgüt ile ilgili olarak işleme alınacak
anlaşmayı yorumlama yetkisinin Genel Kurul ya da Adalet Divanı’na
verilmesi, büyük devletlerin “veto” yetkisinin sınırlandırılması. Küçük
devletlerin isteklerinden çok azı gerçekleşmiştir. Konferansın savaşın
devam ettiği bir ortamda yapılması ve Mihver Devletlerine karşı yürütülen
mücadelede büyük devletlerin önemi, onların isteklerinin kabul edilmesini
kolaylaştırmıştır. Konferans 26 Haziran’da elli ülkenin BM Antlaşmasını
imzalanması ile sonuçlanmıştır.
San Remo Konferansı, 1920
I. Dünya savaşından sonra Ortadoğu üzerindeki barış konferansı. 24 Nisan
1920’de San Remo’da açıldı ve burada Avrupa devletleri dağıtılacak
“Mandat”lar üzerinde anlaşmaya vardılar. Suriye’de Fransız, Irak ile
Filistin’de ise İngiliz “Mandat”ını kuran antlaşmaya Balfour Deklarasyonu
da dahil edildi. Böylece yapılan anlaşmalar her yönüyle, self
determination ilkesine aykırı hale geldi. Konferans, ayrıca
Mezopotamya’nın petrol kaynakları sorununu da çözdü. Musul, Fransız etki
alanından İngiliz etki alanına geçirildi ve petrol gelirlerinden Fransa’ya
da pay ayrılacağı kabul edildi. Suriye, Mezopotamya ve Filistinli Araplar,
San Remo’nun kurduğu bu yabancı yönetimine karşı çıktılar ve düzenlemeyi
Wilson ilkelerinin açık bir ihlali olarak değerlendirdiler.
Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA)
Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri arasında 11 Aralık 1980
tarihinde yürürlüğe giren, beş yıllık süreler ile yenilenen antlaşma.
Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması’nın ilki 3 Temmuz 1969 tarihinde
gizli olarak imzalandı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında, A.B.D.
sözkonusu antlaşma hükümlerine aykırı olarak Şubat 1975 tarihinde
Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başladı. Bunun üzerine antlaşma
gizliliğini yitirdi ve Türkiye-Amerika’nın üslerini kapattı. Amerikan
ambargosunun Eylül 1978’de kaldırılması ile başlayan görüşmeler sonucunda
29 Mart 1980’de Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalandı.
Hükümetleri açıklanmayan antlaşmanın süresi dolduğunda, Amerikan
yönetiminin antlaşma hükümlerini yerine getirmemesi, silah için verdiği
kredilerin faizlerini düşürmemesi, Kıbrıs konusunda lobilerin etkisinde
kalması gibi nedenlerle antlaşma yeniden ele alındı. A.B.D. Dışişleri
Bakanı George Schultz’un 16 Mart 1987 tarihli bir mektupla, Türk silahlı
kuvvetlerinin güçlenmesine yardım edileceğini, terörizm ile mücadelede
Türkiye ile işbirliği yapılacağını, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
modernizasyonu için gayret gösterileceğini, Ortak Savunma Sanayi Yürütme
Komitesi’nin düzenli olarak toplanacağını, iki ülke arasında karşılıklı
ticaretin teşvik edileceğini bildirmesi üzerine, Türkiye Dışişleri Bakanı
Vahit Halefoğlu’nun mutabakat mektubu ile antlaşma 1990 yılı sonuna kadar
uzatıldı. Fesih sözkonusu olmadığı için antlaşmanın yürürlüğü devam
etmektedir.
Schengen Antlaşması, 1990
Avrupa Topluluğu üyesi beş ülke arasında, sınır kapılarındaki polis ve
gümrük kontrollerini 1 Ocak 1992’de bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan
antlaşma. Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında
Haziran 1990’da imzalanan antlaşmaya göre, Topluluk üyesi olmayan
yabancıların “Schengen Alanı” adı verilen bu beş ülkeye girişlerinde
çeşitli şartlar aranacaktır. Bu antlaşma, Avrupa’nın siyasi birliği
doğrultusunda önemli bir adımdır. İtalya, sınır kontrollerinin yeterince
sağlam olmadığı gerekçesiyle bu alan içine sokulmamıştır. Danimarka bu
antlaşmaya siyasal nedenlerle katılmazken, İrlanda, Yunanistan ve
İngiltere coğrafi nedenlerle bu antlaşmaya uygun olmayan ülkeler olarak
değerlendirildiler. Almanya’nın birleşmesiyle Doğu Almanya da doğal olarak
bu alanın içine girdi. Haziran 1991’de İspanya, Portekiz ve İtalya bu
antlaşmaya katıldılar.
Schuman Planı, 1950
9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın Batı Almanya ve
Fransa’da çelik ve kömür üretimini denetleyecek tek bir organ oluşturması
ve bu ortaklığın diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine ve Birleşmiş
Milletlerin işbirliğine de açık tutulması konusunda önerdiği plan. Robert
Schuman, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kuran ve “Avrupa Birleşik
Devletleri”nin kurulması konusunda çaba göstermiş bir kişidir. Robert
Schuman’ın önerisi Fransız hükümeti tarafından “Avrupa’nın birleşmesi
konusunda atılan ciddi bir adım” olarak değerlendirildi.
Dokuz ay süren uzun müzakerelerden sonra, “Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu” kurulması konusunda ortaya atılan tasarı (Schuman Planı) Batı
Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya Dışişleri
Bakanlarının katıldığı Paris konferansında kabul edildi (18 Nisan 1951).
Yapılan antlaşmaya göre, üye ülkeler arasında kömür ve çeliğin dolaşımında
var olan bütün sınırlamalar kaldırılacak, üretim ve fiyatların kontrol
altına alınması için, önlemler alınacaktı.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun ilk başkanı, Fransız ekonomi uzmanı ve
diplomat olan Jean Monnet’ti.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1958 Roma Antlaşmasıyla, “Avrupa Atom
Enerjisi Topluluğu”na (EURATOM) dönüştü.
SEİA: bkz. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması
Sevres Barış Antlaşması, 1920
I.Dünya Savaşından sonra galip devletlerle İstanbul’daki Osmanlı hükümeti
arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan bir barış antlaşmasıdır.
Sevres, galiplerle öteki Avrupa devletleri arasındaki antlaşmalardan çok
daha ağırdır. Sevres sadece eski, köhne ve yenilmiş bir imparatorluğu
parçalayan bir antllaşma değildir. Sevres, yalnız Türklere bağımsız yaşama
hakkını tanımayan bir antlaşma da değildir. Sevrek Türkler’e “yaşama
hakkını” tanımayan bir barış antlaşmasıdır.
Sevres Antlaşmasına göre, Osmanlı devletinin Rumeli sınırı bugünkü
İstanbul ilinin sınırına getiriliyor ve böylece “Türklerin Avrupa’dan
atılması” ile ilgili yüzyıllık Avrupa amacı gerçekleşiyordu. B. Anadolu
Yunanistan’a; güneyde Mardin, Urfa, Antep ve Amonos dağları Fransa’ya
veriliyordu. Doğuda Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan’ı içine alan bir
Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölgede Kürdistan kuruluyordu.
Irak İngiltere’ye bırakılıyordu. İstanbul uluslararası bir kent olacak ve
Boğazlarda donanması, ordusu ve bütçesi olan bir Boğazlar Komisyonu
kurulacaktı. Bütün bunların dışında Osmanlı devletinin askeri gücü de
kolluk kuvvetleriyle sınırlandırılıyordu. Kısaca, Osmanlı devleti İtilaf
devletlerinin ortak bir sömürgesi haline getiriliyordu.
Silahların Denetimi
Silahların geliştirilmesini, denenmesini, konuşlandırılmasını ya da
kullanılmasını denetim altına tutmaya yönelik uluslararası sınırlamalar.
Silahların denetiminin iki ana işlevi vardır: Askeri durumun içerdiği
belirli riskleri azaltarak topyekün savaş olasılığını azaltmak ve
çatışmaların baş göstermesi durumunda serinkanlı politikalar uygulanma
olasılığını artırmak. Silahsızlanma ve silahların sınırlandırılmasından
farklı bir anlam taşıyan silahların denetimi, mutlaka silah üretiminin
yasaklanmasını getirmez. Ama bu alanda kısıtlayıcı bir rol oynayabilir.
Silahların denetimi, askeri politika alanlarındaki karşıt güçler arasında
bir tür işbirliğinin sağlanmasıdır. Bu aynı zamanda, bir ülkenin dünya
güvenliğini desteklemek için tek taraflı olarak savaş gücünü azaltma
kararını da içine alabilir.
1960’lardan bu yana uluslararası politikada toplu bir silahsızlanmadan
çok, silahların denetimine doğru bir eğilim olduğu gözlenmektedir. Bu
konuda ABD ve SSCB başı çekmektedir. Bu antlaşmaların en dikkate değer
olanı nükleer silahların Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Denenmesini
Yasaklayan 1963 tarihli Anlaşmadır. Yeraltında Nükleer Denemeleri
Sınırlandıran Anlaşma ve Stratejik Silahların Sınırlandırılması
Görüşmeleri bu kapsamda imzalanan anlaşmalardır.
Siyasi Tarih
Devletlerden, devletlerin ortaya çıkışından, değişme, gelişme,
yıkılışlarından ve devletler arasındaki siyasal ve bir dereceye kadar
ekonomik ilişkilerinden söz eden disiplindir. Bu tanımdan esinlenerek buna
uluslararası ilişkiler tarihi de diyebiliriz. Genel olarak baktığımızda
“siyasi tarih” terimi iki kavramı içermektedir. Bunlar:
1) Devletlerin kuruluşlarını, geçirdikleri gelişmelerini, devlet içindeki
bireylerin ya da grupların çatışmalarını ve devletlerin dünya tarihi
içindeki yer ve önemini inceleyen siyasi tarih;
2) Uluslararası ilişkilerin temel birimlerinin birbirleriyle olan
ilişkilerinin tarihini inceleyen siyasi tarih.
Siyonizm Hareketi
Filistin toprakları üzerinde ulusal bir yahudi devleti kurma amacı taşıyan
milliyetçi yahudi hareketi. Yaklaşık iki bin yıl kadar önce bölgeden
çıkartılan Yahudilerin tekrar bu topraklara dönmeleri için, XVI ve XVII.
yy.’da bir dizi “mesih”, hareketleri ortaya çıktı. Fakat Yahudilerin
Filistine dönmesi konusu daha çok XIX. yy. başlarında Hristiyan çevrelerce
gündeme getirildi. Batı’nın laik kültürüne ayak uyduramayan Doğu Avrupalı
Yahudiler, Çarlık yönetiminin Yahudi karşıtı “pogrom (yıkım yada kargaşa)
hareketleri üzerine, Filistin’e yerleştirmeyi özendirmek için Havevei
Sion’u (Sionu Sevenler) kurdular. Bu hareket eski Kudüs tepelerinde,
Sion’da somutlaşan Filistin topraklarına bağlılığın uzantısıydı.
Avrupa’da anti-semitizm hareketinin yaygınlaşması ve Theodor Herzl’in
savunduğu yurt edinme düşüncesi, siyonizme siyasal bir nitelik kazandırdı.
1897 yılında Herzl ve Weizmann’ın öncülüğünde İsviçre’de toplanan Siyonist
Kongre Siyonizmin Yahudi halkının Filistin topraklarında bir yurt
yaratmayı amaçladığını içeren Basel Programını onayladı. Bu dönemden sonra
Filistin’e Yahudi göçü hızlanmıştır. İngiltere siyonizmi bölgede güçlenen
Arap ulusçuluğunu dengeleyecek bir araç olarak görüyordu. I. Dünya
Savaşının başlamasıyla siyonizmin siyasal yönü yeniden ön plana çıktı.
İngiltere’de yaşayan Rus yahudilerinden Weizmann ve Sokolow Filistin’de
Yahudi devletinin kurulmasını öngören Balfour Bildirisinin yayınlanmasında
önemli rol oynadılar. Milletler Cemiyetinin Filistin’i İngiliz Manda
yönetimine bırakan belgesinde de (Temmuz 1922) bu bildiriye gönderme
yapılarak konuya yer verilmiştir. Dünya Siyonist Örgütünün
yönlendiriciliği ile bölgede Yahudi göçü hızlanmış ve Filistindeki Yahudi
nüfusu 1933’te 238 bine yükselmiştir. Filistin’in giderek Yahudi devletine
dönüşümü, Arapları siyonizme ve onun destekçisi İngiliz politikasına karşı
ayaklandırdı. 1929’da ve 1936-1939 arasında Arap ayaklanmaları,
İngilizleri soruna bir çözüm bulmaya yöneltmiştir. Almanya’da Nazilerin
iktidara gelmesi ile göç hareketi hızlanırken, bir çok ülkedeki Yahudiler
de siyonizme daha sıcak bakmaya başladılar. Araplarla Yahudiler arasındaki
gerginliğin giderek artması sonucun, İngiltere sorunu 1947 yılında BM’ye
götürdü. Burada yapılan çalışmalarda Filistin topraklarının bölünmesine
karar verildi. Bu kararın verilmesinden sonra beliren kargaşa ortamında 14
Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Ulusal Konseyi İsrail
Devleti’nin kurulduğunu ilan ederken Siyonizm bölgedeki siyasal amacına
ulaşmış oluyordu.
Soğuk Savaş
II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler
Birliği arasında sürdürülen sürekli gerginlik ve sınırlı çatışma
biçimidir. Soğuk savaş, 1917’den başlayan Doğu-Batı çekişmesinin bir
ürünüdür. Bu çekişme II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha belirgin hale geldi.
Soğuk savaş geriliminin azaldığı ya da çok yoğunlaştığı dönemler olmuştur.
“Soğuk Savaş” deyimi ilk kez 1947 yılında ABD’li Bernard Baruch tarafından
kullanılmıştır. II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu
Avrupa’da SSCB’nin etkisi artmaya başladı ve bu bölgedeki ülkeleri bir
ölçüde kendi şemsiyesi altına aldı. Bundan korkan ABD ve İngiltere, Batı
Avrupa’da ve başka yerlerde ve Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara
gelmemesi için çeşitli girişimlerde bulundular. Uyguladıkları Marshall
Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD’nin nüfuzu altına girerken, Doğu Avrupa
ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin kurulması ile Soğuk
Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman Doktrini çerçevesinde, Batı
Avrupa’nın SSCB’ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun sonucu olarak
da NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması
Örgütü) kuruldu. Buna karşı, SSCB’de Varşova Paktı’nı kurdu ve Çin’de
Sovyet yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece soğuk savaşı daha
belirgin hale getiren bloklar oluştu ve çeşitli çatışma konuları ortaya
çıktı. Kore ve Vietnam savaşları, Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında
Ortadoğu’daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı, Küba krizi gibi olaylar
soğuk savaşın doruğunu oluşturdu. Soğuk savaşta blok liderlerinin kendi
blokları içerisinde yer alan ülkelerin içişlerine karıştıklarına
rastlanmıştır. 1962’den sonra (özellikle Küba bunalımından sonra) yavaş
yavaş ortaya çıkan “detant” (yumuşama) dönemiyle karşıt iki blok, yerini
daha karmaşık bir yapıya bıraktı. Yeni bağımsız ülkeler ortaya çıktı.
Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda görüşler vurgulamaya
başladılar. İki blok arasındaki çekişmeyi sona erdirmek için 1975 yılında
iki blok ülkelerinin katıldığı AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Konferansı) çerçevesinde Nihai Senet imzalandı. Fakat Asya ve Afrika’daki
karışıklığın tırmanması bu detente (yumuşama) sürecini sona erdirdi.
1980’lerin başında yeniden soğuk savaş dönemine girildi. Fakat 1985
yılında SSCB Komünist Parti Genel Sekreterliğine Mikhail Gorbaçov’un
gelmesi ile, iki blok arasındaki buzlar eriremeye başladı. Ve 1989 yılında
Doğu Avrupa’da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen
Berlin Duvarı’nın yıkılması ile II. Dünya Savaşından sonra başlayan süreç
sona ermeye başladı.
Sosyalist Enternasyonel
Sosyalist ve sosyal demokrat partilerin aralarında örgütledikleri birlik.
Bu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist eğilimli partilerin
başlattıkları örgütlenme girişimlerinin ürünüdür. 1946’da kurulan ve daha
sonra bir danışma organı olan Uluslararası Sosyalist Konferans
Komitesi’nin (COMISCO) girişimi ile Temmuz 1951’de Sosyalist Enternasyonel
kuruldu. Birlikte her partinin bir oyu vardır ve kararlar oybirliği ile
alınır. Birlikte bir hiyerarşik düzen oluşturulmuştur. En yüksek organ
“Kongre”, onun altında bütünüyle parti temsilcilerinin yeraldığı alt
örgütler ve on iki ülkenin temsilcisinin oluşturduğu “Büro” bulunmaktadır.
Bu birlik Sovyet türü Komünist sisteme karşı çıkarak demokrat sosyalizmi
savunmaktadır. Birlik, NATO tarafından da desteklenmektedir. Bundan
etkilenerek de insan hakları, demokrasi, genel silahsızlanma, barış içinde
yaşamak gibi noktaları savunmaktadır.
Birlik, Avrupa Birliği çalışmalarına da katılmaktadır. Birliğe Dünya
çapında altmış dolayında sosyalist eğilimli parti üyedir. Türkiye’den
Sosyal Demokrat Halkçı Parti (şimdiki CHP) Haziran 1989’da birliğe üye
olmuştur.
Sovyet Alman Paktı: bkz. Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı
Sovyet-Çin Çatışması: bkz. Çin-Sovyet Çatışması
Sovyet Devrimi: bkz. Rus Devrimi
Soykırım Sözleşmesi
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun dünyada soykırım suçunu önlemek
amacıyla 9 Aralık 1948’de kabul ettiği uluslararası sözleşme. Bu sözleşme
ve taraf olan devletler gerek savaş, gerekse barış zamanında izlenen
“soykırım” (genocide) suçunu bir uluslararası suç saymakta ve bu suçu
önlemeyi bir yükümlülük olarak kabul etmektedir. Türkiye 29 Mart 1990
tarihinde, 5930 sayılı kanunla bu sözleşmeye taraf olmuştur.
Sömürgecilik
Bir devletin egemenliğini başka topraklar ve halklar üzerinde kurması ya
da genişletmesidir. Sömürgeciliğin tarihi çok eskilere gitmektedir.
İlkçağların devletleri de çevrelerindeki güçsüz ülkelerin kaynaklarından
yararlanmak için onları sömürgeleştirirlerdi. Daha sonra, XV. yüzyılın
sonlarında başlayarak çeşitli Avrupa devletleri dünyanın geniş alanlarını
keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeye başlamışlardır. Bu, XV. yüzyıldan beri
Avrupa tarihinin önemli bir özelliğidir. Sömürgeciliğe çok yakın olan
Emperyalizm sömürgeciliğin bir biçimidir. Emperyalizm, Avrupa’nın büyük
devletlerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde
genişlemelerine verilen addır. Bugünkü tanımlanışı ile, Avrupa’da kuvvet
politikasının, devletlerarası sürtüşme ve ekonomik rekabetin denizaşırı
bölgelere yayılmasıdır. Sömürgeciliğin tarihi çok geçmişlere dayansa da,
Avrupa’nın XIX. yüzyılda endüstri devrimi sonucu karşılaştığı ekonomik ve
toplumsal sorunlara çözüm getiren yöntem olarak yenidir. Sömürgecilik
olgusunun temelinde şu unsurlar yatmaktadır: 1) Ekonomik unsur,
2)Demokratik unsur, 3)Güvenlik endişesi, 4)Ulusal itibar ve büyüklük
duygusu. 20. yüzyılda ortaya çıkan iki Dünya Savaşı, sömürgeciliğin
gerilemesi sonucunu doğurmuştur. 1960’larda başlayan hızlı uluslaşma
süreci, hemen hemen sömürgeciliğin sonunu gösteriyordu. Ve 1989 yılında
Doğu Avrupa’da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen
Berlin Duvarı’nın yıkılması ile II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan süreç
sona ermeye başladı.
Sputnik Olayı, 1957
Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de yapay bir uyduyu, yani Sputnik’i
uzaya yerleştirmesi. Bu başarı Sovyetler Birliği’nin 1949 yılında atom
gizlerini elde etmesinden sonra, şimdi kıtalararası füze yapımını da
gerçekleştirdiğini vurguluyordu. Sovyetler Birliği o ana kadar, atom
silahına sahip olmasına rağmen, bu silahı ABD’nin topraklarına kadar
fırlatacak teknikten yoksundu. Şimdi bir yapay uyduyu uzaya yerleştiren
Sovyetler Birliği, aynı füzenin ucuna atom silahını da kolaylıkla
yerleştirebilirdi. Bu olay ABD ve NATO’nun stratejilerini temelden
değiştirmiştir. Bu olaytan sonra ABD, Sovyetler Birliği’ne yakın olan
müttefiklerinin topraklarında Orta Menzilli Güdümlü Füze
(IRBM-Intermediate Range Ballistic Missile) yerleştirmeyi düşünmüştür.
Sri Lanka Konferansı, 1976
Bağlantısız ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarının Sri Lanka’nın
başkenti Colombo’da (yeni adı Srilanka) yaptıkları toplantı. 1975 yılında
Peru’nun başkenti Lima’da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında yeni
tam üyelik ve gözlemcilik teklifleri ele alınmış, uluslararası para
sisteminin yeniden düzenlenmesi konusu görüşülmüştü. Bağlantısızlar
Koordinasyon Bürosu’nun 1976 yılı başlarında yaptığı toplantıda aynı konu
önem taşırken, aynı yılın Temmuz ayında Hindistan’ın başkenti Yeni
Delhi’de yapılan bir başka toplantıda da Bağlantısız ülkelerin kitle
iletişim araçları ile ilgili konularda yapabilecekleri işbirliği üzerinde
durulmuştur. Zirveden önce Sri Lanka’nın başkenti Colombo’da yapılan
Dışişleri Bakanları toplantısında konferansa çeşitli statülerde katılacak
ülkeler belirlenmiş ve Koordinasyon Bürosu’nun on yedi olan üye sayısı
yirmi beşe çıkarılmıştır. Konferansta, Bağlantısızlar hareketinin genel
durumu, bazı sömürgelerin bğımsızlıklarına kavuşmaları, Güney Afrika ve
ırk ayrımı sorunu, Ortadoğu ve Filistin sorunu, Hint Okyanusu ve Kore’nin
silahtan arındırılması konuları görüşüldü. Kıbrıs sorununa ilişkin olarak
da, Türkiye’nin tamamen aleyhine bir ifade siyasal bildirgede yer
almıştır.
Stalin, Josif
Asıl adı Joseb Vissarionoviç Cugaşvili (Doğumu 21 Aralık 1879; ölümü 5
Mart 1953). Sovyetler Birliği Genel Sekreteri (1922-53) ve SSCB Başkanı
(1941-53). Çeyrek yüzyıl boyunca sınırsız bir otoriteyle yönettiği SSCB’yi
dünyanın en güçlü ülkeleri arasına sokmuş, Stalinizm adıyla anılan
ekonomik ve siyasal düşünce ve uygulamaları 1980’lerin sonlarına değin
sosyalizm tarihine damgasını vurmuştur. Kurumsal olarak, dünya devrimi
olmadan da Sovyetler Birliği’nin ayakta durabileceği inancıyla “tek bir
ülkede sosyalizm” fikrini ortaya attı. Bu öğreti, işleri çekip çeviren
orta kademe parti kadrolarınca benimsendi.
Stalin, 1928’de Lenin’in Yeni Ekonomik Politikasına (NEP) son vererek,
birbirini izleyen beş yıllık planlarını sıkı merkezi disiplinli altında
hızlandırılmış, sanayileşme programı başlattmıştır. 1937’de SSCB toplam
sanayi üretiminde ABD’nin ardından dünyada ikinci sıraya yerleşti.
II. Dünya Savaşı’nda Stalin hiç umut vermeyen bir başlangıcın ardından
büyük iradesi, enerjisi ve örgütleyiciliği ile savaşan tarafların üst
yöneticilerinin en başarılısı oldu. Bu dönemde Sovyetler Nazizme karşı
zikzaklı bir politika izledi. Savaş içindeki ve sonundaki düzenlemelerde
başrol oyuncularındandı.
Stalin, resmi açıklamaya göre, bir beyin kanaması geçirerek öldü.
Stoica Planı, 1957
1957 yılında Romanya Başbakanı Chivu Stoica, kendi adı ile anılan ve
Balkanlarda işbirliğini savunan bir plan ortaya attı. 17 Eylül 1957
tarihinde açıklanmış bulunan planın önemli noktaları şunlardır:
1-Balkanlardaki ekonomik ve kültürel gelişmenin şu aşamasında, bölge
ülkeleri arasındaki ilişkilerin gelişme ve güçlenme imkanları çok
büyüktür. 2-Balkanların bazı devletleri arasında çözülmemiş anlaşmazlıklar
vardır, ama bunlar işbirliğini engellememelidir. 3-Ekonomik işbirliğinin
geliştirilmesi Balkan ülkelerinin yararına olacaktır ve bu yüzden ortak
ekonomik girişimlerde bulunulmalıdır. 4-Balkan halkları arasında kültürel
bağlar güçlendirilmelidir. Stoica Planın önemli bir özelliği nükleer
silahlardan arındırılmış Balkanlardan söz etmemesidir.
Stoica, 1959 Haziran’ında işbirliği önerisini tekrarladı. Bu önerinin
önceki plandan üç farklı özelliği vardır. 1-Balkanlarda nükleer
silahlardan arındırılmış bir bölge kurulmasını öngörüyordu. Burada amaç
ABD’nin, Türkiye, Yunanistan ve İtalya’ya yerleştirmiş olduğu füzelerdi,
bunların sökülmesini amaç edinmişti. 2-Bu planın arkasında Sovyet desteği
birincisinden çok daha açık ve güçlüydü. 3-İşbirliğinin alanı İtalya’yı da
alacak bir şekilde genişletilmişti.
Stratejik Savunma Girişimi (Strategic Defence Initiatives-SDI)
Yıldız savaşları olarak da bilinir. SSCB’nin olası nükleer saldırısına
karşı ABD yönetimince tasarlanan stratejik savunma sistemi.
SSCB’nin kıtalararası balistik füzelerinin uçuşlarının çeşitli
aşamalarında yok etmeye yönelik olan SDI, üzerinde hala çalışılması ve
geliştirilmesi öngörülen sistemleri gerektirmektedir. Sistemin esası,
uzaya ve yeryüzüne konuşlandırılmış lazer savaş istasyonlarının yok edici
ışınlarını, çeşitli yöntemlerle hareketli Sovyet hedeflerine yöneltmesine
dayanmaktadır. Sistemin bir başka önemli öğesi, havadan ve yerden
fırlatılan füzelere nükleer olmayan öldürücü mekanizmalar ekleyerek,
ABD’ye ait kıtalararası balistik füze siloları gibi ana hedefler
çevresinde yoğunlaştırılmış bir geri savunma kademesinin oluşturulmasıdır.
Ayrıca Sovyet saldırılarını ortaya çıkarmak için yeryüzüne, gökyüzüne ve
uzayayerleştirilecek alıcılarda radar, optik araçlar ve kızılötesi ışın
gibi tehdit algılayıcı sistemler kullanılması öngörülmektedir.
ABD Kongresi 1980’lerin ortalarında konuyla ilgiliçalışmalar için gerekli
fonu onayladı. Ama program, doğuracağı askeri ve siyasal sonuçlar ve
teknik uygulanabilirlik açısından silah uzmanları ve devlet görevlileri
arasında tartışmaya yol açtı. SDI’yi savunanlar etkili bir savunma
sisteminin olası bir Sovyet saldırısını caydıracağını öne sürmektedir.
Programa yöneltilen eleştiriler ise, bu sistemin ABD’yi tümüyle bir
nükleer saldırıdan koruyamayacağı, programın her iki süper gücü hem
savunma, hem saldırı alanında çok pahalı bir yarışmaya sürükleyeceği,
program iki süper gücü de birden fazla antibalistik füze üssünü yasaklayan
1972 tarihli Antibalistik Füze Antlaşması’na ait 1974 Protokolü’nü
tehlikeye düşürecek ve genelde, silahların sınırlandırılmasına yönelik
anlaşmaların gerçekleşme olasılığını zayıflatacaktır.
Stratejik Silahların İndirimi Antlaşması (START)
1980’de ABD Başkanı olan Ronald Reagan, başlangıçta SALT II antlaşmasına
karşı bir tutum takınmasına karşın, büyük ölçüde NATO’nun Avrupalı
müttefiklerinden gelen baskılar karşısında Stratejik Silahların
Azaltılması Görüşmeleri (START) adıyla bilinen bir öneride bulundu ve ABD
ile Sovyetler Birliği arasında 1982 Haziran’ında Cenevre’de görüşmeler
başladı. Ancak, NATO’nun Avrupaya Cruise ve Pershing II gibi orta menzilli
füzeler yerleştirmesi ve Reagan’ın uzayda füze savunması temeline
dayananStratejik Savunma irişimi (SDI)çalışmalarını başlatması üzerine
Sovyet tarafı görüşmelerden çekildi.
1985 yılında yeniden başlayan START görüşmeleri daha kolay anlaşmaya
varmak için üç ayrı bölüme ayrıldı. Stratejik nükleer silahlar, orta
menzilli füzeler ve uzay silahları. İki önderin 1986 Ekim’inde katıldığı
Reykjavik zirvesinde görüşmeler, Reagan’ın SDI’da ısrarı yüzünden başarıya
ulaşamamışsa da, 1987’de orta menzilli füzeler üzerinde anlaşmaya
varılmasıyla START’ın önündeki engeller kalktı. Sovyetler Birliği, 1989
Eylül’ünde SDI konusunda yumuşamadı ve ABD’nin yeni Başkanı George Bush’a
görüşme önerisinde bulunuldu. İlk önder 1990 Haziran’ında Washington’da
bir araya gelerek START kapsamına giren konularda bir ön anlaşmaya
vardılar. ABD ile Sovyetler Birliği’nin savaş başlıkları sayısının
12.000’den 9.000 dolayına indirilmesi öngörülmekteydi. 31 Temmuz 1991’de
Moskova’da Bush ve Gorbaçov START I Antlaşmasını imzaladılar. Anlaşma, ABD
ve Sovyet stratejik nükleer güçlerinde yaklaşık %25 ile %30 oranında bir
indirime gidilmesini öngörüyordu. Buna ek olarak, anlaşma koşullarına
uyulup uyulmadığını izlemek üzere geniş ve önceden izin almayı
gerektirmeyen bir yerinde denetim sistemi kurulacaktır.
Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT)
Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms
Limitation Talks-SALT) A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasında stratejik
nükleer silahların, fırlatma sistemlerinin ve bunlarla ilgili saldırı ve
savunma silah sistemlerinin denetimi üzerinde anlaşmaya varmak amacına
yönelik çabalardır. SALT görüşmeleri ilk olarak 1969 yılında Helsinki’de
başladı. Başlangıçtaki amaç, tarafların o sırada yapmayı tasarladıkları
füze-karşıtı silah sistemlerinin (Anti-Ballistic Missiles-ABM)
sınırlandırılması ya da tümüyle ortadan kaldırılmasıydı. Daha sonra şu
konular da görüşmeler içine alındı: Nükleer denemeleri kapsamlı bir
biçimde yasaklama, belirli bölgenin silahlardan arındırılması, belirli
tipte nükleer silah fırlatma sistemlerinin sayılarının sınırlandırılması,
çok başlıklı nükleer füzelerin (MIRV) sayısına bir tavan konması,
füze-karşıtı silah depo alanlarının azaltılması ve sınırlı savaşın genel
bir nükleer savaşa doğru tırmanmasından kaçınılması.
Stresa Antlaşmaları, 1935
Almanya’nın Versay Antlaşmasının en önemli hükümlerini tek taraflı olarak
feshetmesi üzerine imzalanan antlaşmalar. Almanya’nın Versay hükümlerine
aykırı bir şekilde silahlanması sonucu Fransa, İtalya ve İngiltere
arasında, 14 Nisan 1935’te Stresa Antlaşmaları imzalandı. Almanya’ya karşı
ortak bir cephe kuran bu antlaşmalar, Almanya’nın hareketini belirtiyor
protesto ediyor, Locarno anlaşmalarına olan bağlılığı ve Avusturya’nın
bağımsızlığını koruma amacını ifade ediyordu.
Süveyş Bunalımı, 1956
Mısır Devlet Başkanı Genel Abdülnasır’ın 1956 Temmuz ayında Süveyş
Kanalını millileştirmesiyle ortaya çıkan bunalım. Bu davranışla, Batı
Avrupa’nın petrol yolu artık Nasır’ın denetimi altına girmiş ve özellikle
Fransa ve İngiltere için çok karlı olan Kanal Şirketi elden çıkmıştır.
Sorunu çözmek için toplanan Londra Konferansı (Ağustos 1956) ve B.M.’den
çözüm çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Kanal bölgesine ortak bir
harekat düzenlemeyekarar verdiler. Bu iki devlet Mısır’a karşı hava
saldırısına giriştiler ve 5 Kasım’da hava saldırısı yerini paraşütçü
birliklerinin indirilmesine bıraktı. ABD ve SSCB bu açık saldırıya karşı
BM’de cephe aldılar. Bu baskılar karşısında önce İngiltere, daha sonra da
Fransa geri çekildi. Mısır bu olaydan sonra Kanal üzerinde tam denetim
sağladı.
Sykes-Picot Antlaşması, 9 Mayıs 1916
I. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı
Devletinin paylaşılmasını öngören gizli antlaşma. 1915’te Arabistan
yarımadasını ele geçiren İngiltere, Osmanlı devletine karşı ayaklanan
Mekke Şerifi Hüseyin’i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde
kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Fransa böyle bir plana karşı
çıkıp İngiltere’ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi.
Rusya’nın onayı ile imzalanan bu antlaşmaya göre; I-Rusya’ya, Trabzon,
Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı, II-Fransa’ya,
Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye
kıyıları, III-İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney
Mezopotanya verilecekti ve IV-Fransa ile İngiltere’nin elde ettiği
topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz
denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak V-İskenderun serbest liman
olacak VI-Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir
uluslararası yönetim kurulacaktır.
Şam Deklarasyonu, 5 Mart 1991
5 Mart 1991’de Irak’ın Kuveyti işgaline karşı oluşturulan Müttefik ülkesi
Dışişleri Bakanları Şam’da biraraya geldiler. Mısır, Suriye ve Körfez
İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında yapılan görüşmeler sonunda yer alan
bildirgede “Körfezde güvenliğin sağlanması için bir Arap barış gücü ve
entegre savunma sisteminin kurulması” kararı alındığı belirtilmekteydi.
Şovenizm (Chauvinism)
Aşırı milliyetçilik. Napolyon’un askerlerinden Nicholas Chauvin, liderine
ve ülkesine körü körüne bağlılık göstermiştir. Bu dönemden itibaren de
aşırı nitelikte, başkalarına hayat hakkı tanımayan türden bir
milliyetçilik anlayışı “şovenizm” olarak adlandırılmıştır. II. Dünya
Savaşı öncesinde Nazi Almanyası’ndaki Alman milliyetçiliği şovenizmin
belirgin örneklerindendir.
Tahran Konferansı: bkz. İkinci Dünya Savaşı
Tamamlanmamış Nükleer Yayılma Sistemleri
ABD ve Sovyetler Birliği (Rusya) dışında başka ülkelerin de nükleer güce
sahip olduğu sistem. ABD ve Sovyetler Birliği’nin (Rusya) yanı sıra diğer
güçlerin de minimum nükleer caydırma kapasitesi vardır. Bu sistemde, küçük
güçlerin büyük güçlerle veya birbirleriyle ittifaklar oluşturması
olasıdır. Savaşlar sınırlı nitelik taşımakla birlikte, uluslararası
sistemdeki gerginlik ile yerel ve diğer ülkelerin içişlerine karışma
eğilimi artmakta ve uluslararası hukuk normlarına uyulma eğilimi de
azalmaktadır.
Tarafsızlık Kanunu, 1935
ABD’nin kriz içindeki Avrupa ile diplomatik ilişkilerini belirlemesine
ilişkin kanun. 1933’ten itibaren. Avrupa’nın kriz içinde olması karşısında
ABD, Avrupa diplomasisinin bu krizler içine sürüklenmekten korkmuş ve
yalnızcılık politikasına daha fazla bağlanmıştır. Bunun için 1935 Ağustos
ayının içinde “Tarafsızlık Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanuna göre bir savaş
durumunda Başkan, savaşan taraflara silah ve malzeme satılmasını
yasaklayabilmekteydi.
Filed under: mezopotamya, rus-japon, siaysi, Siyonizm, soykırım, soğuk savaş, tarih | Leave a comment »